Marguva. Beysenova Şerbanu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Marguva - Beysenova Şerbanu страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Marguva - Beysenova Şerbanu

Скачать книгу

korka yola çıktı. İçinde şüphe doluydu. Ama büyüklerden ayrılıp ayrı eve çıktıktan sonra birbirlerine alışmaya başladılar. Şehirdeki hayatları farklı bir yöne evrilmişti. Yeni yer, okumuş gençlerin arası Marguva’ya hiç şüphesiz olumlu tesir etmişti. Fark ediyordu, dostlarının arasında kocası değer görüyordu, ona değer verdikleri için Marguva’ya da ayrıca bir saygı gösteriyorlardı. Almatı, karı kocayı birbirine yakınlaştırmış gibiydi. Yavaş yavaş içindeki bütün şüpheler yok oldu.

      Bir tarafını yeşil köknarlarla kaplı dağın çevrelediği, gölgeli ağaçlığın ortasında yer alan şehrin güzelliği Marguva’yı ayrıca şaşırtmıştı. Almatı o zamanlar nasıl da güzeldi! Hey gidi hey! Sokağın iki yanına sıralanan ağaçlar, şırıldayarak akan dere, hışırdayan yaprak, Alatav tepesine omzunu yaslamış güneşin ışıkları, onun gümüşle süslenmişçesine karlı zirvelerinde oynayıp bambaşka şuleler saçıyordu. Sanki masallar âlemiydi.

      Kocası dersten geldikten sonra akşam yemeğini yiyorlar sonrasında Almatı’nın sessiz akşamlarında baş başa geziyorlardı. Evlenmeden önce yeni usul ile tanışıp kol kola girip gezmeyişlerinin acısını, Allah nasip etmişti de evlendikten sonra şimdi çıkarıyorlardı. Aşka susamışlıklarına şüphe yoktu. Kocasıyla birlikte gençlik çağının sırlı tılsımını yaşayıp yıldızlı gökyüzünün altında el ele tutuşarak uzun uzun yürüyorlardı. Nasıl unutabilirdi? Yanında Allah’ın nasip ettiği kocası vardı, derdi tasası yoktu. Kanları kaynıyordu, yüzleri gülüyordu. Baht dedikleri belki de budur. Eğer öyleyse Marguva o zamanlar gerçekten bahtlıydı!

      Mukan’ın kişiliğinden şüphe edip boş yere tasalanmıştı. Okumuş insanın hâli başka oluyor. Sözleri nazik, iyi huylu, sakin karakterli, dengesiz değil, gizlisi saklısı yok, hanımına sadakatli. Ona hiçbir zaman “Ben seni para verip aldım, eksik eteğin tekisin!” demeyi ima edecek tek bir davranışı olmadı Mukan’ın. Hatta her zaman onu el üstünde tutuyordu. Marguva’nın içine girdiği bu yeni ortamda kendisini aşağı hissetmemesi için ona yeni tarz okuma yazma öğretmeye niyetlendi. Zaten Marguva da hepten cahil sayılmazdı. Çocukluğunda Arap harflerini öğrenmişti. Kocası buna çok sevindi, fakat artık bu bir işe yaramıyordu. Kendi okuduğu enstitünün yanına açılan okuma yazma grubuna, oradan da hazırlık kursuna yazdırıp bir yıl eğitim aldırdı. Marguva bu sayede Latin harfleri ile okuyup yazmayı öğrendi, biraz Rusça okuyup yazmaya başladı. Zamanla Mukan’ın eve getirdiği kitapları Mukan ile yarışarak okumayı alışkanlık haline getirdi. O zamanlarda kocası ona “İlmî kitapları okuyup başını neden boş yere şişiriyorsun? Al, şuna bak!” diyerek başka bir kitabı eline tutuşturuyordu.

      Bir defasında verdiği kitaba baktığında bunun “Şuğanın Belgisi”6 adlı kitap olduğunu gördü. Başını kaldırmadan bir çırpıda okuyup gözyaşlarıyla bitirdi. Arzusu içinde kalıp sevdiğine kavuşamayan Şuğa’nın derdi bunun içine dert oldu. Üstelik köyünü çok özlediği için okuduğu bu kitaptan âdeta bozkırın buram buram kokusunu duyar gibi olmuştu. Başını kaldırmadan okuyuverdi. Sonra bu hareketi onda alışkanlığa dönüştü. Marguva’ya bir eğlence çıkmıştı. Ev işlerinden eli boşalır boşalmaz kitap okumaya dalıyordu.

      Marguva o kısa kursu tamamladıktan sonra eğitim konusuyla hiç ilgilenmedi, buna ihtiyaç da duymadı. Onun için enstitü de üniversite de kocasının ona alıp getirdiği kitaplar olmuştu. Geriye kalan her şeyi ona, hayatın kendisi öğretti.

      Mukan’ın öğrenci bursunun yattığı günlerde pazara gidip gerekli ihtiyaçlarını alıyordu. Marguva kendi imkanları dahilde muhteşem sofra kuran bir ev hanımıydı. Bazen varlık, bazen yokluk içinde, bazen aç, bazen tok yaşayıp kocası eğitimini devam ettirdi. Hiçbir dertleri tasaları yoktu, yarınlara umutla bakıyorlardı. Geleceklerinin aydınlık olacağı gün gibi açıktı. Bu konuda en ufak şüpheleri yoktu, her şey apaçık ortada görünüyordu.

      Marguva evlendikten sonra memleketlerindeyken bazen Mukan ile tek başına nasıl yaşayacağını düşünüyordu. Oysa şimdi sabah erkenden giden kocasını neredeyse akşama kadar özlüyordu. Kocasının ona bağlılığı da bambaşkaydı, o da ona karşı büyük bir sevgi besliyordu. Sevdiğinin, yok yok, sevenlerin birbirlerine sevgi ve sadakatleri gerçek olduktan sonra bir insan hayatta başka ne isterdi ki… Özellikle de bir kadın. Mukan’ın ona olan sevgi ve sadakatini düşündüğünde bütün sorunlar geride kalıyordu. Gelecekte onları yalnız ve yalnız güzellikler bekliyordu.

      Mukan enstitüyü bitirmek üzereydi. O yıl ilk çocuğu Kaysar dünyaya geldi. Enstitüyü bitirmek üzere olan kocasına Marguva nur topu gibi bir oğlan hediye etti. Bundan daha büyük bir hediye olabilir mi? Mutluluklarının tarifi yoktu. Marguva’nın o yıllarda mutluluktan burnu havalarda değil miydi? Hey gidi gençlik hey! Marguva daha sonra acaba o yaptığım asilik mi oldu diye defalarca kez düşündü. Bu düşünce çok defa kafasını meşgul etti. Ardından…

      O dönemdeki yeni zaman rüzgârı önlerindeki kapıları ardına kadar açıyor gibiydi. Bir mutluluğun ardından diğer bir mutluluk… Enstitünün o yılkı bir grup mezununu Kün Kösem7 adlı şehre, Leningrad şehrine eğitim için göndermeye karar verdiler. Aralarında Mukan da vardı, en başarılıları seçmiş olmalıydılar. Bilimin gelecek bir aşamasına el uzatıp kaderin onlara neler sunacağını sınamak istiyorlardı. O dönemde, bizzat Hükümet destekledikten sonra geleceğe büyük bir hevesle bakan gencin hangisi, Rusya’da, eskiden beri bilim ve sanatın merkezi olan bu eski şehirde okumayı istemezdi ki… Hepsi de bunu arzuluyordu elbette. Her yiğidin gönlünde bir aslanın yattığı bilinir. Bu ulaşılamayacak dilek avcunuzun içine konuluverirse ne yaparsınız? Okuma deyince yanıp tutuşan Mu-kan, bu defa da alev alev yanmaya başladı. O, yanıp tutuşan gururla göğsünü kabartarak genç hanımını ve on aylık bebeğini de yanına alıp Rusya’ya gitti. Kaderi belliydi, ilim yoluydu. “Yolculuğunuz hayırlı, yollarınız açık olacak!” demişlerdi onları uğurlayan eş dost, akraba.

      “Hayırlı yolculuk olacak!”

      Beklentileri gerçekten de başarıya gidiyor gibiydi. Heyecanla gelen gençleri bu eski ve güzel şehir hiç yadırgamamış, yabancılamamıştı. Hatta tam aksine kucaklar gibiydi. Mukan oraya gider gitmez hemen uyum sağlamıştı. Gündüzleri büyük âlimlerden ders dinliyor, akşamları da kütüphanede vakit geçiriyordu. Huzursuzluk verecek hiçbir şey yoktu, yeter ki talep ettiğinin peşinden git ve okulunu oku. Marguva da küçük çocuğuyla evde oturuyordu.

      Orada onlar yalnız değillerdi. Almatı’da birlikte okuyup okulu birlikte bitirdikleri dostları vardı, ayrıca orada önceden okumak için gelmiş Kazak gençleri de bu dostlarının arasına katıldı. Kendi aralarında bir grup oluşturdular. Devamlı bir bahane yaratıp bir araya geliyorlardı. Ooo! Onlar bir araya geldiklerindeki sohbet ortamından Marguva hiç sıkılmazdı. Konuştukları şeyler sanat, bilim, edebiyat üzerine sohbetti, gerisi de vatan millet gamıydı. Hepsinin gönüllerinde alev alev yanan ateş, vatana döndükten sonra halka bir faydamız dokunsa çabasıydı. Hepsi de hatip, keskin dilli, ferasetli, ideal sahibi, taşkın bir ırmak gibi çağlayarak akan heyecanlı gençlerdi. Eğlenceyi de seviyorlardı. Bir araya geldiklerinde muhabbetleri şarkısız türküsüz geçmezdi. Akşamları hepsi birlikte şehirde dolaşırdı. Ahh! Ne güzel zamanlardı onlar! Nasıl unutsun? Unutmamıştı, sadece o günleri aklına getirmez olmuştu. Boz dumanın bürüdüğü beyaz gecelerine ne demeli? Hafif dalgalı, sessiz sessiz akıp giden Neva nehrinin kıyısında uzun uzun yürürlerdi.

      Ne

Скачать книгу


<p>6</p>

Kazak yazar Beyimbet Maylin’in kaleme aldığı bir hikâyedir.

<p>7</p>

Kazak Türkçesinde Kün Kösem “Güneş Lider” demektir ve Lenin’i ifade eder. Bahsedilen şehir eski Leningrad, şimdiki St. Petersburg şehridir.