Marguva. Beysenova Şerbanu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Marguva - Beysenova Şerbanu страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Marguva - Beysenova Şerbanu

Скачать книгу

Her şeyleri evlerinin içindeydi. Öncesinde şehrin dışında oda kiralayan bu çift için yeni oda Tanrı’nın gökten zembille indirdiği bir kısmet gibi göründü. Sevindikleri bir şey daha vardı. Bu evin alt katında kendileri gibi genç çiftlerin çocukları için hazırlanmış kreş de bulunuyordu. Her şey ancak bu kadar denk düşebilirdi. Küçük Kaysar’ı kreşe yazdırdılar. Sabahları Mukan kendisi götürüyordu. Akşamları Marguva alıyordu. Mukan çocukları çok seviyordu. Tam da bu yüzden o günlerde ikinci çocukları Jiger dünyaya geldi.

      Mutluluktan uçan Mukan dostlarını davet edip dillere destan bir şildehana8 düzenledi, beşik toyu yaptı, toy üstüne toy ekledi. O dönemler onun iki yavrusunu iki yanına alıp “Kaysar’ım, Jiger’im!” diyerek aile babası olarak gurur duyduğu günlerdi. Düşündüğünde gerçekten o dönem, Mukan’ın babalık sorumluluğunu üzerine aldığı, aile sahibi olduğu için şükürler ettiği bir dönemdi. Kün Kösem adlı şehirde geçirdikleri üç yıl tatlı bir düş gibi, güzel bir serap gibi gelip geçivermişti.

      Mukan’ın eğitimi biter bitmez derhal Almatı’ya dönmeleri hakkında yazılmış bir mektup aldılar. Sınavlarını erkenden veren kocası hızla yolculuk için hazırlandı. Bu şehirde üç kişilerdi, şimdi ise Almatı’ya dört kişi dönüyorlardı. Burada edindikleri bilgi görgü azımsanamazdı. Düşünce dünyaları da genişlemişti. Bu şehir onların üzerinde büyük tesir bırakmıştı. Mukan’ın burada edindiği bilime gelince, o burada kendisini çok geliştirmişti, âdeta hazine içine düşmüştü ve buradan elinden geldiğinin en iyisi yaparak faydalanmıştı. Bunlar kadar büyük bir kazanımla dönen yok gibiydi. Kocası tuttuğunu koparırdı, tam anlamıyla donanımlı bir genç olarak dönmüştü. Hangi iş olursa olsun alnının akıyla üstesinden gelirdi. Gönülleri inanç ve ümit ile doluydu.

      Almatı’ya gelip trenden indiklerinde sabah saatleriydi. Şehri yumuşacık bembeyaz kar kaplamıştı. Baharın köpük gibi bembeyaz karıydı. Her yer bembeyazdı. Şehir ağaç dallarına kadar yumuşacık kara bürünmüş, bu pamuk gibi karın ağırlığı altında ezilir gibiydi. Ak ipeğe bürünmüş dünya bunların gönüllerinde taşıdıkları ak dileklerle hemhal olmuşa benziyordu. Âdeta kalem değmemiş tertemiz bir sayfa gibi bunların yeni ömürleri başlayacaktı.

      Marguva’nın gözü önce şehrin tepesinden yükselen ak başlı zirvesiyle Alatav’a takıldı. Evlerin çatılarından, yüksek çınar ağaçlarının başlarından mor renkli hafif duman toparlanarak dağın yamacına doğru sıra sıra süzülüp gitti. Ağarmakta olan tan yerinin kızıl şafağı ilk önce Alatav’a düşüp altından bir taç giydirmişçesine zirvesindeki buzları kızıl renge boyayıp bambaşka bir göz kamaştırıyordu. Gün ışığı yavaş yavaş etekteki şehre doğru yayılmaya başladı. Marguva bu kadar güzel bir tan görünüşünü o güne kadar hiç görmemişti. Ondan sonra da göremedi. Yalnızca tek seferlik denk gelen tabiatın tılsımlı bir anıydı. Yeni tan, iyilik tanı diye düşünmüştü o sırada. Zaman, 1937 yılının baharıydı.

* * *

      Bembeyaz bir pus etrafı bütünüyle kaplamış gibiydi. Havadaki nemi bütün bedeni hissediyordu. Sırtını bir hararet basmıştı, bütün vücudu kan ter içinde kalmıştı. Kaburgaları kırılıyordu sanki, dünya kararmaya başladı.

      Hemşire Kız “Doktor doktor! Kan basıncı düşüyor.” diye bağırdı.

      Hastane odasına doktorlar hemen doluştu. Bileğinden tekrar ilaç enjekte etmeye başladılar. Birkaç kutu bitti. Hemen Marguva’nın hava yetmeyerek kıyıda telaşla nefes almaya çalışan balık misali hızlı hızlı çarpan yüreği sakinleşip, birdenbire suda oynamaya başlamışçasına, ayarını bulup belli bir düzende güçlü güçlü atmaya başladı. Güçlü atması şöyleydi, iki tarafındaki damarlar ikisi birden titredi. Bedenine sıcak kan yayıldı. O, gözünü açtığında etrafına doluşmuş olan beyaz gömleklileri gördü.

      Orta boylu, iri yapılı, gözlüklü, orta yaşlı bir adam ona dikkatle bakıp “Teyze nasılsınız?” dedi. O, belli belirsiz başını salladı. Buraya geldiğinden beri bunu müşahade altında tutan doktor kız bunun hastalığının durumunu onun anlamadığı bir dilde bu kişiye bir bir anlattı. Anlattıktan sonra ona bakarak “Teyze, bu bizim değerli profesörümüz!” diyerek onun adını soyadını söyleyip Marguva’ya onu tanıştırdı. Marguva’nın bu ismi işitmişliği vardı. Kalp hastalıkları uzmanı bir doktordu. Onun yüzüne sıcak ve ümitli bir ifadeyle baktı.

      Profesör Marguva’nın ağzındaki, burnundaki solunum borularını çıkarttırdı, kalbini uzun uzun dinledi. Hem oturtarak hem de yatırarak tekrar tekrar dinleyip kalbin durumuna baktı. Ekrandaki kalp atış grafiğine göz atan doktor bunun ilaçlarına bakarak “İlaçları değiştirmek lazım.” dedi. Yeni ilaçlar yazdı. Bazı ilaçları kendisi getirip uyguladı. Kalbini yeniden dinledikten sonra profesör “Teyze, merak etmeyiniz. Tehlikeyi atlattınız. Şimdi yavaş yavaş düzeleceksiniz. Ancak çok hareket etmeyiniz. Ayağa kalkmak için henüz erken.” dedi.

      “Evladım, şu boruları ağzıma burnuma tıkmasanız olmaz mı?”

      “Yok. Tamam zaten artık onlara ihtiyacınız olmayacak. Ama şimdilik birazcık daha yatacaksınız. Yanınızda hemşire hanım oturacak.”

      “Sağ ol evladım. Yalnız benim durumumu çocuklara haber verir misiniz? Merak etmiş olmalılar.”

      “Teyzeciğim çocuklarınız kapının önünde bekliyorlar. Şimdi gider söylerim. Buraya girmelerine izin verilmiyor. Sizin çok heyecanlanmamanız gerekli. Onlar yanınıza gelirse siz heyecanlanırsınız. Normal poliklinik odasına geçtiğinizde görüş serbest olacak. Şimdilik burada müşahade altında olacaksınız.” diyerek Marguva’ya kurnazca baktı ve gülümsedi.

      Marguva halsiz bir ses tonuyla “Doğru tabi, profesör oğlum.” dedi.

      “Arkadaşlar, bu hanım asrımızın en tanınmış, ulu bir hanımıdır. Vakti zamanında bu hanımın önünde Almatı’nın bütün erkekleri şapkasını çıkarıp, baş eğerdi. Öyle değil mi teyzeciğim?” dedi yarı ciddi yarı şaka ile.

      “Teyzemiz canlı tarih.”

      Evet, evet! Demin babasının adını söyleyerek tanıttığında hemen hatırladı. Bu, Mukan ile birlikte sürgüne gönderilen yazarın çocuğuydu. Çocuk bunu tanıyordu, galiba anne babasından duymuş olmalıydı. Yollarının kesişmesine bakar mısın! Babası sürgünde verem derdine düçar olup erkenden hayata veda etmişti. Hey gidi yiğit… Ardında çakı gibi evladı kalmış. “Yerini dolduran varsa her şey düzelir.” dedikleri bu olsa gerek.

      Marguva iç çekerek “Evladım, saygın için teşekkür ederim. Bu tedavinle iyileşirsem güzel olur.” dedi.

      “İyileşeceksiniz teyzeciğim. Vakti geldiğinde hastalığı yenip, yerinizden dipdinç kalkacak, at gibi koşturarak gideceksiniz. Buna inancım tam. Bedeniniz hâlâ güçlü kuvvetli.”

      “Güzel söz yarı tedavidir, demişler. Bu hoş sözlerin için Allah razı olsun evladım! Bin yaşa!”

      “Moralinizi yüksek tutunuz. Hastalığa yenilmeyiniz!”

      Hey gidi hey! Kendi isteğiyle kim hastalığa yenilir ki… Marguva da öyle eften püften dertlerle yıkılacak adam değildi. Ama işte

Скачать книгу


<p>8</p>

Kazaklarda bebek doğduğunda yapılan geleneksel tören, doğum toyu.