Kızın Sırrı. Danikeyev Öskön

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kızın Sırrı - Danikeyev Öskön страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kızın Sırrı - Danikeyev Öskön

Скачать книгу

bakıyorduk. Suyun hızlı akışının kuvveti insanı çekip götürüyor gibiydi. Bu akışın hızına kapılınca sanki kendinden geçecek gibi oluyorsun, anlamıyorsun başın mı dönüyor yoksa bu hız mı başını döndürüyor. Taştan taşa çarpan suyun ak köpüklü akışı bendeki gizli saklı düşünceleri de beraberinde götürüyor, yok ediyordu.

      Onlar da tıpkı bu su gibi düşünceler içindeydi. Ben hâlâ suya bakıp duruyordum. Orada sanki iki gölge canlanmış gibi hareket ediyorlardı. Bazen kafaları birbirine yaklaşıyor, bazen de birbirlerine sarılıyorlardı. Bir anda her şey dağılıp kayboldu. İşin tuhafı ben durduğum yerden hareket ettim, yukarıya doğru uçtum. Suyun üstü daha da bulanıklaşarak uzaklaşıyordu. Etrafı bir hüzün sardı.

      Bir ara:

      – Bacım, ne oldu? diye bir ses duyuldu.

      O yankıyla iki üç kere tekrarlandı. Sonra birisi sanki kolumu tuttu. Ben silkinerek, korkuyla kendime geldim. Sanki yeni uyanmış gibi gözlerimi açıp kapatıyordum, sersemlemiştim. Ben mühendis delikanlıya dayanmış duruyordum.

      – Hee, ne oldu? dedi. Akan suya uzun süre bakmamak lazım, başın döner, dedi.

      O beni bıraktı, ayaklarını çaprazlayıp, az önceki gibi köprünün ağaç parmaklıklarına dayanıp durdu. Bir an bakışlarımız birbirini yakaladı. Sanki benim aklımdan geçenleri okuyor gibiydi. Eğer öyle ise ben neyi saklıyordum ki? Er ya da geç farketmez, hislerim en sonunda belli olacaktı. İki elimi öne doğru uzattım tam ağzımı açacaktım ki nedense hemen geri çekildim. Elimle göğsüme bastırıp dudaklarımı ısırdım. Sanki sihirli bir güç beni durdurmuş gibiydi. Ama hâlâ gözlerimi onun gözlerinden almakta zorlanıyor ve öylece duruyordum.

      Gençlerin hayali, aşk… Ona başımı eğmiş, tapıyordum. Ne hoş bir duyguymuş. İçimde nelerin kaynayıp nelerin taştığını acaba o hissetmiş midir? Benim şu tuhaf halimden anlamış mıdır bilmiyorum. Sanki endişeli bir düşünce içindeydi. Sonradan lafı kıvırdı:

      – Bacım, ben sizi ikinci defa görüyorum. Şimdi de babanıza gidiyorsunuz değil mi?

      Ben düzelterek:

      – Hm… Benim babam yok, dedim.

      – Aa… Peki anneniz?

      – Annem de.

      O, bu durum hakkında hiçbir şey demedi, sadece gözlerini hafif kısıp, derin bir of çekti. Bir anda alnı kırışıp, yüzünün rengi değişti. “Ne, ben bir yaranıza mı dokundum? Üzdüm…”

      – Ee, hiçbir şeycik olmaz, derin bir nefes aldıktan sonra, öksüzlüğün acısından hiçbir his, hiçbir şey kalmaz.

      – Her şey geçer artık. Bundan sonra hiç ayrılmayalım, daha yakın olalım, dedi o.

      Ben o anda onun bu dediklerini nasıl kabul ettim tahmin etmişsinizdir. Ama asıl amacı başkaymış.

      – Olur, ağabey. Ben…

      – İyi, tamam, kurban olduğum. Çekinmek yok. Genç insanın açık ve yalansız olması iyidir. Evet, bana ağabey veya Azim derseniz de olur. Sizin adınız ne?

      “Azim”. Bir nefeste söylenebilen, sevimli bir isimmiş. “Azim, Azim…” Ağzımı açıp, dile getiremesem de içimden bin kere tekrarlıyordum.

      – He, benim mi? Benim adım Camal.

      İkimiz uzun zaman konuştuk. Hakkımda hiçbir şeyi gizlemeden anlattım. O benim gibi çok konuşmadı. Sadece çok kısa söylediği:

      – …Ne olursa olsun sizin çalışmanız gerek. Evin işi evdedir. Çoğunluğa karışarak, yaşamın acısına tatlısına şimdiden alışabilmeniz lazım, dedi sonunda.

      Benim ne kadar mutlu olduğum tahmin edilemezdi. Daha ne isterim! O benim uzun zamandır huzurumu bozan, büyük arzumu söyledi.

      – Ben de bir işe girsem diye…

      Eğer mümkünse ben de sizin çalıştığınız yere gelsem?

      – ?..

      Azim dediğimi tekrarlayıp bana başka soru sormadı. Sadece:

      – Belli olmaz, dedi. Konuşuruz, bakalım…

      Dayımla yengem kıvranıp dolandılar, sonunda kabul ettiler. Sabaha kadar dönüp dolandım, hiç uyuyamadım. Gözümün önünden Azim gitmedi, kalp atışlarım yükseldi. Atardamarımın hızı yükselip, bedenim ateş gibi yanıyordu. Yatağımda dönüp durup bir türlü sakinleşemedim. Rahat edemiyor, kalkıp pencereden bulanık göğe bakıyor, karanlıktan sadece siyah dağların siluetine ve onların uçlu tepelerine bakıp oyalanmakla meşgul oluyordum. Azim’in sanki pencerenin dışında olduğunu hissediyordum. Çabucak sabah olsaydı. Azim’in yüzünü görür, sesini duyarım. Yanında olacağım, diyorum. Tuhaf… Acaba, aşk bu mu? Başka kızlar da böyle mi seviyor? Bu derinden gelen duyguyu sezip, duygularının anlamını düşünerek, bu anlık yürekleri alevlendiren sevince değişir mi ki? Onlar da bir can.

      Bu gizlice alevlenmeye başlayan sevgiyi onlar da hissederler. Onların da kalbi birinin hasretiyle attığında, uykuları kaçar, huzur bulamazlar. Öyle de olsa onların içinde benim kadar seven yoktur. Çünkü kızların aklına, hayaline sahip olan, gönlünün derinliğini dolduran dünyada tek bir adam var. O, Azim. Azimm…

      Pencereden yatağıma dönüp gene bir türlü sabit yatamadım. Oflamalarımın farkında olmuyorum galiba, bitkin şekilde sabahı bekleyerek yatıyordum.

      O zaman ben tam on yedi yaşındaydım…

      Ertesi gün maden müdürlüğüne geldim. Azim, dün söylediği gibi beni binanın önünde bekliyormuş. Elini uzatarak benimle selamlaştı ve içeriye davet etti. Böyle bir yere ilk defa geliyorum, bana değişik geldi. Raflarında parlak taş parçaları dizilmiş dolaplar, duvarlarda değişik ve çeşitli resimler, posterler asılmış. İlerideki pencerenin yanında uzun masa vardı. Onun iki tarafında iki bayan vardı. Birisi daktiloda bir şeyleri yazmakla meşguldü. Onu hemen tanıdım. Geçen sinemanın önünde gördüğüm kızdı. İkincisi de kâğıtları düzeltiyor, işine bakmıyordu. Yan tarafta geniş bir koltukta ileri yaşlarda iki üç kişi oturuyordu. Azim yanlarına gidip müdürü sordu.

      – Yerinde, dedi sekreter kız. Biraz bekleyin.

      Biz o üç kişiden sonra girdik. Müdür, Azim ile selamlaştıktan sonra, işaret ederek oturmayı teklif etti. Sigara içiyormuş, bir nefes çektikten sonra:

      – Ee, yoldaş Kurmanov, işler nasıl gidiyor? dedi.

      – Teşekkür ederim, Anatoliy Mihayloviç…

      – Üretim ve geri kalan işlere alıştığını sanıyorum.

      – Yeterince zaman geçti, alıştım Anatoliy Mihayloviç. Burası Bordu değil ki, her bölgesinde yüzlerce insan çalışmıyor. Bizim maden küçük.

      – Değil mi… Hayırdır? Sen, yoldaş Kurmanov sadece bizim üretimle değil, kızlarımızla da tanışmaya başlamışsın

Скачать книгу