Hayma Ana. Oğulmaya Saparova

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hayma Ana - Oğulmaya Saparova страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Hayma Ana - Oğulmaya Saparova

Скачать книгу

başında neden tek başına yaşıyor ki? Neden obadan, ilden ayrılmış ki? Çoban değil, çoban yamağı değil obada yaşamıyor; sebebi nedir ki?”

      “Ben iki gün onun evinde kaldım ama kendimi bilmeden yatmışım. Gözümü açtığımda, evin duvarlarında asılı duran kuru otları, bitkileri görünce; burası bir tabip evi mi ki, dedim. Kuşçu Sofi eve gelip yaralarıma merhem sürdü. Kısa bir konuşmamızdan sonra onun tabip olmadığını anladım. Kırık çıkıklarıma Kurt tabip bakmış. Adını, ayrılırken kendisi söylemişti. Beni obama götürün, bekliyorlar dedim. Sağır ve dilsiz torununu yanıma katıp arabaya yüklediler. Uzun bir süre ne bir şey dedim, ne de sohbet ettim. Ancak doğrusunu söylemek gerekirse; torunu çok hünerli, çok becerikliymiş. Doğruca obamıza yetiştirdi. Sanki ata bir kamçı vurmadan, elma soyar gibi etti. Cesaretli delikanlıymış maşallah.”

      “Süleyman! Bizim duyduğumuza göre; Kuşçu Sofi, Selçuklu sultanının yanında hizmette bulunmuş. Avcılıkta benzeri yokmuş. Uçan kuşu gözünden vururmuş. Yaşlı babası da Turan Şah’ın korumasında bulunmuş. Biz Sofi’yi bir görebilsek! Sen ayağa bir kalksan, bize yol göstersen. Ne de olsa onunla tanışıyorsun ya..”

      “Miriş! Tanatar! Sizin Kuşçu Sofi ile ne işiniz olur ki? Anlatın bakalım. Başım döndü. Sofi’yi yedi arkadan tanımanızın bir sebebi olmalı! Sultan askeri de olsa size ne?”

      “Evet.. Süleyman, sebebi var. Her bir şeyi zamanla öğrenirsin. Ancak biz öncelikle Kuşçu Sofi’nin yanına varmak istiyoruz. Seninle gidersek, tanıyorsun, yüzümüz olur. Bu yüzden sen götür, diyoruz. Ata binemesen de durumun yol arkadaşlığına müsait olursa bize haber versen. Sana uğrarız. Bir aydan beri iyileşmeni bekleyip duruyoruz.”

      “Ne zaman deseniz yol arkadaşlığına varım ama evdekiler öğrenirlerse, kırık-çıkık yerlerini azdırırsın, derler. Sonra ben onların kulübesine kendi isteğimle gitmedim ki! Beni Ballıkaya’nın eteğinde bulup baygınken getirmişler. Sora sora evi bulurum desem, belli bir obası yok, sınırı yok. Gelirken de arabanın üstünde yatıp geldim, etrafımı bile göremedim. Arayıp bulmak mümkün olur mu ki?”

      Tanatar, Süleyman’ın sözünü kesti:

      “Sen onu kaygı etme. Evdekileri ben razı ederim. Bize Ballıkaya’yı buluverirsen, Sofi’yi de buluruz. Avcı adam ava çıkamadan edemez. Miriş izini bulur.”

      Süleyman’ın kabul etmekten başka çaresi kalmamıştı. Olur, deyip başını salladı. Başını salladı ama bu yağmurlu, fırtınalı günde nasıl edip de Ballıkaya’nın dibine varabileceğini bilmiyordu. Aklında kalan tek şey, kendinin sel sularına kapılıp gitmesiydi.

      Bu arada, Tanatar’ın dışarıda yün diden ninesinin yanından sesi geliyordu:

      “Nine! Bize yakışmayan bir şey var. Kuşçu Sofi, Süleyman’ı ölümden kurtardı. Bir aya yakın vakit geçti lakin biz ona, ne bir Allah razı olsun diyebildik, ne de elin gözün dert görmesine gidebildik. Babam da yasa evinden çıkmıyor, bir başına gelenle gidenle görüşüyor. Bir tandır çörek pişirsen de biz gidip geliversek, ne dersin? Miriş, Süleyman, üçümüz gitsek olur. Yaşadığı yer uzakta değil.”

      Burla nine, yün dittiği elindeki incecik çubukla Tanatar’ın arkasına yavaçca vurdu. Ninesinin feri zayıflamış gözlerinin titrediğini fark eden Tanatar donup kalmıştı. Torunlarına el kaldırmayı bırak, onlara gelinleri bile el kaldırsa gün boyu söylenip duran Burla nine, bu defa Tanatar’a ikinci defa el kaldırdı.

      – “Senin de Miriş’in de başka işiniz mi yok? Torunumun canını, başını kurtarmıştır; vakti gelince, Allah razı olsun demeye senden büyükler giderler, söylerler. Siz gidin yasa evinin yanlarında durun. Kuşçu Sofi, sizin teşekkürünüze bekleyip durmuyor…”

      “Nine! Süleyman bir aydır evden çıkmıyor. Karayel de kazığında yaşlandı. Süleyman’ın içi açılır, atını rahatlatır. Dönüşte sana ırgay(*) ağacından yün ditme çubuğu getiririz. Bulabilirsek alvancık(*) otundan mayalık da getirelim. Hani geçen sefer, hamur mayamız eskidi demiştin ya. Bu yıl alvancığa gitmeye kimsenin vakti değecek gibi görünmüyor. Biz getiririz, olur mu?”

      “Hmm. Tamam da amcan Alp sorarsa, ben ne derim. Siz hazırayak delikanlılarsınız, o oba bu oba gönderecek olsalar ne cevap vereyim. Yoksa Kuşçu Sofi’ye teşekkür etmek bizim boynumuzun borcu…”

      Ninesinin gitmelerine razı olacağını sözlerinden anlayan Tanatar, Burla hanımın bir o yanına, bir bu yanına geçerek durmadan konuşyordu.

      – “Nineciğim! Bir gün yeter. Alp amcam sorarsa, hamur mayalık aldırmaya gönderdim, dersin.”

      – “Olur, varın gidin. Kuşçu Sofi’ye de selam edin. Şimdilerde obalarda toplanılıyor. Geçen geçti deyin. Eğer kendi obasına gitmek istemezse, buraya gelsin. Burla hanımın obasında ona uygun bir yer bulunur deyin. Moğol belasının geleceğini söyleyin. Bir başına kurda kuşa yem olmasın töresizler gibi. Ancak bir ayağımız burada, bir ayağınız orada olsun. Tez gelin..”

      “Tamam, Ninem can! Söyleriz. Kabul ederse de alıp döneriz.”

      “O zaman ben size çörek vereyim. Hem yolda yersiniz, hem de Sofi’ye hediye olur. Haydi, git de kamışlı gölgeliğe serdiğim süzme yoğurt kurudu ise al gel. Torununa göndereyim.”

* * *

      Delikanlılar, Burla ninenin sarıp sarmaladığı bohçayı heybeye atıp yola çıktılar. Obadan çıkar çıkmaz atlarını kamçıladılar. Önce Ballıkaya’yı, ardından gün aşmadan Kuşçu Sofi’nin evini bulmaları gerekiyordu. Her ne kadar acele etseler de Süleyman’ın kaybolduğu yerlere ancak öğleye doğru ulaşabildiler. Cüveyn’den dönüşlerinde sisten, dumandan başka bir şey görmemişlerken bugün çevredeki her yer apaydın, gözlerinin önündeydi. Kayalar, dağ sırtları uzayıp gidiyordu. Her birinin bir adı var. Hangisinin Ballıkaya olduğunu nereden bileceksin? Bütün ümitleri, kılavuz Miriş’te idi. Geldiklerinden beri gözü yerde olduğu halde hiçbir iz kestiremiyordu.

      – “Buradan uzaklaşmamıştım ki ayağım kaydı, şu dereye yıkıldım. Sel sularına kapılınca dere boyunca sürüklenmiş olmalıyım. Dere akıntısına doğru gidersek, belki bir ize, bir yola rastlarız.”

      – “Doğru söylüyorsun Süleyman! Dere boyunca gidelim.”

      Dere içinden atlarının yularlarını tutup yürürlerken bir köpek sesi geldi. Sesin geldiği tarafa yöneldiler. Dereden çıkıp yüksek bir bayırın üstüne ulaştıklarında, karşılarında kendilerine bakan, başı kazan gibi, kulağı-kuyruğu kesik bir köpeğin durduğunu görerek geriye çekildiler. Köpek havlamasını kesmiş onlara bakıyordu. Ürküp geldiği tarafa yöneldi. Gelenlerin zararsız olduklarını hissetmiş olmalıydı. Delikanlılar da çekine çekine köpeğin peşinden, atlarının yularından tutmuş yürüyorlardı. Köpek ara sıra geriye dönüyor, “geliverin” dercesine yoluna devam ediyordu. Uzakta bir çatma çadır gördüler. Arkadaşları soran bakışlarını Süleyman’a çevirdi. Süleyman, “Ha!” deyip başını doğrulttu.

      – “Bu ev, Kuşçu Sofi’nin eviydi!”

      Eve yaklaştıklarında önlerindeki köpek ürümeye başladı. Sahibine haber veriyordu. Evden çıkan ihtiyar, gözlerini

Скачать книгу