Hayma Ana. Oğulmaya Saparova

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hayma Ana - Oğulmaya Saparova страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Hayma Ana - Oğulmaya Saparova

Скачать книгу

çıkışı karıştırdı, kızın yol göstermesiyle birlikte dışarı çıkabildi. Koyunu, evin karşısındaki ağacın yanına koydu. Ayaklarını bağladı. Başı dönmüşçesine ağacın çevresinde birkaç kez dolandı. Kekeleye kekeleye kendi kendine söylendi.

      “Erkek mi ki dedim de, ancak hiç erkeğe benzemiyor da demiştim. Kız imiş ya! Peh, giyinmesi de erkek gibi. Saçını görmesem, anlamam mümkün olmayacak. Ne güzel kız ama dilsiz. Bizim obada olsa kızıl keten giydirip, saçına sarı yağ çalarlardı. Başına gümüşlü başlık giydirirlerdi.”

      Süleyman, onu bir an kızıl keten elbiseli, başı gümüş tahyalı(*) olarak düşünüp gözlerini yumdu. Dede ile torunun yanına geldiklerini anlayamamıştı. Koç, kesilip misafirlere sövüş edildi. Taze etin kebabını yiyen delikanlılar, dua edip, Kuşçu Sofi’den müsaade istediler.

      “Gidiyorsanız, yolunuz açık olsun; kalırsanız da ev sizin oğullar. Burla hanıma da söyleyin: Bir bakalım hele, eğer düşman gelirse obaya toplaşırız. Bizim için kaygılanmasın. Şimdilik Kuşçu’nun gücü kuvveti yerinde, deyin. Obamı da korurum, çadırımı da. Şu bayırdan aştığınızda, dereye inersiniz. Torunum götürsün, isterseniz. Dereden çıktığınızda, Üç Mazı denilen yerde üç meşe ağacı görürsünüz; uzaklaşmadan dolanırsanız, alvancık da bulursunuz. Burla hanıma, hamur mayası olur.”

      Delikanlılar, birbirlerinin yüzlerine baktılar. Bu adam, sıradan biri değildi. Biliyormuş gibi, Tanatar’ın ninesine verdiği sözü hatırlarına getiriverdi. Miriş, gösteriş yaparcasına, atın üzengisine basmadan zıplayıp bindi. Tanatar da arkasına Süleyman’ı alarak artlaşıp Karayel’e bindiler. Sofi, Miriş’in hareketine tebessüm etmişti.

      Önlerinde zayıf, ak yüzlü, yanakları gamzeli torun atına binmiş, onları yola salıyordu. Atın üstünde dik duruşu, sırtındaki ok ve yay, belindeki değerli taş saplı bıçağı, ayağındaki deri çizmesi pek yakışıyordu. Atın yularını saldı. At, yol boyunca yel gibi eserek diğer atları geçti ve dereye indi. Delikanlılar bu çelimsiz gencin at sürüşüne hayran kaldılar. Peşinden atlarını topukladılar. Üç Mazı’ya ulaştıklarında torun, atından inerek, “peşimden gelin”, dedi. Delikanlılar da ellerindeki çakı, bıçaklarıyla alvancık arayıp, kazmaya başladılar.

      Süleyman her şeyden vazgeçmiş, kızın hareketlerini izliyordu. Kız, yanına geldi.

      “Ben döneceğim. Dedemin söylediği yere getirdim. Siz de geceye kalmadan obanıza gidersiniz, değil mi? Bulutlar bölük bölük dolanıyor. Sele, suya kalmayın. Her seferinde sizi kurtarır mıyım, kurtaramaz mıyım bilemem. Gününüzü, kendiniz görürsünüz artık…”

      Kızın birdenbire dillenmesi Süleyman’ı şaşırtmış, üstelik kinayeli, alaycı dili bir hayli zoruna gitmişti.

      “Senin dilin var mıydı? Senin lal, ahraz olduğunu sanmıştım..”

      “Bazan dilsiz, bazen sağırım; bazen de dilim açılıveriyor işte!”

      “Adını söylesen, kurtarıcımın kim olduğunu bileyim.”

      “Haa, Sultan askeri olduğunuzda beni aklınızdan çıkarmayın. Adım Nurbike. Okçu Dağbaşı’nın kızı, Kuşçu Sofi’nin torunuyum.

      “Nurlu gün karşıma çıktığında bilmeliydim. Güzel Nurbike! Adın da ne güzelmiş…”

      Kız, Süleyman’ın söylediklerini duymazdan geldi. Doğrusu, Süleyman da şaşkındı. Ömründe bir kızla yan yana gelmediği halde, bu kızın karşısında dili açılıvermişti. Ağzından çıkan sözleri kendisi değil, ona bir başkası söyletmiş olmalıydı!

      “Hadi, Sağ esen evinize varın. Yine görüşünceye dek, Tanrı sizi korusun!”

      Kız, atının yularını tepeden yana çevirdi. Süleyman, onu gözden kayboluncaya kadar seyredip gözleriyle uğurladı. ‘Biraz dursana!’ diyesi geldi. Gönlünün gürültüsünü işitti. İlk kez bütün bedeninin boşalmış gibi olduğunu hissetti. Sabahtan beri yaşadığı hadiseleri gözünde canlandırdı. Nurbike’nin ince beline kemer gibi dolanan simsiyah saçları, yanaklarındaki gamzeler, edalı sesi, atın üstünde oturuşu çevresini kuşatan dağların, gür kırların, ormanların renklerini değiştirmiş gibi göründü gönlüne. İlk defa doğduğu obaya dönmek istemedi. Buradan doğruca Kuşçu Sofi’nin çadırına geriye dönesi geldi. Kendi kendine söylendi:

      – “Ne yüzle gideceksin. Teşekkür ettin, konuk sofrasına oturdun. Şimdi bahanen de yok. Ayağım kırıldığında hiç kalkmadan yatıvereydim keşke!”

      Süleyman, Miriş’in;”Yeter bu topladığımız, gidelim artık” sesiyle kendisine geldi. Atlarına atlayıp Gökkaya’ya geldiklerinde, güneş dağın arkasında gizlenmişti. Burası, Süleyman’ın çocukluğunun geçtiği yerdi. Çok kereler bu kayada, kendi sesinin yankısını dinlemişti. Atından indi. Gökkaya’nın eteğine varıp yavaşça;” Okçu Dağbaşı’n kızı Nurbike!’”diye seslendi. Kayadan ses yankılandı:

      “Dağbaşı’n kızı Nurbike! Kızı Nurbike! Nurbike! Bike, keee.. keee…”

      Süleyman’ın yarası tazelenmiş gibi oldu. Derdini paylaşmak için Gökkaya’yı bulmuştu, sırdaşı sadece burasıydı. Miriş ile Tanatar koşa koşa Süleyman’ın yanına geldiler.

      “Gün battı, gidelim. Bilmiyorum ama biri, Bike diye bağırıyor gibi geldi. Geceye kalmayalım. ‘Kayalarda Al(*) olur, Arvah(*) olur.’ derdi ninem. Duyduğum sesten korktum..”

      “Tanatar! Hani sen, Sultanın askeri olacaktın ya! Bu korkaklığınla, ninemin sözünü tut, Kumru Eley’in kızını al da evin başköşesinde yatıver. Kulağına kızların adı geldiyse yapacağın belli..”

      Tanatar, Süleyman’ın bu sözlerine karşılık altta kalmak istemedi.

      “Gerçekten duydum ya.. Sadece ben değil, Miriş de duydu. Nurbike! Nurbike! Der gibi oldu. Çabuk bu kayadan uzaklaşalım.”

      Obaya geldiklerinde el ayak çekilmiş, herkes evine girmişti. Burla nine ile Aysenem, getirdikleri alvancıkları koklayıp koklayıp yere koydular. Bunları bulmak herkesin harcı değildi. Bu dağ bitkisinin kökündeki meyveyle yoğrulan hamur, obanın bir yıllık maya ihtiyacını karşılıyordu. Dağlarda seyrek görülen bu bitkiyi bulup getiren torunlarına gururla baktı Burla nine. Evdekileri sofra başına çağırdı. Sofra başında sohbete devam ettiler.

      Kuşçu Sofi’den, gerektiğinde obada toplaşmak isteği olduğundan, kendilerine gösterdiği hürmetten, yol gösterip alvancık bulunan yerleri tarif ettiğinden, hatta kocaman başlı, adam kılıklı Alabay’dan dem vuran Tanatar birden:

      – “Süleyman! Sen, onun dilsiz torunu ile Üç Mazı’nın yanında konuştun mu?” diyerek beklenmedik bir soru sordu.

      “Haa.. O dilsiz değilmiş. Konuştuk biraz. Utanacak gibi olursa konuşmuyormuş!”

      “Adı neydi, sormadın mı? Kuşçu Sofi’nin tek oğlu Okçu Dağbaşı’nın oğlu olmalı.”

      “Yok, sormadım. Az konuştuk. Geceye kalmayın,

Скачать книгу