Suç Koridoru. Metin Yıldırım

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Suç Koridoru - Metin Yıldırım страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Suç Koridoru - Metin Yıldırım

Скачать книгу

ama en tehlikeli yerde çalışan birinin koruyucu elbisesi krize sebep oluyor ha?

      Bu pezevengler hep yalan söylediler bize. Kendi iktidarlarını ayakta tutmak için bir düşman yaratıyorlar. En kolayı da Türkler… Yüz yıl önce olan olaylardan bıkmadık mı? Dedenin kendisi, yolda yakaladığı beş tane Türk’ü öldürdüğünü söylemedi mi? Savaşta herkes birbirini öldürdü. Hala yüz yıl önce olan şeylerin hırsı ile tüm hayatımızı mahvettiler.

      Şoger, sigarasından bir nefes daha çekti. Sinirinden kıpkırmızı olmuştu. Gözlerinden akan yaşlar yüzünde kurumuştu. Kocasına nefretle bakıp devam etti:

      –Sen de suçlusun! Her tarafından nefret akıyor. Üstünden, başından her yerinden nefret akıyor. Hatta, nefesin bile nefret kokuyor. Senin yüzünden öldü oğlum. Dağ gibi oğlumu sen öldürdün…

      –Şoger ne söylüyorsun sen?

      –Sus! Konuşma sen. İçimi yakan ateşi konuşayım bari…

      Kikos, bir şeyler söylemek istedi ama Şoger’in durumunu görünce bundan vaz geçti. Şoger yeniden ağlamaya başlamıştı. Hıçkırıkları biraz azalınca yeniden devam etti:

      –Suçlu sensin! Sen de her törende dükkanı kapatıp törene gittin. Zaten fakirdik, senin kinin bizi daha da fakirleştirdi. Her 24 Nisan’da yaktığın bayrak parçalarının yanık kokusunu, bu küçük evin her tarafına yaydın. Nefes alamadım biliyor musun? Şimdi git şu kutunun içindeki yanık bayrak parçalarını getir, bizim açlık kokan nefesimiz, belki yanık kokusuyla değişir. Her törene gidişinde ne kazandın? Zaten olmayan kazancımız biraz daha azalmadı mı?

      Suçlu sensin!.. Sende bu Sarkisyan’a oy verdin. Radyasyon elbisesi eskidiği için ölen oğlumu sen yem ettin. Paramız olsaydı orada çalışmasına izin vermezdim. Senin oğlun koruyucu elbisesi eskidiği için ölürken, senin oy verdiğin Sarkisyan lüks içinde yaşıyor. Avrupa’nın değişik şehirlerinde oğlumun ölümü şerefine şampanya kadehi kaldırıyor.

      Onların yüzünden açız, aç… Bak buraya: İşte Iğdır’ın ışıkları görünüyor. Burada osurursan, oradan duyacaklar. Markara Köprüsü’nden ucuz mal alacakken, aynı malı bize Gürcüler satıyor, Ruslar satıyor… Hem de iki-üç kat pahalı. Onların düşmanlığı, beni aç bıraktı aç… Onların düşmanlığı, senin içine kin olarak doldu. O kinle yattın, o kinle kalktın… Kininle hem kendini zehirledin hem de beni. Yetti artık… Yetti artık…

      Oğlum kahramanmış! Peh… S.... böyle kahramanlığın içine… Oğlum öldüüüüü! Oğlum öldüüüü… Ben bu kokuşmuş ülke için kahraman istemiyorum, oğlumu istiyorum. Oğlumu istiyorum…

      Şoger çıldırmış gibiydi. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Ağlamaktan şişen gözleri yerinden fırlayacak gibiydi. Göğsü yerinden fırlayacak gibi inip kalkıyordu. Kikos, yerinden kalkmak istedi ama kalkamadı. O da ağlıyordu. Eli ayağı boşalmıştı. İlk defa Şoger’i bu kadar çılgın, deli, saldırgan ve aynı zamanda kararlı görüyordu.

      Şoger, ayağa kalkıp bir müddet öylece durdu. Sonra hiçbir şey demeden yatak odasına gitti.

***

      Yeraz, yatağında yan dönerek yastığına sarıldı. Uyanmıştı ama biraz daha uyumak istiyordu. Evini ve küçük yatağını özlemişti. İstanbul’daki yatağı kadar rahat olmasa da, yine de kendi yatağı onun için çok özeldi. Çocukluğunu hatırladı. Bacağını kıvırıp gözlerini tekrar kapadı. Perdenin köşesinden içeri giren güneş, tam Yeraz’ın yüzüne vurunca kafasını biraz geri çekti. İçi sevinçle doluydu. Uyuyamayacaktı. Tam kalkmaya karar verdiği anda annesi Nana’nın sesini duydu:

      –Yeraz, haydi kalk! Kahvaltı hazır!

      –Geliyorum anne.

      Yeraz, yatağında biraz gerindikten sonra kalktı. Perdesini açarak, Erivan’ın varoşlarındaki dar sokakları seyretti. Köşedeki çöp bidonu dolmuş, atıklar yerlere saçılmıştı. Yolun asfaltı yer yer kalkmış, gece yağan yağmur suyu çukurlara dolmuştu. Sokağın karşısındaki komşularının yırtık perdesi hafifçe aralanmıştı. Güneş şimdi kendi taraflarına vuruyordu. Öğleden sonraki güneş onların evini aydınlatacaktı. Havadaki güneşe baktı. Yer yer kümeleşen bulutların arasından içini ısıtan bu güneşi, havayı, bu dar ve kirli sokağı özlemişti.

      Bir an sokakta top aynadığı, arkadaşları ile birlikte ip atladıkları zamanlar aklına geldi. Yırtık ayakkabı ile utanarak okula gittiği zamanları hatırladı. Belki zor günlerdi ama çocukluğunu özlemişti. Bir an kahvaltıyı bırakıp sokağa çıkmak istedi. Nana’nın sesi yeniden duyuldu:

      –Yeraz, haydi kızım. Baban da seni bekliyor.

      Hayallerinden ayrıldı:

      –Geliyorum anne…

      Az sonra mutfaktaki küçük masanın başında oturmuşlardı. Masada salam, yumurta, peynir gibi şeyleri görünce, içinden: “Akşam iyiki babama para vermişim!” diye düşündü.

      Gagik, sevgi ile kızına bakıyordu. Oturduğu yerden kalkıp, kızının yanına geldi ve sandalyenin arkasından onun boynuna sarıldı. Saçlarını toparlar gibi okşadı. Boynundan bir öpücük aldı. Saçlarını koklayarak: “Kızım, seni çok özledik! Nasılsın!” dedi.

      Ailece gülümsüyorlardı. Hem Gagik hem de Nana çoktandır böyle güzel bir kahvaltı sofrası görmemişlerdi. Kızlarının akşam verdiği para ile donatılan sofradaki güzel yiyeceklere her ikisi de iştahla baksa da, kızlarının özlemi onların açlığını ve iştahını bastırıyordu. Yeraz acıkmış olacak ki hemen kahvaltıya başlamıştı. Öyle iştahla yiyordu ki babası ile annesinin kendisini seyrettiklerini son anda fark etti:

      –Siz neden yemiyorsunuz?

      Gagik:

      –Seni izlemek daha güzel! Yeriz kızım yeriz, diyerek salamdan küçük bir parça kopardı.

      –Haydi ama siz yemezseniz benim boğazımdan geçmez.

      Hep beraber gülümsediler. Biraz sonra sofraya konulan yiyecekler bitmişti. Her üçü de tıka basa yemişlerdi. Üstüne bir keyif çayı koydular.

      Gagik:

      –Rahatın yerinde mi kızım? Haydi anlat bakalım oraları.

      –Baba, çok rahatım. Her ay 300 dolar para alıyorum. İzin günümde de ayrıca bana harçlık veriyorlar.

      –Çok iyi kızım.

      –Evet baba. Epeyce para biriktirdim. Beş bin dolar para getirdim size. Ayrıca akrabalara bir sürü hediye aldım.

      Yeraz bunları söylerken mutluluktan uçuyordu. Beş bin dolar kelimesini duyan anne ve babanın yüzünde bir gülümseme oluştu.

      –Kızım sen hiç harcamadın mı?

      –Harcadım baba. Kendime elbise falan aldım. Zaten kaldığım evde yiyip içiyorum. İzin günümde de aldığım harçlık bol bol yetiyor bana. Keşke daha önce gitseydim.

      –Yanında

Скачать книгу