Özbek Hikâye ve Kıssaları. Muhammed Emin Töhliyev

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Özbek Hikâye ve Kıssaları - Muhammed Emin Töhliyev страница 3

Жанр:
Серия:
Издательство:
Özbek Hikâye ve Kıssaları - Muhammed Emin Töhliyev

Скачать книгу

layık bir şey yoktu. Ona layık bir şeyler vardı ya hepsi borçlarının ödenmesine gitmişti. Çok düşündü lakin gönlü hiçbir şeyde karar kılmadı. “Eğer eski zamanlarım olsa ala sakar atımı verirdim…”

      İçi sıkıldı. Bir zamanlar var olan zenginliği, serveti aklına geldi. Ala sakar atı, rahvan doru atı, deve gibi boy bosuyla Rus yük atı… Üç faytonu, sulak arazileri…

      Neyi vereceğine karar veremedi. Başkalarının verdiği adakların, hediyelerin üstünde bir şey vermeyi düşünüyordu.

      Aklına birden bire zengin çocuğu Yoldaş geldi. “Yoldaş, on batman pirinç, bir tane iyi cins oğlak kapma yarışı kazanmış at, baştan ayağa giyim kuşam verdi…”

      Böyle hayallerle evine varıp içeri giriyordu ki hanımı durdurdu.

      – İçerde kadınlar var. Siz diğer odaya girin. Misafirlere pilav ve içecek hazırladım. Şimdi size de pilav alıp geliyorum.

      Semender Ağa, küçük tabaktaki pilavı tek başına oturup yemeye başladı. Pilavı yarılamıştı ki hanımı gelip karşısına oturdu:

      – İyi ki geldiniz babası. Kızınıza görücüler geldi. Ben ne diyeceğimi bilemedim.

      – Gelenler kimmiş? Nereden gelmişler?

      – Hani şu Azize kadınla Rüstem ağanın hanımı… Sizin şeyhiniz adına görücü gelmişler. Şimdi “yaşlanıp durulmayan, acıyıp sevilmeyen” şeyh, iki karısının üstüne bu…

      Bu sözleri işiten Semender Ağa’nın gözleri parladı:

      – Doğru mu? Şeyhin görücüleri mi? Şeyh neden bana hiç belli etmemiş ki?

      – Kocaman adam. Ben görücülere kızım daha küçük, on yedi yaşına girdi dedim. Böyle cevap vereyim mi?

      O sırada dışarıdan bir kadın sesi işitildi:

      – Kumrubaş! Misafirler kalktılar!

      Kumrubaş yerinden kalktı. Kocasına bir şeyler söylemek ister gibi baktı. Semender Ağa bir gencecik kızını, bir şeyhi, aklındaki hediye meselesini ve en sonunda da koskoca şeyh hazretlerinin güveyi olacağını düşünerek:

      – Biricik kızımızı şeyhimiz hazretlerine verdik. Başımızın gözümüzün sadakası olsun deyiver, dedi.

      Kumrubaş, beklemediği bu sözü işitince kızarıp bozardı. Resim gibi kaskatı kesilerek duvara dayanıp kaldı.

      III

      Şerafet, Semender Ağa’nın biricik kızıydı. Bu kız, bu çevrenin güzellikte, hamaratlıkta, işve ve nazda, el çabukluğunda bir tanesiydi. Mahallenin delikanlılarından iki üç tanesi bir yerde toplansalar konuştukları en önemli konu Şerafet olurdu. “Bu kız Allah’ın hangi bahtlı kulunun olur acaba? Kimin evini abad eder?” diye kafa yorarlardı.

      Şerafet’in şeyhe verildiğinin haberi duyulduktan sonra bütün mahalle halkı günlerce bunun dedikodusunu yaptılar.

      …

      Sokakta sıra sıra arabalar sürülüp geçmeye çalışıyordu. On-onbeş arabaya doluşan kadınların düzensizce söylediği “Yâr yâr” türküleri ortalığı yıkıyor, göklere yükseliyordu. Sandık, yorgan, halı, bohça ve başka şeyler yüklemiş; yüklerin üstüne de bir iki koca karı oturtmuş olan arabacılar öndekiler gibi birbirlerini geçmek için yarışıyordu.

      Bu gürültü patırtıyla gitmekte olan göç en sonunda şeyhin kapısına yaklaştı. Sokağın ortasında gürül gürül yanan, alevleri göklere yükselen ateşin etrafında toplanmış bir grup erkek sesleri çıktığı kadar “Yâr yâr” türküleri söylüyordu. Onların berisinde başına çarşaf örtmüş, çapan giymiş, başörtüsü takmış kadınlar, gelinler, küçük kızlar… Önlerinde kocaman kumaş topları almışlar; onlar da “Yâr yâr” türküleri tutturtmuşlardı:

      “Tahta tahta köprüler tahtın olsun yâr yâr

      Fatmana gibi senin bahtın olsun yâr yâr

      Uzun uzun sicimlerden salıncaklar yâr yâr

      Kısa entari giyerler gelincikler yâr yâr…”

      Ateşin etrafında toplanan kadın erkek hep birden “gelin geldi, gelin geldi!” diye bağrıştılar. Birkaç delikanlı kucak kucak kurumuş pamuk sapı alıp ateşin ortasına attılar. Ateş güçlendi, alevleri yine yükseldi.

      Herkes sabırsızlanmaya, kımıldanmaya başlamıştı. Çocuklar kızın geleceği tarafa doğru koştular. Gürültü patırtı arasında arabalar geldi. Halk arasında:

      – İşte gelin. İşte kızın ineceği araba, diye konuşmalar başladı.

      Arabacı, gelini getiren arabayı gösterişli bir tarzda ateşin üzerine sürüp atı kamçıladı. Araba ateşi geçip kapıya yakın bir yerde durdu.

      “Güvey!”, “Enişte!”, “Efendimiz nerde?”, “Çekilin! Çekilin!” diye sesler işitildi.

      Biraz sonra apak sakallı, gücü kuvveti bitmiş bir ihtiyar olan güvey beyefendi üzerinde altın işlemeli elbisesi; kocaman bel kuşağı bağlamış halde birkaç aksakallı müridinin arasında yavaş yavaş ilerleyerek arabaya yaklaştı. Yine halk arasında sesler yükseldi:

      – Gelini elinden tutup indir enişte! Haydi kaldır!

      – Haydi efendim! Elinden tutun!

      Yaşlı adam titreyen ellerini arabaya uzatıp kızı oturduğu yerden kaldırdı ve bir iki adım attıktan sonra yere bıraktı.

      Kalabalıktan yine sesler yükseldi:

      – Maşallah efendim! Maşallah!

      – Efendimiz boş adam değilmiş.

      – Hala belinde kuvvet varmış efendimin!

      Bu gürültü patırtı, hır gür gece yarısı sona erdi. Eğlenceye sahne olan sokaktan insanlar çekildi, ortalık kapkaranlık ve sessiz bir mezarlığa döndü.

      IV

      O sırada şeyhin evinden iki delikanlı çıktı.

      – Eh, sokak çok karanlıkmış yahu!

      – Şuna bak ey! Gökte bir tek yıldız yok.

      – Yürü hadi! Bu gece sanki şeyh dedenin gönlü gibi olmuş.

      – Doğru ya. Ben kıza acıyorum. Zavallı bula bula kimi buldu ya…

      – Ne demezsin. Babasının ocağına ateş düşsün. Adam değilmiş.

      – Sakalı pamuk gibi ağarmış, torunu yaşta kızı arabadan alışına bak. İnsanın yüreği dayanmıyor. Bunu bir şeye benzeteceğim ya benzetecek bir şey bulamadım.

      O

Скачать книгу