Çuvaş Kızı Salambi. Aleksandır Artemyev

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çuvaş Kızı Salambi - Aleksandır Artemyev страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Çuvaş Kızı Salambi - Aleksandır Artemyev

Скачать книгу

öfkelenerek “Bak ona çocuk da doğurmuş, enstitüden de kovulmuş.” dedi.

      Taruş dostuna karşı çıkmadı. O kendi sevdası için gerçekten de şüphelenmeye başladı. Böylece Maruş yengesinin söylemediklerini söylemiş olsa da Taruş onun yalanlarını karıştırmadı. Onu Pavıl’ın ateşli ateşli Salambi’yi savunması daha fazla kıskandırdı, Maruş gibi konuşturmak için sıkıştırdı. Kolya’nın ardından kapıyı kilitlemek için Maruş ile Taruş gürültüyle çıktılar.

      Maruş hızlı hızlı konuşarak “Kız ömrü, konukluk; kadın ömrü ebedilik demişler. Boşa söylememişler.” dedi.

      Taruş “Evet, kız ömrü konukluk olmadan, on yediden başlayarak yirmiye varana kadar ancak.” diye onayladı. Burada dostunun kıskanacağını sezdi ve “Yirmi beşe varana kadar ancak.” diye ekledi.

      Maruş “Öyle, işte böyle. Sonra yaşlı kadın sayarlar. Bu yüzden kızlık zamanını düzgünce yaşamak gerek, yoksa kötü söz atla gezer.” dedi.

      “Aynen öyle.”

      Öyle de böyle diyerek onlar kız hayatının çabuk geçtiği konusunda, gençlik döneminde düzgün yaşamanın gerekliliği hakkında, evlenince kızlık zamanının unutulması gerektiği konusunda da sohbet ettiler.

      Kolya onların konuştuklarını ilk defa duyuyormuş gibi “Neden bu saksağanlar ‘öyle’ de ‘böyle’ diyorlar.” diye düşündü. Sonra tekrar Salambi’nin asık suratını hatırladı, sonra kızlarla vedalaşmadan sokak kapısını kapatıp akordeonunu çekinmeden çalmaya başladı.

      Gecenin açık havasında akordeon sesi yankılanır, yankılanır. Hiç kimse pencereden sokağa bakmaz şimdi. Biraz önce gece yarısını geçti, yorulan köy rahat rahat rüyaya daldı. Öksüz kopuz uzakta Mançurya bozkırında bir genç askerin hareketsizce yattığını söz söylemeden çalıyor, gözyaşı dökmeden ağlıyor.

      SOĞUK SELAMLAR

      Sevdiğim, selam gönderiyorum

      Selamı kalıp, kendin gelmeye.*

Mektuptan

      Annemi uyandırmayayım diye Kolya evin kapısını yavaşça kapattı, ancak karanlıkta ortaya koyulmuş iskemleye takıldı ve elindeki akordeonu çalıverdi.

      “Eh, oğlum!” diye annesinin uykulu sesi işitildi. “Yine sabaha doğru mu geldin! Valeriy hiç de senin gibi değildi, hiçbir zaman böyle akşam oturmalarında gece geç saatlere kadar gezmezdi, her gece kitap okur otururdu.” diyerek üzüntüyle söylendi annesi. “Hiç kimsenin kızdığı yok sana, kimseden korkman da gerekmiyor. Valeriy dönünce biraz sakinleşirsin.”

      Valeriy’in savaşta öldüğü köyde herkesçe biliniyordu, sadece asker annesi bu habere inanmıyordu. Bir şekilde oğlu sağ diye düşünüyordu, bir gün oğlu güzelce gelip evin kapısını ardına kadar açacakmış gibi geliyordu ona. Bu nedenle de kapı sesi işitilir işitilmez yüreği çarpardı onun.

      İhtiyar kadın her zamanki gibi “Geliyor olmalı yeni yıla doğru, düşümde gördüm.” dedi. Önce kaybolup sonra sağ olduğu anlaşılan askerlerin haberleri yok mu? Hem de ne kadar? Savaş zamanında birçoğunun ölüm haberi geldi ve daha sonra kendileri de sağ salim döndü. Kendisiyle birlikte savaşta olan arkadaşı yazıp göndermiş diyorlar. Yazacak olsa neler yazabilir, kâğıt elbette dayanır. Bu filiz meşe gibi sağlam yiğit nerede kaybolur? Suya da batacağı yok, ateşte de yanacağı yok.”

      İhtiyar sürekli konuşuyor, şimdi de ne zamana kadar kitabı kapatmaz artık.

      “Surımvar’daki Petyuk da bulundu işte, uzun yıllar bir haber alınamadan kaybolmuştu. Hanımı tertipsiz yaşadığı için mektup yazmamış olmalı ha. Bir de şöyle… Turikas’ta bir asker bizim Valeriy’in yaşadığı yerden, Çin’den geldi diyorlar, soyadı Salanıh diyorlar. Onun yanına gidip konuşmalı, o tam da Valeriy’i gören duyan birisi olmalı…

      Kolya karanlıkta ceketiyle çizmesini sessizce koyarken “Salanov? Aaa geçenlerde kızlar onun hakkında konuşuyor olmalı” diye düşündü. O, içerideki odaya gitti ve kapıyı sıkıca kapattı. Annesinin dertli sesi yine de işitiliyordu. Kolya ışığı açmadan soyundu ve uzandı.

      Yok, gözlerini kapatsa da uykusu gelmiyor. Kolya kalktı ve lambayı yaktı.

      Masa üstündeki siyah çerçevede Valeriy’in resmi görüldü. Ne zamandır eline alıp bakmamıştı Kolya bu resme. Düşte de kardeşini bu resimdeki gibi görüyordu o. Sağlam vücutlu asker keyifle gülüyordu. Canlı sanarsın. Ağzını açıp söz söyleyecek gibi.

      Kolya kardeşinin fotoğrafına bakıp uzun uzun düşünceye daldı, sonra masanın çekmecesinden iki zarf çekip aldı. Biri dört köşeli ve kalın, diğeri üç köşeli ve ince. İkisi de kararıp, yırtılmış, adresler de görünmez olmuş. Büyük zarf kana, Valeriy’in kanına bulanmış (asker annesi onu her gördüğünde hüngür hüngür ağlar).

      Bu mektuplara Kolya bakmadan da söyleyebilirse de yüreği yandığı zaman, onları tekrar eline aldı. Önce büyük zarfı açtı, boncuk gibi yazılmış satırlar göründü.

      “Güneş gibi sıcak selam sana Valeriy!

      Nasıl başlasam, ne yazsam ki ilk mektubumda? Yazmaya başlamadan önce ne kadar çok yazasım geliyordu, işte şimdi ne yazacağımı da bilmiyorum. Sana büyük selam, kocaman selam gönderiyorum! Belki de bu mektubu köyde değil, savaş meydanında alırsın, belki oradaki köylerde tarlaların kapıları da yok.

      Gece gündüz hasretle senden mektup bekledim, kaç yıl bekledim, yine de yazmadın. Valeriy, üç kelimeyle de olsa halini bana bildirmedin. Her akşam her sabah senden mektup alma ümidiyle uyuyamadım. Postacı bizim tarafa her geldiğinde yüreğim yarılacakmış gibi çarpıyordu. Kimlerden mektup gelmiyordu, ancak beklediğim yoktu. Yazmadın işte, Valeriy, sen yazayım demedin, belki de yazmaya vaktin yoktu? Bunun için aramızda işte bunlar oldu. Diğer yandan ben senin için kimim? Akraban mı, aradığın kız da değil, yakın arkadaşın da değil, ikimiz birbirimize yazmak için söz de vermedik.

      Ben çocukluğumdan beri seni beğenerek büyüdüm. O zamanlar seninle bir sırada oturabilmek için oyun halkasında senin yanında durmak için ümitlenirdim, ancak bu küçük şans da benim payıma düşmedi. Sen her zaman benden uzaktaydın, Lena Mihaylova ile gezerdin. Karşılaşsak da benimle çok az konuşurdun. Nedendir her şeye rağmen bizi çift olarak görürlerdi. Çocukken Lena bana kızarak “Ay, ayıp ayıp! Valka ile arkadaş!” diye kızardı. Büyüyünce o beni söz geldikçe senin adınla dürtüklemeyi severdi. Sonra ben ona kızmıştım ya da duymamış gibi yapardım, bir de içimden öyle sevinirdim ki. Bir düşünsene komik de üzücü de.

      Senin askere gideceğini öğrenince ben gece boyu gözlerimi yummadım, seni düşünmekten başım döndü. Diğer gün sana ellerimi uzatıp ayrıldığımız gün ne söyleyeceğimi bilemedim, geceleyin hazırladığım sözler de bir yerlere uçup gitti. Aptalca değil mi, insan önünde seninle konuşmaya çekindim, senin için özel olarak hazırladığım mendili de veremedim. İşte böyleyiz biz, Çuvaş kızları, çekingen. Ne oldu bana öyle o zaman, son zamanlarda sana baktım da dilim kurudu, sen de sadece baktın, bir söz de söylemedin. Birbirimizi böylece anladık dedim. Sonra elindeki

Скачать книгу