Erewhon. Samuel Butler

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Erewhon - Samuel Butler страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Erewhon - Samuel Butler

Скачать книгу

rel="nofollow" href="#n3" type="note">3diyen biri gayet haklı bir şekilde “O infortunatos nimium sua si mala norint.”4de diyebilir; çok azımız ne başardığımızı, neden acı çektiğimizi ve ne olduğumuzu görememe yeteneksizliğinden keskin bir acı duyar. Sadece dış görünüşümüzü yansıttığı için aynalara minnet duyalım.

      Nispeten yumuşak bir yer bulduk; her yer taşlıktı. Popolarımıza küçük bir girinti yapmak için ot topladık ve battaniyelerimize sarınıp uyuduk. Gecenin bir vakti uyandığımda gökteki yıldızları ve dağların tepesinde parlak ay ışığını gördüm.

      Nehir hızla akıyordu. Atlarımızdan birinin diğerine kişnediğini duydum ve hâlâ yanımızda olduklarından emin oldum. Hiçbir şey umurumda değildi, ancak üstesinden gelmem gereken bir sürü zorluk vardı. Üzerime hoş bir huzur hâli geldi; günlerini sürekli at üstünde ya da aynı oranda açık havada geçiren hiç kimsenin olduğunu sanmadığım kadar mutlu oldum.

      Ertesi sabah geceden kalan çay yapraklarını çanağın dibinde donmuş olarak bulduk; hâlbuki daha sonbahar bile yaklaşmamıştı. Akşamki gibi bir kahvaltı yaptık ve altıda yola koyulduk. Yarım saat içinde boğaza girdik ve köşeyi dönerken ustamın ülkesinin son görüntüsüne de veda ettik.

      Boğaz dar ve dikti. Nehir şimdi sadece birkaç metre genişliğindeydi ve tonlarca ağırlıktaki kayalara çarpıp gürlüyorlardı; onca suyun çıkardığı bu ses sağır ediciydi. Kimi zaman nehirde kimi zaman da kayaların üzerinde tehlike içinde ilerleyerek bir milden az yolu iki saatte alabildik.

      Yanındaki büyük şelalenin sularıyla ıslanıp duran, rutubetli kayalar kaygan yosunlarla kaplıydı. Hava nemli ve soğuktu. Atların, özellikle de yüklü olanının adımlarını nasıl atabildiğini anlayamıyordum ve geri dönmekten de neredeyse ileri gitmekten korktuğum kadar korkuyordum.

      Yolculuğumuz sanırım üç mil kadar sürdü, ama boğazın biraz daha genişlemesi gün ortasını buldu ve vadiden küçük bir akıntı boğazın içine girdi. Kayalıklar duvar gibi indiği için ana nehirde daha fazla ilerlemek imkânsızdı; bu yüzden yan akıntıda ilerledik. Chowbok, halkının sözünü ettiği geçidin bir yerlerde olması gerektiğini düşünüyor gibi etrafı süzüyordu.

      Kendimizi ve atlarımızı bu küçük akıntının aktığı sırta atana kadar, kayalar ve karışık otlar yüzünden sayısız tehlike atlattıktan sonra şimdi daha az tehlikeyle karşı karşıyaydık ama daha yorgunduk. O sırada bulutlar üzerimize alçaldı ve sağanak yağmur başladı. Üstelik saat altıydı ve on iki saatte altı mil yol yapmış olduğumuz için çok yorgunduk.

      Eyerin üzerinde atlar için besleyici olan tohumlu ebegümeci, bolca çok sevdikleri anason ve marul vardı. Sonra atları salıverdik ve kamp kurmaya hazırlandık.

      Her şey sırılsıklamdı ve biz soğuktan yarı donmuş hâldeydik; dahası çok da rahatsızdık. Çalılık bir yerdeydik ancak dalların ıslak kısımlarını soyup ceplerimizi kuru talaşla doldurana kadar ateş yakamadık. Onu da halledip ateşi bir kere yaktıktan sonra sönmesine izin vermedik; saat dokuz gibi çadırı kurduğumuzda nispeten daha kuru ve ısınmış hâldeydik.

      Ertesi sabah daha iyiydik. Kamp malzemelerini kaldırdık ve kısa bir mesafe gittikten sonra aşağı doğru inerken yolun dünden daha az tehlikeli olduğunu fark ettik. Tekrar boğazın üstünde açılmış olan nehir yatağına varmalıydık. İlk bakışta burada otlak olmadığı açıkça ortadaydı, hatta nehrin iki yanında bodur ağaçlarla kaplı düzlükler ve kesinlikle değersiz dağlar dışında başka bir şey yoktu.

      Ancak ana dağı görebiliyorduk. Bunda bir sorun yoktu. Buzullar dağdan aşağı şelale gibi düşüyor ve görünüşe göre dere yatağına yığılıyorlardı. Genişlemiş nehri izleyerek onlara ulaşmak pek zor olmazdı; ama ana dağ çok zorlu göründüğünden bunu yapmak çok anlamsız olurdu. Ayrıca aşağıdakinden daha bol maden olmadığı sürece, boğazın üstündeki ülkenin doğasına dair pek de merakım kalmamıştı.

      Nehri yukarı doğru takip etmeye ve mecbur kalmadıkça dönmemeye karar verdim. Her koldan gidebildiğim kadar ileri gidecek ve altın arayacaktım. Chowbok beni bunu yaparken izlemekten hoşlanabilirdi ama asla bir yere varmadık, hatta altın renginde bir şey bile bulamadık.

      Chowbok’un ana dağ ile ilgili hoşnutsuzluğu zamanla yok olmuş gibi görünüyordu; oraya yaklaşmak konusunda itiraz etmedi. Sanırım benim orayı geçmeyi denememde bir tehlike olmadığını düşünüyordu ve bu tarafta hiçbir şeyden korkmuyordu; üstelik altın bile bulabilirdik. Gerçek şuydu ki benim oraya çok yaklaştığımı görürse ne yapacağına karar vermişti.

      Keşifle üç hafta geçirdik. Daha çabuk ilerlemenin bir yolunu kesinlikle bulamadım. Hava gündüz iyi, geceleri ise çok soğuktu. Biri hariç, bizi en azından ip ve daha büyük bir ekip olmadan aşılamaz görünen bir buzula götüren her akıntıyı izledik.

      Çoktan denemiş olmam gereken tek bir akıntı kalmıştı. Chowbok bir sabah ben uyurken erkenden kalkıp o akıntıdan üç dört mil çıktığını ve daha ileri gitmenin imkânsız olduğunu gördüğünü söylemişti.

      Uzun süre önce onun büyük bir yalancı olduğunu fark ettiğimden kendim gitmeye kararlıydım. Gittim de. Zor olmak bir yana oldukça da kolay bir yolculuktu; beş altı mil sonra kalın karla kaplı bir sırt gördüm; buzlanmamıştı ve ana dağın bir parçası gibi görünüyordu.

      Mutluluğumu kelimelerle ifade etmek zordu. Kanım coşku ve umutla kaynıyordu; arkamda olan Chowbok’a baktığımda hızla vadiden aşağı inerek geri döndüğünü görünce çok şaşırdım. Beni bırakmıştı.

      4. Bölüm

      Dağın Sırtı

      Ona seslendim ama duyamayacağı kadar uzaktaydı. Arkasından koştum fakat çok ilerlemişti. Sonra bir taşın üzerine oturup etraflıca konuyu düşündüm. Şu açıktı ki Chowbok beni bilerek bu vadiden uzak tutmaya çalışmıştı ama yine de benimle her yere gelme konusunda gönülsüz davranmamıştı.

      Eğer bu büyük dağ sıralarının gizeminin aralanacak olduğu doğru rotada olmasaydım gitmezdi. Gidişi başka ne anlama gelirdi? Öyleyse ne yapmalıydım? Doğru izde olduğum açıkça belliyken geri mi dönmeliydim? Ustamın yerine geri dönmek de yanımda kayalık boğazı geçerken tehlike anında yardım edecek kimse olmayacağından bir bu kadar tehlikeli olacaktı. Diğer yandan tek başıma az bir mesafe bile ilerlemek de çılgınlığın ta kendisiydi.

      Yanında biri varken önemsenmeyecek kazalar (mesela ayak burkulması ya da bir ip uzatılarak kolayca kurtulabileceğin bir yere düşmek) tek başınayken ölümcül olabilirdi. Düşündükçe bu fikirden daha da soğudum; ama yine de vadinin başındaki yere baktıkça dönmeyi daha az istedim ve pürüzsüz karlı yüzeyinin nispeten daha kolay geçilebileceğinin farkına vardım. Olduğum yerden zirveye olan yolculuğumu gözümün önüne getirebiliyordum.

      Epey düşündükten sonra gerçekten tehlikeli bir yere gelinceye kadar gitmeye, olmazsa da dönmeye karar verdim. Bu şekilde davranmalıydım; öyle ya da böyle boyuna çıkıp diğer tarafta ne olabileceği ile ilgili olarak kendimi tatmin etmeliydim.

      Saat sabahın on ile on biri arası olduğundan kaybedecek vaktim yoktu. Neyse ki donanımlıydım, alışkanlıklarıma

Скачать книгу


<p>4</p>

Çiftçiler sahip olduklarının farkına varsalardı ne kadar mutsuz olurlardı.