Erewhon. Samuel Butler

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Erewhon - Samuel Butler страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Erewhon - Samuel Butler

Скачать книгу

sıktım. Kendimi kapana kısılmış bir sıçan gibi hissettim. Rüzgârın şiddeti arttı ve birkaç heykelden gelen ve koroya dönüşen inlemeler de keskinleşmeye başladı.

      O anda ne olduğunu anladım; ses o kadar dünya dışıydı ki beni hiç rahatlatmadı diyebilirim. Şeytanın insan dışı varlıkların kalplerine heykelleri tasarlamak için koyduğu şey, kafalarını bir çeşit org borusuna dönüştürmüştü, böylece ağızları rüzgârı yakalıyor ve rüzgâr eserken korkunç bir ses çıkarıyordu.

      İnsan ne kadar cesur olursa olsun bu yerde, o ağızlardan çıkan böylesi bir konsere tahammül edemezdi. Sise doğru kaçarken onları gözden kaybedinceye ve kafamı döndürdüğümde arkamdan gelen rüzgâr hayaletleri dışında bir şey görmeyinceye kadar ağzıma gelen her türlü hakareti sıraladım. Hayalet şarkılarını duydum ve sanki biri arkamdan gelip beni yakalayıp boğacakmış gibi hissettim.

      Şimdi, İngiltere’ye döndüğümde arkadaşlarımdan birinin orgla bana Erewhon’lu heykelleri hatırlatan, bu heykellerden bazı notalar çaldığını duydum. (Şu an girmekte olduğum ülkenin adı Erewhon’du.) Arkadaşım, Handel’in Litolf tarafından yayınlanan klavsen derlemelerini çalmaya başladığında o anlar net bir şekilde aklıma geldi.

      6. Bölüm

      Erewhon’un İçine Doğru

      Kendimi küçük bir su yolunu izleyen dar bir patikada bulmuştum. Kaçışım için kestirme bir yol bulduğuma çok sevinmiştim. Daha sonra düşündükçe insanların yaşadığı ama henüz bilinmeyen bir ülkede olduğumu anladım.

      Peki bu yerlilerin elinde kaderim ne olacaktı? Girişteki o iğrenç gardiyanlara kurban olarak mı sunulacaktım? Olabilirdi. Bu düşünceyle tüylerim ürperdi. Yalnızlık korkusu da bedenimi büsbütün sarmıştı. Öyle sersemlemiş, üşümüş ve mutsuzdum ki beynimde dolaşıp duran bir sürü düşünceden hiçbirisine tam anlamıyla sarılamıyordum.

      İleri doğru koştum. Daha fazla akıntı geldi. Derken bir köprüye geldim; birkaç çam kütüğü suya atılmıştı. Bu beni rahatlattı çünkü vahşiler köprü yapmazdı. Daha sonra, bunların hiçbirini kâğıda aktaramayacağımı düşündüm -belki de hayatımdaki en çarpıcı ve en beklenmedik andı- ki eğer hatırlarsam bunu memnuniyetle yapabileceğimi düşünüyorum.

      Bulutların seviyesinin altından parlak akşam güneşine çıktım. Kuzeybatıya bakıyordum ve güneş tam üzerimdeydi. Güneş ışığı içimi öyle açtı ki!.. Ama ne göreyim? Bu manzara, Musa, Sina Dağı’nın zirvesinde durduğunda ona gösterilen ve kendisinin girmesinin yasak olduğu söylenen vadedilmiş topraklar gibiydi.

      Güzel gün batımında gökyüzü kırmızı ve altın rengiydi; üstünde yüksek, kuleli ve yuvarlak kubbeli pek çok kasaba ve şehir olan düzlüklerin olduğu yerde gözden kaybolan mavi, gümüş ve mor; enfes ve huzur verici renkler… Altımda art arda tepeler, silüetler, kimi zaman güneş ışığının ardında kalmış gölgelik, kimi zaman da gölgelerin ardındaki güneşli alanlar ve sel sularının açtığı geçitler vardı.

      Geniş çam ormanları ve düzlüklerde akan asil nehrin ışıltısını gördüm. Aynı zamanda bir sürü köy ve mezra vardı. Hatta bazıları yakındaydı. En çok aklıma takılan da bunlardı. Büyük bir ağacın altına çöktüm ve ne yapabileceğimi düşündüm ama aklımı toplayamadım. Oldukça yorgundum; güneşle ısınmış olarak sakin bir şekilde derin bir uykuya daldım.

      Çınlayan çanların sesiyle uyanmış etrafa bakıyordum. Yanımda otlayan dört beş keçi gördüm. Hareket eder etmez yaratıklar kafalarını çevirip merakla bana baktılar. Kaçmadılar ama kalakaldılar ve beni iyice süzdüler. Ben de onlara baktım.

      Sonra konuşma ve kahkaha sesleri geldi ve on yedi on sekiz yaşlarında, gabardine benzeyen bir kumaştan elbise giymiş, bellerinde korse olan iki güzel kız bana doğru gelmeye başladı.

      Beni gördüler. Sessizce oturdum ve gözlerim olağanüstü güzellikleriyle kamaşırken onlara bakakaldım. Bir an bana bakıp sonra büyük bir şaşkınlıkla birbirlerine döndüler; sonra da hafif, korku dolu bir çığlık atıp olabildiğince hızlı kaçtılar.

      Kaçışlarını izlerken Buraya kadarmış,dedim kendi kendime. En iyisinin bulunduğum yerde kalıp kaderimle -bu, her ne ise-yüzleşmekti. Daha iyi bir şey olacaksa bile onu kaldıracak gücüm yoktu. Er ya da geç yerlilerle karşılaşmam gerekecekti. Ne olacaksa olsundu.

      Kaçarak ertesi gün yakalanacağıma onlardan korkmamış gibi görünmek daha iyiydi. Oldukça sakin şekilde durup bekledim. Bir saat kadar sonra heyecanlı bir şekilde uzaktan gelen konuşma sesleri duydum ve birkaç dakika içinde o iki kızın ok, yay ve mızraklarla silahlanmış altı yedi erkekten oluşan bir grubu getirdiğini gördüm. Yapılacak bir şey olmadığından onlar yanıma gelene dek sessizce oturup bekledim. Sonra dikkatle birbirimizi izledik.

      Kızlar da erkekler de koyu tenliydi; ama güneyli İtalyanlardan ya da İspanyollardan daha koyu değil. Erkekler pantolon giymiyordu; Cezayir’de gördüğüm Araplar gibi giyinmişlerdi. Gördüğüm en olağanüstü varlıklardı. Kadınlar ne kadar güzelse erkekler de o kadar yakışıklı ve güçlüydüler. Sadece bu da değil; ifadeleri de kibar ve sevecendi.

      Sanırım en ufak bir şiddet gösterisinde bulunmuş olsaydım beni öldürmüş olurlardı; ama sakin olduğum sürece canımı yakacaklarmış gibi durmuyorlardı. Birinden ilk görüşte hoşlanma gibi bir huyum yoktur ama bu insanlar beni düşünebileceğimden çok daha fazla etkilemişlerdi. Bu yüzden birer birer yüzlerine baktıktan sonra onlardan korkmamaya başladım.

      Hepsi de güçlü adamlardı. Onlardan herhangi birine teke tek rakip olabilirdim; çünkü daha önce bana çoğu kimseden daha yapılı bir vücudum olduğu söylenmişti. Yaklaşık altı fit uzunluktaydım ve bununla orantılı olarak da güçlüydüm; ama şu durumda son yaşadıklarım yüzünden hâlsiz olmasaydım bile içlerinden herhangi ikisi beni yere serebilirdi.

      Açık renk saçlarım, mavi gözlerim ve diri bir tenim olduğundan onları en çok rengim şaşırtmış gibi görünüyordu. Bunun nasıl olabileceğini anlayamadılar. Kıyafetlerim de onlarınkinden epey farklıydı.

      Gözleri merakla üzerimde gezindi ve inceledikçe akılları daha da karışmış göründü. Sonunda doğruldum ve sopama dayandım. Liderleri gibi duran adama aklıma ne geldiyse söylemeye başladım.

      Anlamayacağını bildiğim hâlde İngilizce konuştum. Hangi ülkede olduğuma dair hiçbir fikrim olmadığını ve bir seri kazadan kıl payı kurtulduktan sonra kaçarak neredeyse kazara buraya düştüğümü ve beni hiçbir şeytanın almasına izin vermeyeceklerinden emin olduğumu, merhametlerine sığındığımı söyledim. Bütün bunları sessizce ve kesin bir şekilde, ifademi fazlaca değiştirmeden söyledim.

      Beni anlayamadılar ama onaylayıcı tavırlarla birbirlerine baktılar ve memnun göründüler. Ya da ben öyle düşündüm. Ne korkmuş ne de aşağılanmış göründüm. Doğrusu korkmanın ötesinde bitkindim. Sonra içlerinden biri heykellerin olduğu yöndeki dağı gösterdi ve bir diğeri onların taklidini yapmak için yüzünü buruşturdu.

      Güldüm ve titredim. Bunun üzerine hepsi kahkaha attı ve birbirleriyle konuştular. Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum ama sanırım heykellerin ötesinden geliyor

Скачать книгу