Erewhon. Samuel Butler

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Erewhon - Samuel Butler страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Erewhon - Samuel Butler

Скачать книгу

köylere çok benziyordu.

      Gelişimin sebep olduğu heyecandan uzun uzun bahsetmeyeceğim. Şu kadarı yeterli ki çoğunun merakını uyandırdım ama hiçbirinden kabalık görmedim. Beni yakalayan insanlara aitmiş gibi görünen iş merkezine götürüldüm. Orada gayet misafirperver bir şekilde ağırlandım ve bana akşam yemeği olarak süt ve bir çeşit yulaflı kekle keçi eti ikram edildi; ben de iştahla yedim.

      Yemek yediğim süre boyunca gözlerimi bana ganimet gibi görünen, ilk gördüğüm iki güzel kızdan alamadım. Kesinlikle ikisi için de her şeyi göze alırdım.

      Bunlardan başka beni tütün içerken görünce yaşadıkları şaşkınlıktan bahsetmeden geçemeyeceğim; ama beni kibrit çakarken gördüklerinde pek de onaylamadıklarını hissettiren nedenini anlayamadığım bir velvele oldu.

      Daha sonra benimle ikna edici bir şekilde konuşmaya çalışan adamla baş başa kaldım; ama uzun bir yoldan geldiğim ve oldukça yalnız olduğum dışında başka bir şey anlatamadım.

      Zamanla yorgun düştüler ve ben de uyuklamaya başladım. Yerde battaniyelerimin içinde yatabileceğimi işaret ettim ama bana kuru eğrelti otu ve ottan yapılan yataklarından birini verdiler, ben de uzandım ve ertesi sabaha dek kendimi kulübede başımda nöbet tutan iki adam ve yemek yapan yaşlı bir kadınla buluncaya dek uykuda kaldım. Kalktığımda adamlar memnun görünüyorlardı. Bana nazikçe günaydın dercesine seslendiler.

      Evin birkaç metre ilerisindeki derede yıkanmak için dışarı çıktım. Ev sahiplerim her zamanki gibi benimle meşguldüler; gözlerini benden hiç alamıyorlardı. Ne kadar önemsiz olsa da yaptığım her hareketi izliyorlardı ve her biri, bir diğerinin fikrini almaya çalışıyordu.

      Her şeyimle onlar gibi bir insan olduğumdan şüphe etmiş gibi göründüklerinden yıkanmamla çok ilgilendiler. Hatta kollarımı yakalayıp incelediler. Güçlü ve kaslı olduklarını görünce takdir ettiler.

      Sonra da bacaklarımı ve özellikle ayaklarımı incelediler. Bıraktıklarında onaylarcasına birbirlerine dönüp baş salladılar. Saçımı taradığımda ve şartlar elverdiğince kendime çekidüzen vermeye çalıştığımda ise bana olan saygılarının arttığını görebiliyordum. Bu yüzden hiçbir şekilde bana yeteri kadar hürmet gösterip göstermediklerinden emin değildiler. Tek bildiğim bana karşı çok iyi olduklarıydı ki tam tersi de mümkündü. Onun için bu konuda onlara minnettarım.

      Bana gelince, soğukkanlılıkları ve vakur rahatlıkları beni etkilediğinden onlardan hoşlandım. Davranışlarından da benden hoşlandıklarını hissettim; onlar için sadece anlayamadıkları şekilde yeni ve sıra dışıydım.

      Tipleri daha çok, güçlü İtalyanlar gibiydi ve üslupları da bütün bilinçsizlikleriyle gayet İtalyanlara özgüydü. İtalya’da çokça seyahat ettiğim için bana daima o ülkeyi hatırlatan pek çok el ve omuz hareketini anımsıyorum. En akıllıca planın başladığım gibi devam etmek, -iyi ya da kötü- olduğum gibi görünmek ve şansımı o şekilde devam ettirmek olduğunu düşünüyordum.

      Onlar benim yıkanmamı beklerken ve geri dönüş yolunda bunları düşünüyordum. Sonra bana sıcak ekmek, süt, koyun etiyle geyik eti arası kızarmış bir et verdiler. Yemek pişirme ve yeme şekilleri Avrupaiydi, sadece çatal olarak şiş ve kesmek için de bir çeşit kasap bıçağı kullanıyorlardı.

      Odadaki her şeye baktıkça Avrupalilarınkine benzer karakterlerine aklım takıldı. Eğer duvarlarda Illustrated London News ve Punch’tan alıntılar asılı olmasaydı, kendimi yolumun üstündeki bir çoban kulübesinin içinde sanabilirdim. Ama yine de her şey biraz daha farklıydı.

      İngiltere’yle karşılaştırıldığında kuşlar ve çiçekler aynıydı. Sonra neredeyse bütün bitkilerin ve kuşların İngiltere’dekilere benzediğinin görmekten memnun oldum; kızılgerdan, tarla kuşu, çalı kuşu, papatya ve hindiba da vardı. İngiltere’dekilerin aynısı değildiler ama onlarla aynı ismi alabilecek kadar benzerlerdi. Bu iki adamın davranışları ve evlerindeki şeylerin hepsi Avrupa’dakilerle neredeyse aynıydı.

      Bu, gördüğün her şeyin garip olduğunu düşündüğün Çin’e ya da Japonya’ya gitmek gibi değildi. Aslında kendimi sadece normal araçların, ilkellerinin olduğu bir yerde tıkılmış olarak hayal ettim, çünkü icatları Avrupa’nın yaklaşık beş ya da altı yıl gerisinde gibiydi; gerçi bu durum çoğu İtalyan köyündeki durumun aynısıydı.

      Kahvaltı yaptığım süre içinde, hangi insan ırkına ait olabilecekleri hakkında düşünüp durdum ve birden aklıma düşündükçe heyecandan yanaklarımı kızartan bir fikir geldi.

      Bunların, dedem ve babamın bilinmeyen bir ülkede yaşadıklarından söz ettikleri ve Filistin’e kesin dönüş yapmayı bekleyen İsrail’in on kayıp kabilesi olmaları mümkün müydü? Kaderimde onların dönüşüne vesile olmam yazılı olabilir miydi?

      Of, ne düşünceydi bu! Çatalımı bıraktım ve kabataslak onları inceledim. Yahudilere benzer hiçbir yanları yoktu; burunları açıkça Grek burnuydu ve dolgun dudakları Yahudi tipine uygun değildi.

      Bu tezi nasıl çürütebilirdim? Ne Yunanca ne de İbranice biliyordum hatta burada konuşulan dili anlasam bile bu dillerin hiçbirinin kökenine inemezdim. Huylarını öğrenecek kadar uzun süredir aralarında bulunmamıştım ama bana pek de dindar insanlarmış izlenimini vermediler. Bu çok doğaldı. O on kabile hep acınacak şekilde dinsizdiler. Peki, ben onları değiştiremez miydim? İsrail’in on kabilesini tek gerçeğin bilgisiyle donatmak gerçekten de ölümsüz zafer tacı olurdu! Bunu düşündükçe kalp atışlarım hızlandı.

      Bu, bana diğer dünyada iyi yer sağlamaz mıydı? Hatta belki bu dünyada bile! Böyle bir şansı kaçırmak ne aptallık olurdu! Onlar kadar yüksek olmasa da havarilere yakın bir yerde olurdum. Ama kesinlikle ikincil peygamberlerden daha yüksekte ve büyük ihtimalle de Tevrat’ın yazarları Musa ve Yeşaya’dan yüksekte bir yer edinirdim.

      Böylesi bir gelecek için bir an bile tereddüt etmeden her şeyimi feda ederdim; yeter ki bana makul bir güvence verilsin. Misyoner çabaları her zaman samimiyetle takdir etmişimdir ve ara sıra onları desteklemek ve yaymak için katkıda bulunmuşumdur. Hiçbir zaman kendim misyoner olma hissi duymadım; ama onlara her zaman hayranlık ve saygı duyarım. Ayrıca onları kıskanırım.

      Ama eğer bu insanlar İsrail’in kayıp on kabilesiyse durum tamamen farklı olurdu: Fırsat kaçırılmayacak kadar mükemmeldi ve gerçekten kayıp kabileye geldiğime dair izlenimlerimi doğrulayacak cinsten belirtiler görürsem kesinlikle dinlerini değiştirmeliydim.

      Burada bu keşfin hikâyemin başlarında ima ettiğim şey olduğundan bahsedebilirim. Zaman, önce bendeki izlenimi güçlendirdi; birkaç ay şüphe duyduğum hâlde daha sonra bundan oldukça emindim.

      Yemeğim bitince ev sahiplerim yaklaştı ve sanki benim de onlarla gitmemi istercesine kendi ülkelerine giden vadiyi işaret etiler. Aynı zamanda kolumu yakalayıp beni çekiyor gibi yaptılar ama şiddet kullanmadılar.

      Güldüm ve oraya gidersem öldürülmekten korktuğumu göstermek için ellerimle boğazımı keser gibi yaptım. Bana hemen vaatte bulundular ve tehlikede olmadığımı göstermek için kararlılıkla ellerini sıktılar.

      Davranışları beni oldukça rahatlattı. Yarım saat içinde

Скачать книгу