Erewhon. Samuel Butler

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Erewhon - Samuel Butler страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Erewhon - Samuel Butler

Скачать книгу

hoşnutsuz değildiler; hatta kokuyu beğenmişe benziyorlardı.

      Çok geçmeden en iç cebime saklamış olduğum ve aramaya başladıklarında orada olduğunu hatırladığım saatime geldiler. Onu ellerine aldıklarında endişeli ve gergin göründüler. Sonra bana onu açtırıp nasıl çalıştığını göstermemi istediler; bunu yaptıktan sonra oldukça ciddi rahatsızlık işaretleri gösterdiler. Bu beni çok daha fazla huzursuz etti çünkü saatin onları hangi nedenle rahatsız etmiş olabileceğini anlayamadım.

      Onu ilk bulduklarında Paley’in aklıma geldiğini ve saati gören bir vahşinin onun icat edildiğini anlayacağını söyleyişini hatırlıyorum. Doğru, bu insanlar vahşi değildiler ama yine de varacakları sonun bu olduğundan emindim. Başpsikopos Paley’in ne kadar bilge bir adam olduğunu düşünürken yargıcın yüzündeki dehşet ve korku dolu ifadeyle kendime geldim. Saatimin bir icat değil; kendisini ve bütün evreni icat eden, öyle ya da böyle her şeyin meydana gelmesine neden olan şey olduğunu düşündüğünü gösteren bir ifadeydi bu.

      Daha sonra bu sahnenin hiç Avrupa medeniyeti görmemiş birilerinin olduğu bir yerde gayet normal olduğunu fark ettim ve beni böyle şeyler düşünmeye sevk ettiği için Paley’e gücendim. Ama daha sonra yargıcın yüzündeki ifadeyi yanlış yorumladığımı fark ettim. Bu korku değil, nefret dolu bir bakıştı.

      İki üç dakika boyunca sert ve ağırbaşlı bir şekilde benle konuştu. Sonra bunun faydası olmayacağını düşünerek beni birkaç geçitten geçirerek şehrin müzesi olduğunu anladığım büyük bir odaya getirdi. Burada beni daha önce gördüğüm her şeyden daha da çok şaşırtan bir görüntü yakaladım.

      Burası, içinde her çeşit antika olan mahfazalarla doluydu; iskeletler, doldurulmuş kuşlar ve hayvanlar, taş oymalar (Boyunda gördüklerimin sadece daha küçükleriydi.)… Ama odanın büyük kısmı her tür bozuk makine ile doluydu.

      Büyük parçaların kendi kapları ve üzerinde anlayamadığım karakterlerle yazılı etiketleri, hepsi kırık olan paslı buhar motoru parçaları vardı. Aralarında yerde yatan silindir, piston ve bir kırık motor volanıyla krankın bir parçasını gördüm.

      Ve yine oldukça eski, tekerlekleri paslanıp çürümüş bir vagon vardı; gördüğüm kadarıyla özellikle demir raylar için tasarlanmıştı. Gerçekten de günümüzün en ileri buluşlarından pek çoğunun parçaları vardı; ama hepsi de birkaç yüz yıllıkmış gibi görünüyorduve bulundukları yere bilgilendirmek için değil antika olarak konulmuşlardı. Daha önce söylediğim gibi, hepsi bozuk ve kırıktı.

      Pek çok kasa geçtikten sonra, sonunda birkaç saat ve iki üç eski kol saatinin olduğu bir kasaya geldik. Burada başkan durdu ve kasayı açarak benim saatimi diğerleriyle karşılaştırdı. Tasarımları farklıydı ama nesne apaçık aynıydı.

      Bunun üzerine bana dönüp sürekli kasadaki saatleri göstererek sert ve kırgın bir ses tonuyla bir konuşma yaptı. Ben ona saatimi alıp diğer saatlerin yanına koyabileceğini söyleyene kadar da sakinleşmiş görünmedi. Bunu yapınca biraz sakinleşti.

      İngilizce olarak -ton ve davranış olarak söylemek istediğimi anlatabileceğimi umduğum bir tonda- yanımda bilmeden kaçak bir şey getirdiysem özür dilediğimi; sıradan eşyalardan başka bir şeyimin olmadığını ve istemeden çiğnediğim bir yasa varsa saatimi bedel olarak verebileceğimi söyledim.

      Sonra yumuşamaya ve daha nazik bir üslupla konuşmaya başladı. Sanırım onu bilmeden kırdığımı gördü. Ama yine sanıyorum ki onu döndüren ana sebep benim ondan korkmuş görünmeyişimdi; üstelik oldukça da saygılıydım. Açık renk saç ve tenim için daha önce diğerlerinin de yapmış olduğu gibi işaretler yapmıştı.

      Sonradan anladım ki az görülen bir şey olduğundan açık renk saç büyük bir değer sayılıyordu ve ona sahip olan kimseler hayranlık duyulup kıskanılıyordu. Ne olursa olsun saatim benden alınmıştı; ama barış yapmıştık. Sonra muayene edildiğim odaya geri götürüldüm.

      Derken başkan benimle başka bir konuşma daha yaptı. Bunun üzerine kısa sürede kasabanın hapishanesi olduğunu anladığım yakındaki bir binaya götürüldüm ancak beni diğer mahkûmlardan ayrı bir yere koydular. Odada yatak, masa, sandalyeler, şömine ve yıkama tezgâhı vardı.

      Duvarlarla çevrili bir bahçeye inen, tek kat merdiveni olan ve bir balkona açılan başka bir kapı vardı. Beni odaya getiren adam, yemek için bir şeyler getirilmesini istediğimde aşağı inip bahçeye çıkabileceğimi işaret etti.

      Battaniyelerimi ve içine sardığım birkaç şeyi almama izin verilmişti ancak şu açıktı ki -sebebini uzunca bir süre hiçbir şekilde anlayamasam da- ben bir mahkûmdum.

      8. Bölüm

      Hapishanede

      Ve şimdi ilk kez cesaretim işe yaramadı. Diyebilirim ki meteliksizdim; hiç arkadaşımın olmadığı, geleneklerini, hatta dilini bile bilmediğim yabancı bir ülkede hapistim. Tam olarak tanımadığım adamların merhametine kalmıştım. Üstelik, bulunduğum bu zor ve şüpheli durumda, kafamı, rastladığım bu insanlarla meşgul etmekten kendimi alamıyordum.

      İçi makinelerle dolu gördüğüm o odanın ve yargıcın saatime dair memnuniyetsizliğinin anlamı neydi? İnsanların oldukça az makineleri vardı. Bu ülkede yirmi dört saatten fazla kalmadığım hâlde bu durumun içine çakılı kalmıştım. Gelişme düzeyleri ancak on ikinci veya on üçüncü yüzyıl Avrupa’sınınki gibiydi; daha fazlası yoktu. Ama bizim en yeni buluşlarımızı da çok iyi biliyor gibiydiler.

      Bir zamanlar bizden ileri olmalarına rağmen nasıl oluyor da şimdi bizim gerimizdeydiler? Şu kesin ki bu, önemsememekten kaynaklanmıyordu. Benim saatimi gördüklerinde onun saat olduğunu anlamışlardı; bozulan makineler de önceki uygarlıklarından kalanları kaybetmek istemedikleri için korunmuş ve etiketlenmişti. Ne kadar düşünürsem düşüneyim anlayamıyordum. Ama sonunda şu sonuca vardım ki demir ve kömür madenlerinde tek bir kalıntı bile kalmayana kadar bunları en iyi şekilde kullanmışlardı. Bu düşünebildiğim en iyi varsayımdı; üstelik daha sonra bunun nasıl yanlış anlaşıldığını da buldum ve onun en doğrusu olduğuna emin oldum.

      Kapı açıldığında elinde iştah açıcı koku yayan bir tepsiyle duran genç kadını gördüğümde bu fikre dört veya beş dakika içinde zar zor vardığımı fark ettim. Bir örtü serip masayı insanın iştahını kabartan yemeklerle donatırken onu hayranlıkla izledim. Seyrederken onun o huzur veren tavrıyla kendimi daha da iyi hissetmeye başladım.

      Yaşı yirmiden fazla değildi; orta boylu, hareketli, güçlü ve kibar görünümlüydü. Tatlı dudakları, derin ela gözleri, uzun ve kıvrık kirpikleri vardı. Saçları muntazamca örülmüştü ve çok zarif bir tavrı vardı. Görünüşü kusursuz bir güzelliği yansıtıyor, elleri ve ayakları heykeltıraş tarafından özenle yapılmış gibi duruyordu.

      Masayı hazırlarken bir yakınının başına gelen acı bir olayı hatırlıyormuş gibi hüzünlü bir ifadeye bürünmüştü. Hatta bana daha da hüzünlü baktığını düşündüm. Elinde bir bardak ve bir şişeyle geldiğinde beni ellerim yüzümde, yatakta ızdıraplı bir hâlde otururken buldu. Parmaklarımı aralayıp onu odadan dışarı çıkarken izlediğimde benim için üzüntü duyduğuna emindim. Sırtı bana dönükken o mükemmel hazırlanmış

Скачать книгу