Safahat. Mehmet Akif Ersoy

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safahat - Mehmet Akif Ersoy страница 32

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Safahat - Mehmet Akif Ersoy

Скачать книгу

target="_blank" rel="nofollow" href="#n404" type="note">404

      Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?

      Nasıl görür ki yetîmin hurûş eden yaşını?

      Bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,

      Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.405

      Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:

      Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler,

      O tahta-pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût,406

      Güzergehindeki eşbâhı bir mehîb sükût

      İçinde haşr ederek, dalgalarla seyrediyor;

      Zemîne bakmıyor artık, semâ deyip gidiyor.

      Bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı?407

      Suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:

      Evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi,

      Vücûd çekmeyecek ömr-i câvidânîyi,

      Bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,

      Dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!

      Ağır ağır gidiyorken cenâze kâfilesi,

      Nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.

      Çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,

      Açıldı dîde-i im'âna perde perde hayât.

***

      Senin en son serîrindir şu bî-pervâ uzanmış taş,

      Ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!

      Elinde yok halâs imkânı, mâdâm’el-hayât uğraş…

      O, mutlak, sedd-i râhındır, aşılmaz… Muktedirsen aş!408

      Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;

      Musallâ: Âhıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;

      Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;

      Musallâ: Ders-i ibrettir, durur pîşinde irfânın.409

      Bu minberden iner nâsûta en müthiş hakîkatler,

      Bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâatler.

      Civârından geçer zulmette bî-pâyan hayâletler:

      Kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler.410

      Babam, kardeşlerim, evlâdım, annem… Belki bunlardan

      Muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-i cân el'ân,

      Bu taştan atfeder, zanneylerim, dünyâya son im'ân…

      Benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!411

      Serîr-i saltanatlar devrilir, altüst olur dünyâ;

      Müşeyyed bürc ü bârûlar düşer bir bir, bu taş hâlâ,

      Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;

      Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.412

      Namaz kılındı; dua bitti. Kârban, yoluna

      Düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna.

      Yarım saat henüz olmuştu. Yolcular durdu;

      Demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.

      Cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,

      Sokuldu servilerin ortasında bir çukura.

      Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur,

      Kabardı toprağın altında bir çıban, bir ur!

      Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,

      Dönün de arkadakinden sorun fecâatini;

      Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak,

      İlel'ebed o küçük rûh çırpınıp duracak!..

      İstiğrâk

      Tasavvur et ki muzlim bir şeb-i ecrâm-ı nâ-peydâ:

      Yatar heybetli âgûşunda dûrâdûr bir feyfâ;

      Düşen gümrâh için yol bulma yok emvâc-ı zulmetten;

      Gidilmez… Her adım attıkça bir girdâb olur rehzen;

      O rîkistâna batmış, çalkanan seyyâh-ı âvâre,

      Nasıl müştâk ise bir nûra, bir necm-i rehâkâre,

      Sana ey lem'a-i ümmîd ben de öyle müştâkım;

      Görün bir kerre, zîrâ pek karanlık oldu âfâkım!413

      Geçir pîş-i hayâlinden ki cûşâcûş bir umman:

      Nişandır yükselen her mevc-i tûfan-hîzi bir dağdan;

      Ölüm var, kurtuluş yok, sâhil-i imdâd uzaklarda;

      Demâdem rûh titrer korkudan donmuş dudaklarda.

      O coşkun unsurun savletleriyle uğraşan kimse,

      Nasıl eyler tehâlük bir kenâr-ı tesliyet görse,

      Muhât-ı lücce-i ye's olduğum bir böyle hâlimde,

      Senin tayfın da aynıyle o sâhildir hayâlimde414

      Düşün âvâre bir mâder ki: Evlâdından olsun dûr;

      Tahayyül eyle yâhut bir yetîm-i hânümân-mehcûr;

      O bedbahtın nasıl evlâdı hiç gitmezse yâdından;

      Nasıl çıkmazsa mâder, öksüzün bir dem fuâdından;

      Benim yâdım da, ey ârâm-ı can, yâd-ı güzînindir.

      Ne yapsam çünkü manzûrum, senin feyz-i mübînindir:

      Çemen emvâc-ı nûrundur, fidanlar yâl ü bâlindir;

      Sulardan akseden sûret cemâl-i lâyezâlindir.415

      Hırâm-ı nâzenînindir o raksan mevceler cûda;

      Mutarrâ nükhetindir gizlenen ezhâr-ı hoş-bûda.

      Leyâlin sînesinde hâba dalmış nâzenîn eshâr,

      Eder gîsûna yaslanmış cebîn-i pâkini ihtâr.

      Nigâhından saçılmış lem'alardır pîş-i hayrette

      Yüzen ecrâm-ı nûrânûr bahr-i sermediyyette.

      Zemin lebrîz-i âsârın; semâ pâmâl-i envârın:

      Avâlim hep merâyâ-yı nazar pîrâ-yı dîdarın.416

***

       Çekilmek istemiş de subh-dem bir câ-yı tenhâya,

       Oturmuş sâhil-i deryâya, dalmıştım temâşâya.

       Henüz âfâk açılmıştı: Semâ mahmûr idi hattâ

       Nümâyân

Скачать книгу


<p>405</p>

Hilkatin içini, özünü sızlatan beşer iniltisi.

<p>406</p>

Tahta-pâre-i câmid: Donmuş tahta parçası; İğbirar-ı samut: Sessiz iğbirar infial.

<p>407</p>

Mahmil: Fil, deve vs. nin sırtına konan ve içine insan binen, küçük kulübeye benzer binek.

<p>408</p>

Pervasızca uzanmış yatmış olan şu taş, senin en son yatacağın bir sedirdir. Yumuşak yatağından çıkıp bir gün ona baş vuracaksın. Yaşadığın müddetçe uğraşsan da, onun elinden kurtuluş imkânı yoktur. Hayat yolunda yürüyüp gitmene mâni ve aşılmaz bir settir. Bak, aşabilirsen aş.

<p>409</p>

Musalla: Öksüzlerin donmuş gözyaşı dalgasıdır. Musalla: Dünya mâtem-hanesinin kalbinden fırlamış bir ahtır; Musalla; Allah’ın insana minber-i tebliğidir. Musalla: Ehl-i irfân önünde bir ibret dersidir.

<p>410</p>

Bu minberden nâsut âlemine en müthiş hakîkatler iner. Buradan lâhut âlemine en yüksek kanaatler yükselir. Karanlıklarda onun civârında, sayılmakla bitmez hayaletler geçer. Çıplak sefâletler kefenleri omzunda olarak geçmişler.

<p>411</p>

Babam, kardeşlerim, çocuklarım ve annem, belki de bence bunlardan muazzez olan birçok can dostu, bu taştan dünyaya son bir nazar atfediyor sanırım. Ruhum, bu ölüm heykelinden binlerce sessiz figan duyar.

<p>412</p>

Saltanat tahttan devrilir; dünya altüst olur; müstahkem burçlar ve bârûlar birer birer düşer de bu taş, zamanın tahripçi eliyle âdeta alay eder. O, sanki bütün mevcudata hâkim bir yokluk timsalidir.

<p>413</p>

Karanlık ve yıldızsız bir gece tasavvur et ki onun heybetli kucağında uzaklara kadar yayılmış bir çöl yatmaktadır. İçine düşmüş ve yolunu kaybetmiş bir âvâre için, karanlık dalgalarından yol bulmak imkânı yok. Her adım attıkça önüme bir girdap çıkıyor ve yolu kesiyor. O kumluğa düşüp de çalkanan şaşkın bir seyyah, nasıl bir nura ve kurtarıcı bir yıldıza muhtaçsa, ey ümit ziyası, ben de sana öyle müştâkım. Bir kerecik olsun görün! Zira ufuklarım pek karanlıklaştı.

<p>414</p>

Coşmuş, tufanlar koparan dalgaları dağlardan nişane olmuş bir ummanı hayalinin önünden geçir! Öyle bir umman ki, ölmek muhakkak, kurtuluş muhâl, imdat edilecek sahil ise pek uzak. Korkudan donmuş dudaklarda ruh titreyip durmakta. O coşkun suların saldırışlarıyla uğraşan kimse, bir teselli kenarı görünce nasıl tehalükle oraya atılmak isterse ümitsizlik dalgalarıyla ihata edilmiş olduğum şu âlemde senin tayfın hayalime aynıyla o sahil gibi görünür.

<p>415</p>

Evlâdından ayrı kalmış âvâre bir ana düşün, yahut hânûmânından ayrılmış bir öksüz tahayyül et. O talihsiz ananın hatırından evlât hâtırası nasıl çıkmazsa, öksüzün kalbinden de anasının yâdı nasıl ayrılmazsa, ey ruhumun medar-ı aramı, senin hâtıran da benim hatırım da öylece durmaktadır. Çünkü ne yapsam gördüğüm senin apâşikâr olan feyzindir. Çimenler, nurunun dalgaları, fidanlar boyunun bosunun timsali, sularda akisler yapan suret de zeval bulmaz olan cemalindir.

<p>416</p>

Derede oynaşan dalgacıklar nazlı salınışın, güzel kokulu çiçekler de gizlenen taze taze rayihandır. Gecelerin koynunda uyumakta olan nazlı seherler, saçlarına yaslanmış pak ve parlak alnını hatırlatır. Ebediyet denizinde yüzen nurlu yıldızlar, hayret önünde senin bakışından saçılmış lem'alardır. Zemin, eserlerinle dolu, sema nurlarının altında. Bütün âlemler, didarının nazar süsleyen birer aynasıdır.