Safahat. Mehmet Akif Ersoy

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safahat - Mehmet Akif Ersoy страница 33

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Safahat - Mehmet Akif Ersoy

Скачать книгу

perde-dâr olmuş, harîminden

      Görünmüş, sonra şehrâhında yükselmişti tedrîcen.

      Teâlî eyleyince bir zaman bâlâ-yı kudrette,

      Ziyâlar mevc mevc oldu o pehnâ-yı rükûdette.

      Bu cûşişler o dalgın havz-ı sîmîni uyandırdı;

      Sabâ enfâs-ı sevdâ-perveriyle dalgalandırdı.

      Açıklardan gelen emvâc-ı peyderpeyle, sâhilden

      Demâdem oldu vecd-efzâ, hazin bir nağme, bir şîven.

      Kulak verdim o âhenge; meğer âheng-i şi'rinmiş!

      O cûşiş-zâr olan kulzüm, senin ummân-ı fikrinmiş,

      Güneş: Rûhun imiş; bir huzme şeklinde inen nûru

      O menbâdan hurûşan sânihanmış doğrudan doğru.

      Tecellî etti artık, anladım: Sensin bütün dünyâ…

      Bu senlikte fakat ey yâr-i gâib, ben neyim âyâ?417

      Âmin Alayı

      «Gözüm ki kâne boyandı, şarâbı neyleyeyim?

      Şarâbı neyleyeyim?

      Ciğer ki odlâre yandı, kebâbı neyleyeyim?

      Kebâbı neyleyeyim?

      Ne yâre yâradı cismim, ne bâna, bilmem hiç!

      İlâhî, ben bu bir avuç türâbı neyleyeyim?

      Türâbı neyleyeyim?

      Âmin – Âmin!» 418

      En önde, rahlesi âgûş-i ihtirâmında,419

      Ağır ağır yürüyen bir dokuz yaşında melek;

      Beş on adım geriden, pîş-i ihtişâmında,420

      Şafak ziyâları hattâ ufûl edip gidecek

      Kadar lâtif, iki mâsûmu bir açık payton

      Vakâr u nâz ile çekmekte; arkasında bunun,

      Küçük adımlı yaman bir tabur ki hayli uzun!

      O rûhtan daha sâfî olan yüreklerden,

      Zaman zaman bir ilâhî terâne yükseliyor;

      Bu cûş-i saffetin aksiyle tâ meleklerden

      Zemîne doğru bir «âmin!» sadâsıdır geliyor.

      Muhîti her birinin bir sabâh-ı nûrânûr,

      Bütün bu kâfile efrâdı, pür-sürûd-i sürûr,421

      Yarıp önünde duran halkı muttasıl gidiyor!

      Bu bir ketîbe-i ma'sûmedir ki, ey millet:422

      Selâma durmalısın şanlı rehgüzârında;

      Bu bir cenâh ki: Âtîde bir ufak hareket

      Yapıp cihanları oynatmak iktidârında!

      Gelir de sâye-i imdâd-ı Hak'ta bir gün, bu

      Girer diyâr-ı meâlîye doğrudan doğru.

      Bu ancak işte, eğer varsa, şanlı bir ordu!

      Evet, ilerlemek isterse kârbân-ı şebâb,423

      Yolunda durmaya gelmez. O, çünkü durmayarak,

      Sabâh-ı sermed-i âtîye eylemekte şitâb;424

      O, çünkü isteyemez hâle katlanıp durmak!

      Onun kudûmü için nâzenîn-i istikbâl

      Açarda sîne, o olmaz mı per-güşâ-yi visâl?

      Durur mu artık onun karşısında, mâzî, hâl?

      Fakat o zemzemeler uçtu hep dudaklardan…

      Sürûd-i neşve bu âlemde pek süreksizdir!

      Ağır ağır geçiyorken alay sokaklardan,

      Gelir de caddenin ağzında mıhlanır, dikilir,

      Mehîb manzara bir anlı şanlı gerdûne;

      İçinde pudralı üç kanlı çehre! Neyse yine,

      Yol açtı bir iri ses mevkibin geçip önüne:

      – Siz, ey heyâkil-i bî-rûhu devr-i mâzînin,425

      Dikilmeyin yoluna kârbân-ı âtînin;426

      Nedir tarîkını kesmekte böyle isti'câl?427

      Durun, ilerlesin Allah için, şu istikbâl.

      Hasbihâl

      «Mâ medâ fâte, ve’l-müemmelü gaybun Felekes-sâatü’lleti ente fîhâ» 428

      Büyük bir şâirin düstûr-i hikmettir şu ihtârı;

      Velev duymuş da olsan yolsuz olmaz şimdi tekrârı:

      «Geçen geçmiştir artık; ân-ı müstakbelse mübhemdir;

      Hayâtından nasîbin: Bir şu geçmek isteyen demdir.»

      Evet, mâzîye ric'at eylemek bir kerre imkânsız;

      Ümîdin sonra istikbâl için sağlam mı? Pek cansız!

      Bu günlük iş bugün lâzım yapılmak, yoksa ferdâya

      Bırakmışsan… O ferdâlar olur peyveste ukbâya!

      Benim on beş yıl evvelden kalan işler durur hâlâ;

      Yarın bir başlayıp yapsam demiştim, bak, demin hattâ!

      Müsevvifler için dünyâda mahvolmak tâbîîdir.429

      Bu bir kânûn-i fıtrattır ki yok te'vîli: Kat’îdir.430

      Sakın ey nûr-i dîdem, geçmesin beyhûde eyyâmın;

      Çalış hâlin müsâidken… Bilinmez çünkü encâmın.

      Diyorlar: «Ömrü insânın yetişmez kesb-i irfâna…»

      Bu söz lâkin değildir her nazardan pek hakîmâne.

      Muhakkaktır ya insalar için bir gâye-i âmâl;

      Edenler ömrünün sâtini hakkıyle isti’mâl,

      Zafer yâb olmasın isterse varsın asl-ı maksûda,

      Düşer bir maksad idrâk eyleyip bir zıll-i memdûda.

      Evet, her türlü ma’nâsıyla irfan durdurur azmi…

      Fakat, insanlığın ma’nâsı olsun öğrenilmez mi?

      Cibillîdir taharrî-i hakîkat hırsı âdemde,

      Onun mahsûlüdür meşhûd olan âsâr âlemde.

      Atâlet fıtratın ahkâmına mâdem ki isyândır;

      Çalışsın, durmasın her kim ki da’vâsında insândır.

      Zuhûr

Скачать книгу


<p>417</p>

Sabah vakti tenha bir yere çekilmek istemiş, deniz kenarında oturup etrafı seyre dalmıştım. Ufuklar yeni açılmış, sema mahmûrdu. Güneş de yattığı yerden henüz görünmemişti. Leb-i deryada hiç ses yoktu. Her yer derin bir sükûta dalmıştı. Sabâ ile sular durgundu. Hülâsa her şeyde durgunluk vardı. O, mavi yatak, yani denizin sathı üstünde uyanık sabah dadısının nur çocuğu, bir tıfl-ı nâzenin gibi uyurken güneş, dağların perdedarlık ettiği hariminden görünmüş ve derece derece yolunda yükselmişti. Sema-yı kudrete doğru yükseldikçe o râkit genişlikte ziyalar dalga dalga oldu. Bu coşma hareketleri o gümüş havuzu uyandırdı. Sabâ da sevdalı nefesiyle o sath-ı sükûnu dalgalandırdı. Açıklardan ve birbiri arkasından gelen dalgalarla sahilden hazin bir nağme, müessir bir şiven vecd ve istiğrakımı artırdı. O âhengi dinledim, meğer şiirin âhengi, o coşup kabaran deniz de fikrinin ummanı imiş. Güneş ruhun, onun demet şeklindeki şuaları, güneş kadar parlak olan sânihatınmış. Dünyanın senden ibaret olduğu artık nazarımda tecelli etti. Fakat ey görünmeyen sevgili; bu umumî senlikte acabâ ben miyim?

<p>418</p>

Hüzzâm makaâmında bir ilâhî.

<p>419</p>

Âguş-i ihtirâm: İhtirâm, saygı kucağı.

<p>420</p>

Pîş-i ihtişamında: İhtişamın önünde.

<p>421</p>

Pür-sürûd-i sürûr: Sevinç cıvıltısı içinde.

<p>422</p>

Ketîbe-i ma'sûme : Mâsûm kafile, kalabalık.

<p>423</p>

Kârbân-ı şebap : Gençlik kafilesi.

<p>424</p>

Âtinin sermedî hayatına koşuyor.

<p>425</p>

Mazinin cansız heykelleri.

<p>426</p>

Kârbân-ı âti: İstikbâl kafilesi.

<p>427</p>

istical: Acele etmek.

<p>428</p>

Geçen dem fevt olup gitmiştir, istikbalse gaiptir; Kişi ancak zaman-ı bî-sebat-ı hâle sâhiptir.

<p>429</p>

«Heleke’l-müsevvifûn.» (Bugünün işini yarına bırakanlar helâk olur.) Hadîs-i Şerif.

<p>430</p>

Büyük bir şairin ihtarı olan yukarıdaki beyit büyük bir hikmet düstûrudur. Onu evvelce duymuş da olsan şimdi tekrar edilmesi yersiz olmaz :

Evet. Geçen, artık geçmiştir, gelecek zaman ise meçhul ve müphemdir. Hayatından nasîbin ancak hal, yani şu geçmek üzere olan demdir. Maziye dönmek mümkün olmadığı gibi istikbal ümidi de cansızdır. Onun için bugünkü iş bugün yapılmalıdır. Yarına bırakırsan o (yarın)lar mahşere kadar sürer.

Benim on beş yıl evvelinden beri yapacağım işler hâlâ durmaktadır ki, onlar için, az önce «yarın başlayıp yapsam» demiştim. Müsevvifler, yani bugünün işini yarına bırakanlar için mahvolmak tabiî bir şeydir. Bu, bir yaradılış kanunudur, hem de hiç tevil götürmez.