Safahat. Mehmet Akif Ersoy

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safahat - Mehmet Akif Ersoy страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Safahat - Mehmet Akif Ersoy

Скачать книгу

de minderi koltukta geldi mektepten…

      Demiş ki kalfa: «Sekiz aydır almadım hele ben

      Ne haftalık, ne de aylık… Senin baban olacak

      Kumarcı, oğlu için az yesin de tutsun uşak!»

      Koğuldum anne! deyip ağlıyor zavallı çocuk…

      Ne yapsın annesi ? Dünyâda bir güvendiği yok!

      O bâri bir adam olsun da kalmasın câhil

      Demiştim olmadı… Lâkin kabâhat onda değil:

      O her sabah okuyordu gürül gürül cüz'ünü;

      Ayırmıyordu kitaptan ne olsa hiç gözünü.

      Üç akşam oldu ki yoksun. Necip: Babam nerde?

      Ben isterim onu mutlak demez mi? Bak derde!

      Sular karardı; bu sâatte hiç gezer mi kadın ?

      O, sarhoşun biri, tut kim sokak sokak aradın…

      Nasıl bulursun a yavrum? Yarın gelir belki

      Dedim. Fakat çocuğun durmuyordu. Baktım ki

      Avutmanın yolu yok; komşunun Hüseyin Ağayı

      Alıp dolaşmadayım yatsı vakti dünyâyı.

      Anam benim gibi evlâd doğurmaz olsaydı,

      Bu hâli görmeden evvel gözüm yumulsaydı!

      Herif! Şu hâlime bak, merhametli ol azıcık…

      Bırak o zıkkımı, içtiklerin yeter artık.

      Efendiler, ağalar, siz de bir nasîhat edin,

      Sizin de belki var evlâdınız…

                                                                                                   – Hasan, ne dedin?

      – Bırak, köpoğlu kadın amma çalçeneymiş hâ!

      – Benimki çok daha fazlaydı.

                                                                                          – Etme!

                                                                                                                               – Elbet ya!

      Onun için boşadım. Sen işitmedin mi Halim?

      – Kadın lâkırdısı girmez kulağıma zâti benim.

      Senin kadın dediğin âdetâ pabuç gibidir:

      Biraz vakit taşınır, sonradan değiştirilir.

      Kadın bu sözleri duymaz, tazallüm eylerdi;

      Herif mezar taşı tavrıyle sâde dinlerdi;

      Açıldı ağzı nihâyet, açılmaz olsa idi!

      Taşıp döküldü, içinden şu lâ'net-i ebedî:

      – Cehennem ol seni hınzır orospu, git: Boşsun!

      – Ben anladım işi: sen komşu, iyice sarhoşsun;

      Ayıltınız şunu yahu!

                                                                 – İlişmeyin!

                                                                                                                                  – Bırakın!

      Herif ayıldı mı, bilmem, düşüp bayıldı kadın!

      Mezarlık

      Bakma kabristânın ancak sâha-i medhûşuna,

      Dur da bir müddet kulak ver nâle-i hâmûşuna!

      Kalbi hiç benzer mi bak sîmâ-yı heybet-pûşuna!

      Kim ki dalmıştır hayâtın seyl-i çûşâ-çûşuna,

      Can atar, bir gün gelir, yorgun düşüp âgûşuna!142

      Ey mezâristan, ne âlemsin, ne yüksek fıtratin!

      Sende pinhân en güzîn evlâdı insâniyyetin;

      Senden istimdâd eder feryâdı ye'sin, haybetin.

      Bir yığın göz nûrusun, yahut muhammer tıynetin

      Rûh-i pâkinden coşan gözyaşlarından milletin!143

      Şanlı bir târîhsin: mâzî-i millet sendedir.

      Varsa ibret sendedir, hikmet de elbet sendedir;

      Devr-i istîlâ durur yâdında, devlet sendedir!

      Çünkü hürriyyet, hamâset sende, gayret sendedir,

      Zindegî zillettir artık, bence izzet sendedir!144

      Ey ademle varlığın ser-haddi, iklîm-i salâh!

      Başlarında sermedî bir sâye, bir müşfik cenâh

      Olmasan, bî-vâyeler nerden bulurlar inşirâh?

      Zıll-i memdûdunda var âsûde bir reng-i felâh.

      Leyl-i dûrâ-dûruna olsun fedâ yüz bin sabâh !145

      Cevherin toprak değil, pek başka bir ma'den senin.

      Âh bilmezler ki üstünden geçerlerken senin,

      Bin dimâğın lübbüdür her zerre hâkinden senin.

      Öyle feyyâz, ey zemîn-i ma'rifet, mâyen senin:

      Sâye-gâhından çıkarken rûh olur her ten senin!146

      Ey mezâristan, nihan ka'rında yüz binlerce mâh,

      Fışkıran hâk-i remîminden bütün nûr-i nigâh!

      Nâzeninler yâl ü bâlinden nişandır her kiyâh…

      Serviler Mevlâ'ya yükselmiş birer berceste âh,

      Hufreler Mevlâ'dan inmiş en emin bir hâb-gâh.147

      Ey şebistan, ey adem, ey perde perde kibriyâ,

      Sendedir ümmîdler: senden doğar fecr-i bekâ,

      Her hacer-pâren okur bin şi'r-i lâhûtî edâ;

      Her neşîden rûhu eyler sermediyyet-âşinâ.

      Ey semâvî hâk, benden bin selâm olsun sana.148

***

      Sıkınca rûhumu ba'zen metâlibiyle hayât,

      Olur yegâne mesîrem mahalle-i emvât.

      Muhît-i velvele-dârında zindegânînin,

      Ferâğ-ı dâimi yoktur hayât-ı sânînin.

      Ne levs-i hırs ü

Скачать книгу


<p>142</p>

Kabristanın dehşetli sahasına bakıp geçme. Birazcık olsun dur da sukûtî iniltisine kulak ver. Bak ki, kalbi heybetli simasına benziyor mu? Hayatın coşkun seline kapılmış olanlar, yorgun düşüp bir gün gelirler, bunun kucağına can atarlar.

<p>143</p>

Ey mezarlık, ne acayip bir âlemsin. Fıtratın ne kadar da yüksek! İnsanlığın en seçme evlâdı sende gizlenmiştir. Korku ve ümitsizliğin feryadı, senden imdat ister. Sen bir yığın göz nurusun, yahut milletin coşan gözyaşlarıyla yoğrulmuşsun!

<p>144</p>

Sen şanlı bir tarihsin ki milletin mazisi sende gömülüdür, ibret sende, hikmet sende, istilâ devri hatırında olduğu için devlet de sendedir. Mâdem ki hürriyet ve hamaset sendedir, bence yaşamak zillettir, şeref izzet sendedir.

<p>145</p>

Ey yoklukla varlığın sınır başı olan salâh iklimi; kimsesizlerin başlarında ebedî bir saye ve şefkatli bir kanat olmasan o biçareler nereden bir ferah ve inşirah bulabilirler. Uzun ve koyu gölgende öyle bir kurtuluş rengi var ki, uzun uzadıya olan gecene yüz bin sabah feda olsun.

<p>146</p>

Senin cevherin toprak değil, başka bir maden. Üzerine basıp geçenler, toprağının her zerresi binlerce beynin hülâsası olduğunu bilmezler. Ey marifet zemini, senin mayan o kadar feyizli ki, her beden senin gölgeliğinden çıkarken ruh olur.

<p>147</p>

Ey mezarlık, senin derununda binlerce ay yüzlü gizlenmiştir, çürümüş toprağından bütün göz nuru fışkırmaktadır. Her otun, nazlı güzellerin boy ve boslarından nişandır. Servilerin Allah’a yükselmiş derunî birer ah, çukurların da Mevlâ’dan inmiş emin ve tecavüzden mâsûm bir uyku yeridir.

<p>148</p>

Ey gece odası, ey yokluk bucağı, ey Hakk’ın perde perde azamet ve kibriyası; bütün ümitler sendedir, bekâ sahası senden doğar. Dikili taşların her parçası, lâhutî manalı binlerce şiir okumakta, taşlarındaki neşideler ebediyeti ruha tanıttırmak. Ey semâvî toprak; benden sana binlerce selâm ve ihtirâm.