Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı - Kösem Sultan’ın Yüzüğü. Lütfü Şehsuvaroğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı - Kösem Sultan’ın Yüzüğü - Lütfü Şehsuvaroğlu страница 17

Жанр:
Серия:
Издательство:
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı - Kösem Sultan’ın Yüzüğü - Lütfü Şehsuvaroğlu

Скачать книгу

ile Anadolı’ya gitmege ilkâ idenleri isteriz ve Padişahı Anadolı’ya gitmekden ferâgat itdürmek isteriz.’ Öyle olsa halkın böyle gulüvvesinden, ol gün hisar kapularını kapatdılar ve Âhûr Kapusından tuğ ve otâğ-ı hümâyûnı kadirgalara koyub, Üsküdar’a geçmek mahallinde komayub, alı kodılar ve Dârü’s-Saâde Ağası Süleyman Ağa, padişahımıza her gün kulu geçmek üzre olup, yeniçeri tayfasının tüfenk endâzlığında ve sipâhi halkının cündîlikde ve cenk günlerinde meharetlerü bellüdür, bu kul kullukdan çıkmışdur, kul olursa Mısır ve Şam’ın cündîleri ve tüfenk endâzlıkda Anadolı sekbânı gibi olsa deyup ve sene-i mâziyede Hotîn seferinde bir kâfirin azacık taburın bozmağa kâdir olmadılar, bî-hüner ve bî-menfaat, derinti ve madrabaz ve erbâb-ı maâş kul olur mı, deyu saâdetlü padişaha söyleyu söyleyu kulu soğuttu ve cündî ve sekbân yazmak sevdasına düşürdi ve Sadrazam Dilaver Paşa ve Hâce Ömer Efendi bu cevaplarda Dâru’s-Saâde Ağasına muvâfakat üzre idiler. Ve dahî Hâce Ömer Efendi, Padişahı Anadolı’ya geçürmege medh eylemekden muradı bu idi ki, bundan evvel Hâcenin karındâşı ki Karabaş Efendi dirler idi, bir uğurdan Ka‘be’ye kadı ittirmiş idi. Ka‘be’de vali olan şerif, Karabaş’a kazayı zabt itdürmeyup selb eylemek mu-rad eylemiş idi, ehl-i Ka‘be, şerifden recâ eylediler, bu hususda Hâce Efendiye gayret düşdügünden, Padişahı, Mısır’a götürüp ba‘dehû Ka‘be’ye iletüp şerifden intikam ala: ‘Padişahım, elhamdülillah gâzi oldın sana hac eylemek farz oldu, hacı ve gâzi unvanıyla ser-efrâz olmak gereksin.’ dirdi.”

      “Ne yani?” dedim, “Koskoca padişah mülkünde serbest dolaşamayacak mı? İster Üsküdar’a geçer, ister Hicaz’a; kim ne karışır?”

      “Sade o değil sultanım. Tefrika, fitne bir kez girmeyu görsün kamuyu teskin etmek lazım gelmez mi idi?”

      Tugi bir an düşündü ve ilave etti.

      “Yeniçeri kulları hakarete uğradıklarını düşünirler idi. Bostancıbaşı Bebr Mehmed Ağa, Yeniçeri Ağası Yusuf Ağa ile mâbeyn olduğundan, Padişahı her bar tebdil câme ile gezdirup meyhâneleri ve yasakçı odaların basdırup, sipâhi ve yeniçeriden çoğun ahz eyleyup ve çoğuna dahî deyneg urdurup ve taş gemilerine koydurup bu ahvâlden kul tayfası ziyade müteellim idiler. Ve bir sebep dahî mukeddemâ Hotin seferinde virdikleri biner akçe atiyye, mevcûdına virilüp, birkaç günden sonra gelenlere virmediklerinden, kul dahî tabur fethinde nevân ihmal ve tekâsül üzre idiler Biz sözümüze gelelim. Dilaver Paşa ve Hâce ve Süleyman Ağanın muradları üzre padişah dahî Anadolı’ya gitmeği mukarrer eyledi ve sekbân yazmak hususu tevâtüre irmiş idi hatta sekbân yazmak içun Saray-ı Atîk teberdârlarından Eski Yusuf nâmında bir kimesneyi zahîre cem‘i bahanesiyle sekbân ve cündî yazmak içun Diyâr-ı Arab ve Şam ve Haleb’e gönderilmiş idi.”

      “Ne kadar kesin hüküm bu? Nerden bilesiz? Kim uydurmuş? Sekban toplasa katline cüret edilebilir miydi? Hani o sekban?” diye sordum. Tugi, titredi suçu yine râvilere attı.

      “Ben muhtelif rivayetleri dercettim a sultanım!” dedi.

      Elimi kızgınlıkla “devam et” der gibi salladım. Koynumdan bir kese altın çıkarıp içinden birkaç altın önüne attım. Devam etti:

      “Biz sözümüze gelelim. Sekban içun diyar-ı Arab, Suriye ve Anadolı’ya ulak gönderdiği rivayet edilür. Pâdişah ise raht ve baht ve cümle hazâyini turma Üsküdar’a geçirmek üzre idi, bu ecilden gâhi, iç halkından, taşra kul tayfasına bu ahvâli bildirup, ‘Bilmezüz böyle itmekden padişahımızın fikri nedir?’ dirler idi.”

      …

      Anlaşılan kafasındaki fikirleri genç padişah toyluk edip hocası Ömer Efendi’ye, hatta kayınpederi şeyhülislam hazretlerine veya karısına aktarmış; onlar da yeniçerinin kulağına gidecek şekilde bir yerlerde fısıldamışlar. Ocağa bir fısıltı düşmesin varsın. Hemen kırkı bin yapıp hikâyeler uydururlar.

      Neymiş padişah, ocağı, artık “zararlı” diye kapatacakmış. Neymiş karşıya geçip Anadolu’dan ve Suriye’den saf bir Türkmen ordusu tesis edecekmiş!

      Ne olaydı, bekleyip tevekkül edeydiniz. Ne olaydı sabır ile size yakışan bir tevekkül ile bekleyeydiniz. Osman’ım nizam-ı âlemi birlikte tesis ettiği orduyu hiçe sayıp başka bir ordu kurar mıydı bakalım? Yoksa hakikaten hacca gidip rüyasında gördüğü ve kendisini davet eden efendimize sadakatini mi bildirecekti? Nev var idi sabredeydiz?

      Gözyaşlarımı içime akıtırken keseyi olduğu gibi önüne attım.

      Tugi devam etti.

      “Ba‘dehû bu cumhûrun içinden umûr görmüş ihtiyarlardan birkaç yüz âdem şer‘ ile görelim mesâlihi deyub, Şeyhülislam Es‘ad Efendi’ye varup, istifsar eylediler ki: ‘Padişah-ı İslamı azdırup, beytülmâlın itlafına sebep olup, Padişaha hacca gitmek lazım değil iken, böyle fetret ve fitneye bâdî olanlara şer‘an ne lazım gelür?’ didiler. Cevab-ı Müftî böyle sadır oldu ki: ‘İkâz-ı fitne idenlere katl lazım olur,’ didikde, sureti fetvayı aldılar, ve cem‘ıyyet yerine geldiler. Ol mahalde Sadrazam tarafından yeniçeri ağası ve bölük ağaları men içun cem‘ıyyete gelüb cumhûr anları taşa tuttular. Ve dahî ol gün donanma-yı hümâyûn, Beşiktaş’tan, Yedikule’ye giderken gemilerden donanma halkı dahî çıkub şehir kapuları kapalu olmağın, hisar delüklerinden şehre girüp cem‘ıyyete dahîl oldular. Ba‘dehû Hâce evine varalum bu cem‘iyetten padişahı habîr eylesûn ve Ka‘be’ye gitmekden ferâğat itdürsün, deyu Hâcenin evine doğru cumhûr geldiklerinde, meğer Hâce Efendi şehnişinde oturup cumhûrun niye geldiklerin bilmez, ziyade havfinden firar eyledi.”

      Hace Efendi ne için firar eylermiş! Hele bakın, sen o kadar mansıp veren padişahın için kullandığın tabirlere bak! Utanmaz mısın, baldırı çıplaklara, eline üç beş flori versen kilisede zangoçluk yapacak adamlara cumhur deyip durursun?

      “Haşa efendim; kastım, kalabalığın ardındaki ittifakı teslimdir. Yoksa derintinin ben dahi şahidiyem.”

      Tamam, tamam devam et bakalım…

      “Cumhûr…”, kekeledi, değiştirdi; “Derinti kuru kalabalık yürüyüş ittiler, kapuyı yıkdılar, bî-nihaye esbâb hasârat olundı. Ba‘dehû dönüb Sadrazamın sarayına geldiler ki, varsun Padişaha bu cem‘iyyetin aslın bildirüp, Süleyman Ağanın katlini ferman buyurup Ka‘be’ye gitmekden ferâğat eylesun. Kaçan ki cem‘iyyet Sadrazamın sarayına geldiler, vezirin bilcümle tevâbi‘ı‘ ileru gelüp oklar pertâb idup birkaç âdemi katl eylediklerinde, cumhûrun ellerinde yât ve yarağ yok, buni makul gördiler ki varup Sipâhi Çarşusundan tîr ve keman ve seyf ve sinan alup cenk eyleyeler…”

      Aman ya Rabbi! Bu hâl ne hâldir? Osmanlı neferi birbirini yesin olacak iş mi? Düşmana çalınacak, küffarı korkutacak tîr, keman ve seyfi tutup da efendisine çevirsin kul, olacak iş değil…”

      …

      “Ehl-i sûk karşı gelup reca ve temennâ eyleyup dükkânların yağmadan kurtardılar ve hem akşam yakın olmağın îlân-ı ğılâz ve şidâd ile yarın yine At Meydanı’nda cem‘ıyyet idelim deyu, perişan oldular.”

      Osman’ım, o gece vazgeçmedi mi hacca gitmekten? Hâlâ ne diye kırdılar dindaşlarını?”

      “Elbet

Скачать книгу