Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler. Evliya Çelebi

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler - Evliya Çelebi страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler - Evliya Çelebi

Скачать книгу

bin bahçeleri, bağları gezip seyrederek hatırıma büyük seyahatler gelirdi.

      Cihanı nasıl dolaşabilirim diye her an Allah’tan dünyada vücut sağlığı ve seyahat, ahirette de iman ricasında bulunurdum. Daima dervişlerle dostluk edip dünyadaki yedi iklim, dört bucağın tarifini işittikçe can ve gönülden seyahat dileyip acaba dünyayı gezip mukaddes yerlere, Mısır’a, Şam’a, Mekke ve Medine’ye varıp yaratılmışların övüncü olan Peygamber hazretlerinin ravzasına yüz sürmek mümkün olacak mı diye üzülüp süzülürdüm.

      Bu ben değersiz, yani “Derviş Mehmed Zıllî oğlu Evliya”, doğduğum şehir olan İstanbul’da, 1040 yılı Muharreminin aşure gecesi (19 Ağustos 1630) rüyada kendimi Yemiş İskelesi civarında helal mal ile yapılmış “Ahı Çelebi Camisi”nde gördüm. Derhâl caminin kapısı açılıp içi silahlı askerlerle doldu. Sabah namazının sünnetini kılıp duaya geçtiler. Ben zavallı minber dibinde durup bu aydın ve güzel yüzlü cemaati hayran hayran seyrettim. Hemen yanımda durana bakıp: “Sultanım! Kimsiniz? Yüce adınızı lütfediniz.” dedim. O da: “Aşere-i Mübeşşere’den, kemankeşlerin piri Sa’d İbni Ebi Vakkas’ım” deyince elini öptüm. “Ya sultanım, bu sağ tarafta nura bürünmüş güzel cemaat kimlerdir?” dedim. “Onlar bütün peygamberlerin ruhlarıdır. Geri saftakiler evliyaların ruhlarıdır. Bunlar Peygamber’in sahabeleri ve yakınları, Kerbela şehitleridir. Mihrabın sağındakiler Ebubekir ve Ömer, solundakiler Osman ve Ali, mihrabın önündeki Oveysü’l-Karni’dir. Caminin solunda, duvar dibindeki esmer adam senin pirin, müezzin Bilali Habeşi’dir. Bu ayak üzere cemaati saf saf sıraya koyan kısa boylu adam Amr Ayyri Zamiri’dir. İşte bu bayrak ile gelen kızıl kanlı elbiseli askerler Hamza ile bütün şehitlerin ruhlarıdır.” diye camideki cemaati birer birer bana gösterip herhangi birine gözüm değdiyse elimi göğsüme basıp göz aşinalığı ile taze can buldum.

      “Ya sultanım, bu cemaatin bu camide toplanmalarının sebebi nedir?” dedim. “Azak taraflarında Müslüman ordularından Tatar askeri sıkıntıda olmakla Hazret’in (Peygamber’in) himayesinde olanlar bu İstanbul’a gelip oradan Tatar Hanı’na yardıma gideriz. Şimdi Peygamber hazretleri dahi Hasan, Hüseyin, On İki İmamlar ve benden gayrı Aşere-i Mübeşşere ile gelip sabah namazının sünnetini kılıp kaamet eyle, diye işaret buyurur. Sen dahi yüksek sesle tekbir ge tirip sonra Kürsi ayetini oku. Sonra Peygamber hazretleri mihrapta otururken elini öpüp “şefaat ya Resülullah” diyip yardım rica et!” diye Sa’d İbni Ebi Vakkas bana öğretti.

      Cami kapısından parlak bir ışık peyda olduğunu gördüm. Caminin içi nur dolunca bütün sahabelerle peygamberlerin ve evliyaların ruhları ayağa kalktılar. Peygamber hazretleri yeşil bayrağı dibinde, yüzünde nikabı, elinde asası, belinde kılıcı ile sağında Hasan, solunda Hüseyin ortaya çıkınca sağ ayağı ile camiye bismillah ile girip mübarek yüzünden örtüsünü açıp “esselamü aleyke ya ümmeti”1 buyurdular. Mecliste hazır olanlar da “ve aleykümü’sselam ya Resülallah ve ya seyyidi’lümem”2 diye selam aldılar.

      Hazret hemen mihraba geçip iki rekât sabah namazı sünnetini eda edip bitirince bana bir korku ve vücuduma bir titreme geldi. Ama Hazret’in bütün eşkâline baktım. Hilye-i Hakani3 de yazıldığı gibi idi. Selamdan sonra bana bakıp mübarek sağ elleriyle dizine vurup “kaamet eyle” dediler. Hemen ben dahi Sa’d İbni Ebi Vakkas’ın öğrettiği üzere derhâl segâh makamında ikamet edip tekbir getirdim. Hazret dahi segâh makamında hazin bir sesle Fatiha’yı okudu. Rüyanın sonunda Sa’d İbni Ebi Vakkas’ın öğrettiği gibi hizmetimi tamamladım. Hazret mihraptan ayağa kalkarken Sa’d İbni Ebi Vakkas elimden tutup Hazret’in huzuruna götürdü: “Sadık âşıklarından ve iştiyaklı ümmetinden Evliya kulun şefaatini rica eder.” diyip bana da “mübarek elini öp” deyince ağlayarak mübarek elini küstahça öpüp heybetinden şaşırarak “şefaat ya Resülullah” diyecek yerde “seyahat ya Resülullah” demişim. Hazret hemen gülümseyip: “Allah sıhhat ve selametle şefaatimi, seyahati ve ziyareti kolay kılsın!” dediler.

      Oradakilerden hepsinin elini öpüp hepsinin hayır duasını alarak gidiyordum. Peygamber hazretleri mihraptan “esselamü aleyküm ya ihvan”4 deyip camiden dışarı çıkınca bütün sahabeler bana hayır dua ettiler ve camiden çıkıp gittiler.

      Sa’d hazretleri hemen belinden sadağını çıkarıp belime kuşatarak tekbir getirdi: “Yürü! Ok ve yayla gaza eyle. Tanrı seni koruyup esirgesin. Sana müjde olsun: Bu mecliste ne kadar ruhlarla görüşüp ellerini öptünse hepsini ziyaret etmek nasip olacak. Dünya seyyahı ve insanların meşhuru olacaksın. Ama gezip tozduğun memleketleri, kaleleri, şehirleri, acayip ve garip eserleri, her diyarda yapılan güzel şeyleri, yiyecek ve içeceklerini, şehirlerinin boylam ve enlemlerini yazıp fevkalade bir eser meydana getir ve benim silahımla iş görüp dünya ve ahiret oğlum ol. Doğru yolu elden bırakma. Kinden, garezden uzak kal. Tuz, ekmek hakkını gözle. İyi dost ol. Kötülerle arkadaş olma. İyilerden iyilik öğren!” diye öğüt verip alnımdan öperek Ahı Çelebi Camisi’nden çıkıp gitti.

      Ben şaşkına dönüp uykudan uyandım. Acaba bu bir rüya mıdır, gerçek midir, yoksa doğru mudur diye düşünüp ferahlık ve gönül açıklığı duydum. Sonra temiz abdest alıp sabah namazını kıldıktan sonra İstanbul’dan Kasımpaşa’ya geçip tabirci İbrahim Efendi’ye rüyamı tabir ettirdim. “Cihanı gezen bir seyyah olup işin hayırla sona varır ve Hazret’in şefaati ile cennete girersin!” diye müjdeledi. Oradan Kasımpaşa Mevlevihanesi Şeyhi Abdullah Dede’ye varıp elini öperek rüyamı ona da tabir ettirdim: “On İki İmam’ın elini öpmüşsün. Dünyada himmet sahibi olursun. Aşere-i Mübeşşerenin ellerini öpmüşsün; cennete girersin. Dört halifenin ellerini öpmüşsün; dünyada bütün padişahların sohbetleriyle şeref bulup has nedimleri olursun. Mademki Hazreti Peygamber’in yüzünü görüp mübarek elini öperek hayır duasını almışsın, iki dünyada saadete erersin. Sa’d İbni Ebi Vakkas’ın öğüdü ile önce bizim İstanbul’cağızı yazmaya himmet edip bütün gayretini sarfeyle!” diye yedi cilt muteber tarih ihsan buyurup: “Yürü! İşin rast gelir.” diye hayır duası etti.

      İstanbul Kalesi’nin Çepeçevre Büyüklüğü

      Dostlarımla İstanbul’u dolaştığımız sırada, 1044 yılında, Dördüncü Sultan Murad, Revan seferine gitmişti.5 Koca Bayram Paşa, İstanbul’da sadaret kaymakamı6 olup merhum babamla Bayram Paşa konuşurken söz sırasında: “İstanbul’un kurucusu acaba kim ola?” diye sorunca merhum babam şöyle cevap vermiş: “Sultanım! İstanbul dokuz kere mamur ve dokuz kere harap olmuştur. Ama zamanımızdaki gibi haraplık asla görmemiştir. Her ne tarafından olursa olsun dost da düşman da, kapısının, duvarının yıkılmış yerlerinden araba ile girip çıkarlar. Padişahların hasreti olan bu şehrin bu hâlde kalması ve surlarının kararmış bulunması yakışık almaz. Din gayretine ve Osmanlı hanedanı şevketine, şunun onarılmasına himmet buyurun. Zamanın padişahı inşallah muzaffer olarak dönmektedir. Şahane nazarlarına ak inci gibi değer de beğenilirse kıyamete kadar adınız baki kalır.”

      Mecliste hazır bulunanlar bunu makul görürler. Derhâl İstanbul, Eyüp, Galata, Üsküdar mollaları7 toplanıp Mimarbaşı, Sekban ve Şehreminine fermanlar olunarak İstanbul’un 4700 mahallesinin imamlarına tembih olunur. Kalenin tamiri için yardım istenir.

Скачать книгу


<p>1</p>

“Ey ümmetim! Sana selam olsun.”

<p>2</p>

“Ey Tanrı’nın elçisi ve milletlerin efendisi, size selam olsun.”

<p>3</p>

Hicri 1015 (= 9 Mayıs 1606-27 Nisan 1607) tarihinde ölüp Edirnekapı Camisi haziresinde gömülen Osmanlı şairi Hakani Mehmed Bey’in Peygamber hakkındaki manzum “Hilye-i Şerife” adlı eseri ki şiir bakımından kuvvetli eserdir ve 1007’de (= 4 Ağustos 1598-23 Temmuz 1599) telif edilmiştir.

<p>4</p>

Ey kardeşler! Size selam olsun.

<p>5</p>

Dördüncü Murad, Revan Seferi için ordusu ile Üsküdar’dan 28 Mart 1635 tarihinde hareket etmiştir.

<p>6</p>

Sadrazam (= Büyükvezir) vekili. Sadrazam seferdeyken ona vekâlet ederdi.

<p>7</p>

Molla “büyük dereceli kadı” demektir. Kadıların idari vazifeleri de vardı.