Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler. Evliya Çelebi

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler - Evliya Çelebi страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler - Evliya Çelebi

Скачать книгу

adalet eyleyip hâkimlik eyle. Gazi ol ve Tanrı rızasıyla davran.” diyerek başından kavuğunu çıkarıp Fatih’in başına koydu. İstanbul fethini müjdeledi.

      Tanrı’nın hikmeti, babası Murad Han merhum olup Sultan Mehmed 855 (1451) yılında tekrar müstakil padişah oldu. Bütün kullar kendisine tabi oldular. Etraf padişahlarına mektuplar gitti. Bütün padişahlardan da elçilerle uğurlu olsun diye mektuplar ve hediyeler geldi.

      Ancak, Akkoyunlu neslinden Azerbaycan Şahı Uzun Hasan itaat etmeyince Sultan Mehmed’in ilk savaşı Uzun Hasan üzerine oldu. Erzincan Ovası’nda iki kalabalık ordu karşılaşıp kırışarak bir gün bir gece büyük savaş ettiler. Sultan Hasan 868 (= 15 Eylül 1463-2 Eylül 1464 tarihinde bozuldu.35

      Fatih Sultan Mehmed 834 (= 19 Eylül 1430-8 Eylül 1431)’te Manisa’da doğmuştur. 13 yaşına ermişken 848 yılında36 tahta çıktı ve bir yıl saltanat edip padişahlığı yine babasına bıraktı. Kendisi Manisa’ya gidip zamanla 15 Muharrem 855 Perşembe günü (= 18 Şubat 1451) tahta çıktığı zaman 21 yaşına ermişti.

      O sırada büyük dedemiz Yavuz Özbek, Fatih’in sancak beyliği hizmetinde bulunup İstanbul fethinde dedemiz de beraber bulunmuştur. Unkapanı’nın iç yüzünde Sağrıcılar Camisi yerinde olan binaları dedemiz ganimet malı olarak alıp fetihten sonra bir cami ve 100 dükkân yaptırıp camiye vakfetmiştir. Benim İstanbul’da doğduğum evimizi dedemiz gaza malından yaptırıp oturmuştur. Yaptırdığı caminin ve dükkânların beratları Fatih’in tuğrasıyla ve şeri hüccet imzaları ve Emir Buhari hazretlerinin imzası ile imzalı olup37 onun soyundan olmam dolayısıyla hâlâ mütevellilik elimde olup sahibi bulunmaktayım.

      O sebeple daima vakıfnamelere bakarım. Bundan dolayı Fatih’in hilafeti tarihleri, doğumu ve zuhuru bence bilinmektedir.38

      Müstakil padişah olup Tuna serhadlerinde Yayça Kalesi’ni ve nice metin kaleleri fethedip Akdeniz tarafındaki boğaz hisarlarında Kilidülbahirleri, Karadeniz Boğazı’nda da iki sağlam kale yaptı.

      Yıldırım Han, İstanbul’u kuşattığı zaman bütün bağların mahsulünün onda biri Osmanlıların olmak şartıyla barışa razı olmuştu. Bu sefer kâfirler andı bozup bağlara el uzattıkları için iki taraftan birkaç adam öldü. Bu iş Edirne’de Sultan Mehmed’e arz olununca padişah bu andı bozmayı cana minnet bilip yer götürmez39 askerle İstanbul’u kuşattı.

      Fatih’in İstanbul’u On Birinci Olarak Kuşatması

      Hicretin 857. yılında40 Sultan Mehmed Han, Edirne’den büyük bir ordu ile yürüyerek İstanbul’un Edirne Kapısı dışında bütün Müslüman askerleri, çadırları ve ağırlıklarıyla durdular. Anadolu tarafından da nice bin asker Gelibolu Boğazı’ndan geçip Yedikule taraflarında durdular. Daha önce Uzun Hasan elinden fetholunan Tokat, Sivas, Kemah, Erzurum, Bayburt ve Trabzon tarafı askerleri dahi41 denizden İstanbul’a gelip karadan Karadeniz Boğazı’nı geçtiler. Ok Meydanı denilen yerde kâfirlere karşı duran o sayısız asker, Ok Meydanı’nı çadırları ve bayraklarıyla lale bahçesine çevirdiler.

      Bütün İslam askeri İstanbul’un ancak kara yönünü kuşatmaya koyulup metrisler ve lağımlar kazmaya, top siperleri hazırlamaya başladılar. Kalenin kuşatılmamış ancak deniz tarafı kaldı.

      İslam askeri arasında 77 tane büyük evliya vardı. Bunlar Ak Şemseddin, Sivasli Kara Şemseddin, Molla Gürani, Emir Buhari, Molla Fenari, Cebe Ali, Ensari Dede, Molla Pulad, Aya Dede, Horos Dede, Hatablı Dede, Şeyh Zindani ve bu makule evliyalardı. Fatih bunlardan himmet rica etti ve: “İstanbul devletinin yarısı sizin, yarısı İslam gazilerinin ve dörtte biri benim olup ganimet malı ile her birinize birer zaviye, ocak ve imaret, mektep, medrese ve darülhadisler yapayım.” diye söz verdi.

      Bunun üzerine bütün bilginler ve yüce kişiler toplanıp ordu içinde münadiler bağırtıldı. Bütün asker yeniden abdest alıp iki rekât hacet namazı kılarak dua ettiler. Sonra üç defa gûlbang-i Muhammedî çektiler. Kaleyi kuşattıktan sonra Peygamber’in sünneti üzere İstanbul tekfuruna mektupla Mahmud Paşa’yı gönderdiler.

      Tekfur, mektubu okuyup içindekileri öğrenince kalelerinin sağlamlığına ve askerlerinin çokluğuna güvenerek ne haraç vermeyi, ne İslam olmayı, ne de kaleyi teslim etmeyi kabul etti. Elçiyi geri gönderdi.

      Bunun üzerine İslam askeri gayrete gelip savaşa başladı. Her taraftan sarıca arı gibi kale duvarına sarılıp besmeleyle girişerek gece gündüz çarpışır oldular.

      Kale içinde kuşatılmış olan hilekâr, 200.000 günahkâr kâfiri toplayıp bütün burçlar ve kuleler üzerinde nice bin şeytan işi kurnazlıklar yaptığı için kale çepeçevre yanaşılmaz ateşler içinde kalıyordu.42 Bütün gayretlerini kara tarafına sarf ederek deniz yönünden korkuları olmadığı için o taraftan akıllarına ecel korkusu gelmezdi. Çünkü Saray Burnu’nda 500 tane top hazırdı. Bu toplardan denizde kuş uçması ihtimali bile yoktur diye deniz tarafına ehemmiyet vermediler. Bütün papaz, keşiş ve patrikler o murdar askerlerini savaşa kışkırtıp her kâfire birer put vaadinde bulunuyorlardı ve nücum ilmi43 ile kalenin talihindeki kuvveti buldular. Şöyle buldular:

      “Ahir zamanda bir Muhammed gelir. Nice bin kiliseleri yıkar. Onun ümmeti Antakya, Kudüs, Mısır ve Kostantiniyye’yi alır. Karadan yelkenleri açılmış gemilerle gelir. Başında kavuğu beyaz olur. Muhammed gelip kiliseler yıkılalı ve Mısır’ı, Antakya’yı, Kudüs’ü onun ümmeti alalı 850 yıl oldu. Karadan gemi yürütüp bu kalenin fethedilmesi imkânsızdır. Bu Muhammed o değildir. Büyük Muhammed’lerinden beri 11 kere kuşatılan Kostantiniyye’yi Arap fethedemeyecek de Türk mü alacak?” diye kısır akıllarınca nice sözler söyleyip Kostantin’e teselli vererek savaşa devam ettiler.

      Fakat dışarıda asker, asıl kalenin dikine girip yer yer kalede gedik açmaya başladı. Gece gündüz dört yandan İslam askerine imdat ile azık geldiği hâlde kâfirlere bir lokma bile gelmedi. Çünkü önceden Akdeniz ve Karadeniz taraflarına kaleler yapılıp yardım yolları kesilmişti.

      Yine böyle iken kaledekiler gayret gösterip savaştılar. Çünkü kalenin içinde “Yavedüd Sultan” adında meczup bir budala44 vardı. Kale fetholmasın diye Tanrı’ya yakarıp duası kabul olundu. Kalenin fethi günden güne güçleşmeye başladı.

      On gün olunca Fatih bütün şeyhleri toplayıp; “Acaba işin sonu ne olacak? Kale günden güne kuvvetlenip alınması ihtimali zayıfladı.” deyince hemen Ak Şemseddin cevap verdi: “Beyim! Sen elem çekme. Bu kalenin fatihi sen olacaksın, diye şehzadeliğinde sana müjde vermiştik. Fakat Tanrı’nın emriyle bu gazilerin bazı işleri vardır. Kalede Şeyh Maksud halifelerinden Yavedüd adında meczup bir can vardır. O ölmeden bu kalenin alınması ihtimali yoktur ama elli günde ölür.” diye kalenin fethini saat ve dakikasıyla tayin eyledi. Sonra sırrı açığa vurarak: “Beyim! Sen yine gayrette devam et. Tanrı’nın bu sırrı burada kalsın. Askere ihsanlar edip iyilik göster.” dedi.

      Fatih,

Скачать книгу


<p>35</p>

Bu tarih yanlıştır. Hicri 878 olacaktır. Savaş 11 Ağustos 1473’te yapılmıştır.

<p>36</p>

Miladi olarak 1444 Ağustos’unda.

<p>37</p>

Bu Emir Buhari, Yıldırım Bayazıd çağındaki meşhur Emir Buhari’den başka birisidir. Fatih Camisi civarında türbesi olup hicri 922’de (= 5 Şubat 1516-23 Ocak 1517) ölmüştür. Keramet sahibi ermişlerden sayılmıştır.

<p>38</p>

Evliya Çelebi burada “mazbut” kelimesini kullanmaktadır. Bu kelime “ezberde olmak” anlamında kullanıldığı gibi “yazı ile tespit olunmuş” manasına da geldiğinden “bilinmektedir” diye çevrilmiştir.

<p>39</p>

“Götürmek” aslında “Kaldırmak” demektir. “Yer götürmez” yerin kaldıramayacağı kadar büyük manasında bir Osmanlı deyimidir.

<p>40</p>

1453 baharı.

<p>41</p>

Bu büyük bir yanlıştır. 35 numaralı notta da belirtildiği gibi Akkoyunlularla savaş 1473’te, yani İstanbul’un fethinden 20 yıl sonra yapılmıştır.

<p>42</p>

Bizanslıların en korkunç silahı olan Rum ateşini kastediyor.

<p>43</p>

Yıldızların durumuna bakarak yapılan ve ilim sayılan falcılık.

<p>44</p>

“Abdal” ve “budala” kelimeleri Arapçadan Türkçeye “bedil” kelimesinden geçmiştir. Bedil “kusursuz, iyi adam” demek olduğu hâlde Türkçedeki abdal ve budala kelimeleri hiçbir şeye aldırmayan, kalender derviş manasını almıştır.