Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler. Evliya Çelebi

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler - Evliya Çelebi страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler - Evliya Çelebi

Скачать книгу

Sultan Süleyman Han ile Belgrad, Rodos, Budin ve İstoni-Belgrad fetihlerinde bulunmuştu. Hatta Sigetvar gazasında Sultan Süleyman Han merhum oldukta babam o gazada da bulunup Osmanlı Devleti’ne hizmeti geçmiş bir yaşlı koca idi. Daima ihtiyarlarla konuşup geçmiş zamanları söyleşirlerdi. Yakın dostlarından bir ihtiyar vardı ki düzgün konuşmada Emrülkays ona arkadaş olamazdı. O ihtiyar, yeniçeriler başkâtibi idi. Adına “Sukemerli Koca Mustafa Çelebi” derlerdi. Onun, yukarıda adı geçen Fransa kralı kızının akrabasından olduğu muhakkaktı. Ona her zaman Fransa kralından hediyeler gelirdi. Çocukluğumda bana bazı garip şekiller ve resimler bağışlardı. Çok yaşlanmıştı.59

      Bir danışma icap etse padişahın huzuruna bütün vezirler, devlet ileri gelenleri girdikten sonra “kocalar gelsin” derlerdi.

      Sigetvar altında Süleyman Han merhum olup askerin haberi yokken Büyükvezir Sokullu Mehmed Paşa’nın tedbiri ile padişahın nâşını taht üzerine koyan ve yol hilatinin arkasından ellerini hareket ettiren Silahdar Kuzu Ali Ağa’yı fikir danışmaya çağırırlardı. Ondan sonra Rikabdar Gülbi Ali Ağayı, ondan sonra Zeyrek başında oturan Mutfak Emini Abdi Efendi’yi, ondan sonra babamı, ondan sonra Sukemerli Koca Mustafa Çelebi’yi getirtip fikir danışırlardı. Nereye sefer olsa bunlar tahtırevanlarla gazaya giderlerdi. Bu, Sukemerli Mustafa Çelebi hepsinden yaşlıydı. Hatta Müftü Kemalpaşaoğlu’nun talebelerinden bütün ilimleri öğrenmiş hadisçi, tefsirci ve tarihçi kimse idi.

      Kemalpaşaoğlu’nun hademesi olması cihetiyle “Birinci Selim’le Mısır fethinde yirmi beş yaşına varmış bir babayiğit idim.” diye Selim Şah’ın Sultan Gayri ile Merci Dâbık’ta olan büyük savaşını, Kakun Ovası’nda olan büyük kavgasını ve o kavgada Gayri Sultan’ın ecel şerbetini içip cenkte kaybolduğunu ve Mısır’da oğlu Mehmed’in padişah olup çocuktur diye Sultan Tumanbay’ın onu indirip kendisinin Mısır’a padişah olduğunu, Mısır fetholununcaya kadar Sultan Selim’le 23 yerde çarpışıp Mısır’ın nasıl fethedildiğini Mustafa Çelebi anlattıkça ben hayrette kalırdım. Gayet dinî bütün adamdı. Fransa kralı kızının sergüzeştini onun doğru nakillerinden dinleyerek yazmışımdır.

      Sultan Mehmed Han Gazi, Fransa kralının kızını alıp bütün gazilerin reyi ile Ak Şemseddin’e emanet bırakıp kendisi ganimet mallarını İslam askerine dağıtarak kalenin dört yanını gezmekle Müslüman gazilerini kuvvetlendirdi. Nihayet ellinci gün oldu. O anda kalenin içinde bir gürültü kopup kuşatılmışlardan nice bini değerli eşyalarıyla duvarlar ve kulelere beyaz teslim bayrakları dikip: “Sana sığındık ey Osmanlıların yiğidi!” diye kaleyi teslim ettiler. Bütün kâfirler izin alıp karadan ve denizden her biri bir yere gitti.

      Kale içinde “Yavedûd Sultan” denen birisi vardı. O ölünce kâfirlerin başına kıyamet kopup kaleyi aman ile verdiler. İslam ordusu da Allah Allah diye bağırarak üç cihetten hücumla ganimet mallarını almaya başladılar.

      Bu sırada koca Fatih, başında kavuğu, ayağında mavi çizmesiyle katıra binip60 elindeki Muhammed’in kılıcını kaldırarak: “Gaziler! Tanrı’ya hamdolsun İstanbul’u fethettiniz.” diye yetmiş, seksen bin seçme askerle61 Kostantin’in sarayına vardı. Sarayı alacağı sırada nice bin kâfir toplanıp saray ancak büyük bir savaşla ele geçirildi. O kavga sırasında kral öldürüldü. Cesedini cesaretli Rumlar Sulu Manastır’da mezara gömdüler. Kral sarayında o kadar hazineler bulundu ki hesabını Tanrı bilir.

      Dokuzuncu kerede İstanbul’u yapıp tamamlayan kral Kostantin’di. Nihayet Osmanlı hanedanına veren tekfur da yine Kostantin adında oldu.

      Fatih buradan, uğur sayarak, iki rekât hacet namazı kılmak için Aya sofya Kilisesi’ne girmek isteyince içinde ve çevresinde oturan rahipler Ayasofya’ya kapanıp damlarından, tepelerinden, kulelerinden İslam askerine ok, neft ve katran yağdırdılar. Fatih, Ayasofya Kilisesi’ni sarıca arı gibi kuşattı. Üç gün, üç gece büyük savaş olup elli üçüncü günde Büyük Ayasofya fetholundu.

      Önce Sultan Mehmed, Ayasofya içine girip nice rahipleri öldürdü. Elindeki Peygamber bayrağını mihrap yerine dikip ezan-ı Muhammedî okundu. İslam gazileri rahiplere kılıç vurup mabedin içi Müşriklerin kanı ile doldu. Hemen Fatih sadağına el atıp “alametim olsun” diye Ayasofya kubbesinin ta ortasına dört kanatlı bir ok fırlattı. Mehmed Han’ın okunun alameti hâlâ gözükmektedir. Bir hünkâr solağı62 sol eliyle bir düşmanı öldürüp sağ elini kana buladıktan sonra Sultan Mehmed’in huzurunda bir sıçrayarak elinin kızıl kanını bir beyaz mermere sürdü. Pençesinin nakşını oraya alamet etti. O kanlı solak pençesi, türbe kapısından içeri girilince karşı köşede, beş adam boyu yükseklikte gözükmektedir.63

      Eski Saray

      İstanbul’un Karadeniz tarafına, Galata ve Haliç’e bakan yüksek ve havadar bir yerinde Puzantin Kayser’in yaptırdığı eski bir kilise vardı ki dört tarafı sağlam duvarlardı. Bu kilisenin dört yönü öyle çimenlikler ve yollarla süslü idi ki Ulu Tanrı havada uçarı kuşlarla yerde yürüyen hayvanların her türlüsünü o ağaçlıklarda toplamıştı.

      O kilisenin içinde Puzantin ve Kostantin zamanlarında 12.000 keşiş, rahip ve rahibe vardı ki kendi sapık âdetlerince riyazet içinde idiler.

      Kilisenin yapılmasının sebebi şu idi: Hazreti İsa halifelerinden ve Havarilerden Şem’ûn, İstanbul’a gelip o ferah ve güzel yerde ibadetle meşgul oldu. Bütün yabani hayvanlarla alışkanlık peyda ederek onlara su vermek için yeri kazdı. Kazdığı yerden bir hayat suyu64 çıktı. Bütün hayvanlar oradan susuzluklarını giderdiler. Sonra Şem’ün oraya bir ibadethane yaptı. Zamanla Puzantin Kral o pınarlar üzerine adı geçen büyük kiliseyi yaptırdı.

      Sonra Fatih o kiliseyi fethedip yerine 858 yılında (= 1454) Eski Saray’ın yapılmasına başlandı. 862’de (19 Kasım 1457-7 Kasım 1458) tamam oldu. Kulesiz, sursuz, bedeninde girinti, çıkıntı olmayan, hendeksiz bir duvardır. Fakat çok sağlamdır. Bütün duvarı mavi kurşunla kaplıdır. O asırda çepeçevre boyu 12.000 arşındı. Kare şeklinde kâgir bir yapıdır. Bir direği Sultan Bayazıd Kazancıları köşesinden Miski Sabunu Kapısı’na kadar giderdi. Oradan bir direği Tellak Mustafa Paşa Sarayı’nda nihayet bulurdu. Oradan bir direği Küçük Pazar Seddi ve sarnıcı üzerinde karar bulmuştu. Hâlâ Yeniçeri Ağası Sarayı ve Siyavuş Paşa Sarayı yeri o Eski Saray’ın yerinde idi. Oradan da bir direği ta Tahtelkale65 üstündeki sedden geçip yine Kazancı tüccarları köşesine gelince büyük bir saray hasıl olurdu.

      İçinde türlü türlü düzlükler, birçok harem hücreleri, maksüreler,66 havuzlar, şadırvanlar, büyük bir mutfak, hassa kileri, 3000 Baltacı67 ile hademelere birçok evler yaptırdı. Ak Ağalar için bir, Kara Ağalar için de bir ev yaptırıp hepsinin üzerine Darüssade ağasını hâkim etti. Hasekiler68 ile kral kızını da bu Eski Saray’a koydu. Haftada iki kere Yeni Saray’dan Eski Saray’a gelirdi.

      Eski Saray’daki Hayat Suyu

      Fatih

Скачать книгу


<p>59</p>

Bunun da doğru olmasına hemen hemen imkân yoktur. Aşağı yukarı 150 yaşlarındaki bir adamın anlattıklarında da çok yanlışlar olacağı muhakkaktır.

<p>60</p>

Peygamber’in Düldül adındaki katıra binmesine benzetmek için uydurulmuştur. Hiçbir Osmanlı padişahı katıra binmemiştir.

<p>61</p>

İstanbul’u kuşatan Osmanlı ordusunu 60.000’den yukarı düşünmek hatadır. Ordunun mühim bir kısmı muhtemel bir taarruza karşı Balkanları bekliyordu.

<p>62</p>

Muhafız asker.

<p>63</p>

Burada Evliye Çelebi’de bir yanılma var: Bahsettiği işler Ayasofya’nın içinde geçtiği hâlde biraz aşağıda türbeden bahsediyor. Ayasofya binasının içinde türbe olmadığına göre bu karışık ifadeyi anlamaya imkân yoktur.

<p>64</p>

Evliya Çelebi’nin sık sık kullandığı “hayat suyu” (abıhayat) çok lezzetli, güzel su demektir.

<p>65</p>

Bugün Tahtakale denen yer

<p>66</p>

Padişahlara, imamlara, müezzinlere mahsus hususi odalar.

<p>67</p>

Saray işlerine bakan ve sarayı koruyan hususi bir asker sınıfı.

<p>68</p>

“Haseki” türlü manaları arasında padişah zevcesi manasında da kullanılmaktadır ki buradaki anlamı da budur.