Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı. Hasan Yılmaz

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı - Hasan Yılmaz страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı - Hasan Yılmaz

Скачать книгу

İnsanlık dışı her türlü olay burada cereyan ediyordu. Orta Çağ denen karanlık onlar için karanlıktı. Orta Çağ’da Doğu’da büyük bir aydınlanma vardı. Bizim bunu anlamamız lazım. Yani şunu dersen: “Her belanın arkasında bir Batı kurgusu aramak doğru mu?” Böyle bir hastalığımız var. Doğru.

      Biraz reflektif bir tutum, tarif edilmiş bir tanım gibi çözümlemelerimiz. Yahudilere atıf yapılır, masonlara atıf yapılır, Batılılara atıf yapılır, kökü dışarıda diye içeriden kaynaklı sorunlar görmezden gelinir.

      Orta Doğu’da olan hadiselerin birçoğunda suçlu kendimiziz. Yani kendi kültürümüzün, medeniyet değerlerimizin farkında değiliz. Yeniden diriliş içinde oraya dönemiyoruz. Ondan sonra başımızı belaya soktular diyoruz. Mısır’daki İhvan hareketi gibi. Senelerdir seçime girmemiş, seçimi doğru bulmayan, demokrasi karşıtı bir örgüt kuruyorsun, ondan sonra Batı tekrar tezgâhla seni oyunun içine sokuyor, sen orada demokrasi kültürü olmadan yüzde 50 oy aldım diye bir iktidar paylaşımına giriyorsun, ondan sonra karıları başörtülü, kendileri namaz kılan generallerin baskısında, ülkede herhangi bir projen olmadan, iddian olmadan kan dökücülüğün bir parçası oluyorsun. Oradaki mazlumların, oradaki İhvan’ın şüphesiz arkasındayız ama bu İslam medeniyeti mi demek? Geçenlerde cemaatin haftalık yayın organı “Aksiyon”da bir başyazar, “Bir Medeniyet Ölüyor” diye bir yazı yazdı. Medeniyet buysa ölsün. Düşünebiliyor musunuz, kendi ülkesinde bile, bir birlik için, bir oluş için mesaj veremiyorsun. Bu kan dökülürken hâlâ istifa edemiyorsun. Muhsin Yazıcıoğlu benim kardeşimdi. Diyelim ki onu cumhurbaşkanlığı seçimlerine soktuk. Cumhurbaşkanı oldu, sonra onu içeri attılar. İki kişi ölse istifa ederdi. Niye kalsın ki o makamda! O makamla İslam kurtulmuş mu oluyor? Son zamanlarda yolsuzluğu örtbas ederek hükûmetin ayakta kalacağını zannetmek de aynı gafletin eseri.

      Bu durumda Türkiye’den de örnekler verebiliriz? Başbakanı da bu örneğe dâhil edebiliriz…

      Verebiliz tabii… “Şart midur!” demiş Temel. Sen İslam medeniyeti getirmekle, İslam dirilişi yapmakla, insanları kucaklamakla mükellef değil misin? Sen bir ülkede bile bunu gerçekleştiremiyorsun. Cihana bunu nasıl yapacaksın? Türkiye’de ya da başka bir ülkede iktidarları suçlamak için söylemiyorum. Bizim bir medeniyet kaygımız yok mu? Bizim, kapitalist, emperyalist medeniyete karşı bir alternatif olma iddiamız var mı yok mu? Yoksa biz bu sisteme entegre mi olduk? Kalvinist bir İslamcılıkla yaşantımızı ekonomik olarak, demokrasi olarak, seçim olarak gâvura benzettik de sadece adımız mı İslam kaldı. Bunu değiştirmek, dönüştürmek mükellefiyetinde değil mi İslam?

      “2024” adlı romanınızda cemaat ile AKP’nin arasının bozulacağını daha 2006 yılında öngörmüştünüz. Bu öngörü neye dayanıyordu. Çünkü, analizlerinizin aksine bugün Türkiye’de yeni Osmanlı hayali görenler var. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu da “Neo Enver” diyerek maceraperestlikle suçlayanlar var.

      Yeni Osmanlıcılık projesini, Osmanlı’nın O’sunu bilmeden ortaya çıkanlarda görüyor olmamız son derece hazin. Diplomaside “monşer” diye tenkit ettiklerimizin dengeci politikalarından ve Osmanlı’dan tevarüs ettirdikleri o diplomatik davranış kodlarından habersiz olarak bizi her an Orta Doğu batağına, gayya kuyusuna çekebilecek problemleri bugün yaşıyoruz.

      Eğer temelleri sağlam olsa argümanlarını kullanabilecek cehd de ve yön eylem planlaması yeteneğinde olsa alternatifli, çoğulcu üç beş senaryoyu ortaya koyar ve bu senaryolardan çıkacak stratejilere göre diplomasisini ve gücünü evirir, çevirir ve bilgeyi hâkim kılar. Ama tam tersine kuru laflar ortada ama işi çözecek ne proje var ne bir program var.

      Biraz rakiplerin oyun planını bilmeyen, okumamış bir plan var galiba.

      Biz bunu gördük, okuduk. 95’lerde “Su savaşları”na karşı “Su Barışı Projesi”ni yazdık. Filin lalezara girmesini engelleyen bir proje yaptık. Türkiye aklı bunu anlamadı. Mutlaka adımızın Richard, John, Michael filan olması lazımdı. Ya da uluslararası bir örgütün bunu söylemesi lazımdı. FAO, CIA gibi büyük örgütlerin bunu demesi lazımdı. Kürt sorununun çözümünde bu tür think thank’lerin türemesi gibi, benim önerimi de yurt dışı bağlantılı bir düşünce kuruluşu söyleyecekti. Hakikaten Türkiye’nin siyasi aklı kendindenci değil. Yani enternal bir yaratıcılıkla, içinden doğarak türemiyor. Eksternal baskıyla kendine yön biçiyor. Aynı Tanzimat Dönemi paşalarının yaptığı gibi; Osmanlı’da alttan bir talep olmadığı için yukarıdan da sarayın yaptıkları reform ihtiyaçlarına cevap vermiyor. Yukarıdan bir reform sağlanamıyor çünkü alttan talep yok. O yüzden yandan taleplerle, “Siz bizi düzeltmelisiniz.” diye Avrupa’ya baskı yaptırarak Tanzimat paşaları akıl verdirirlerdi. Şimdi buna benzer askerî vesayetin kalkması, demokratikleşmenin olması için aynı o şekilde AB sürecini kullanmalıyız görüşleri var. AB sürecini içeride bazı düzenlemeler için gerekçe yapmak isteyenler, “AB’ye girmesek bile” gibi argümanlar kullanmaktadırlar. Oysa bizim AB üyeliği talebimiz gerçekçi bir taleptir. “Girmesek bile önemli değil.” anlayışı, enerjisini içeride entropi olarak kendi kendini yiyen, yok eden bir yapıya dönüştü. Yani kendi askerî gücünü yok ederek güya demokratikleşiyor. Ama üye olmadığı için o demokrasi bir işe yaramıyor. Demokrasi de global statükonun bir demokrasi oyunundan ibaret olarak Mısır’da Mursi’ye yaptıkları gibi seni bir seçme cenderesine sokuyor. Sen ne demokrasi kültürünü yaşayabiliyorsun ne de gerçekten demokrat olabiliyorsun. Fakat İslam’ın yerine hem demokrasiyi hem liberalizmi oturtup senin alternatif olma ihtimalini ortadan kaldıracak şekilde global sisteme entegrasyonunu sağlıyor. Sen bir kere buna entegre olduktan sonra artık ondan taleplerini dile getirip, ondan çözüm bekliyorsun. Yani global statükodan çözüm beklemeye başlıyorsun.

      Kürtçülük, Türkçülüğün Antitezi midir?

      Buradan tekrar konunun tamamlanma ihtiyacı duyduğum bölümüne gelecek olursak, “biz” fikriyle kucaklayan ya da emperyalizme karşı duran milliyetçiliği sakıncalı görmüyorsunuz. Bu noktada Türklerin bir ön yargı taşımadıklarını da örnekliyorsunuz. Sizin anlayışınıza göre milliyetçiliğin uyandırıcı, diriltici bir etkisi var. Bu, Kürt milliyetçiliği için de geçerli değil mi?

      Ben Kürt milliyetçiliğine asla karşı değilim. Herhangi bir Kırgız, Özbek, Türkmen milliyetçiliğine karşı olmadığım gibi. Ben Arap milliyetçiliğine de karşı değilim, Fars milliyetçiliğine de karşı değilim. Bunların hepsi bizim ortak medeniyet dairemizin itici gücü olabilir. Başarmak için milliyetçi bir atılım yanlış değildir. Mesela, Türkçülük Batı emperyalizmine karşı bir diriliş fikridir. Kürtlere bir zararı var mı? Geçen asırdaki bir Kürt, Türkçülükten rahatsız mıydı? Ne zaman rahatsız oldu? Şimdi anlatıyorlar ki: “Siz Türkçülük yaptığınız için onlar da Kürtçülük yapıyorlar.” Kürtlerin Türklükle bir problemi yoktu. Entelektüel bir dava olarak 100 yıl önceki Türkçülük, İngiliz emperyalizmine karşı idi. Kürt’ün onunla bir sorunu yoktu. Bugün Türk milliyetçiliğinin sanki Kürt’le Kürtlere karşıymış gibi takdimi; işte bu Batı’nın soktuğu fitnedir. Bugün Kürt raporlarında David Phillps’in, Henry Barkey’ın, yani CIA ajanlarının yazdıkları rapordan sonra, MÜSİAD’ın, TÜSİAD’ın, TESEV’in, SETA’nın ve daha ne kadar Kürt raporu yazmış, ne kadar IQ problemi yaşayan adam ve kuruluş varsa hepsi o CIA’in raporunu aynen alıp devşirmiş ve aynısını yazmış ve bunlar böyle bir sonuca gitmiştir.

Скачать книгу