Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı. Hasan Yılmaz

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı - Hasan Yılmaz страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı - Hasan Yılmaz

Скачать книгу

Türk. O nasıl Kürt kimliğine büründürülüyor? Kardeşinin adı Türk adı.

      Haklısın Selahattin Türk’tür. Ama bir tarafı Türk’tü. Ama ben orada değilim. Türklük bir oluştur. Türk oluş, Türk soylu olmaktan önemlidir. Selahattin Eyyubi, Kürtlere önder olma bakımından, rehber olma bakımından tek başına bile yeter. Veya Molla Gürani…

      Tabii o da Diyarbakırlı…

      Buradan şunu ifade etmek istiyorum: Kürt olabilirsiniz, Türkmen olabilirsiniz, Kazak olabilirsiniz, Özbek olabilirsiniz, Kırgız olabilirsiniz ama Türk olamazsınız. Yani birisi Kırgız oldu diye ben Türk’üm diyemez. Türklük nasıl bir şeydir; bir olgudur, bir oluştur. Vatandaşın kendini Türk hissetmesi zaten çok kolay bir projedir. Evet Türklük bir oluştur ama estetik bir oluştur. Yani, çalınan maya bir medeniyet yaratır ya; nedir o? Bir cami yapar Mimar Sinan gibi. Dolayısıyla cami bir medeniyet eseridir. Bütün Müslümanların ortak medeniyetinin kavramsal yapısıdır. Yani Ziya Gökalp’in kültür ve medeniyet çatışmasının yanlışlığını burada düzeltebiliriz. “Kültür değişmez millîdir, medeniyet değişir tekniktir.” diyordu ya, tam tersine medeniyet bir fikirdir, dindir; kültür ise onun unsurlarıdır.

      Aslında kültür ve medeniyeti ayırmak pek sağlıklı değil.

      Cami fikri bir medeniyettir. Ama Arap camisi ile Türk camisi farklıdır. İşte bu farklılık kültürdür. Selçuklu mimarisi ile Osmanlı mimarisi arasında kültürel farklılık vardır. Ama cami fikri ortak bir fikirdir. Bu anlamda bir Türk oluş fikrine gelirsek: Arnavut olduğu iddia edilen… Ama annesi Emine Hanım müthiş Horasan erenlerindendir, zaten çok sağlam bir Türk’tür; babası Tahir Efendi Arnavutluk’ta yaşar. Ama Mehmet Akif Türkçenin en mükemmel şairi olduğu için en büyük Türk’tür. Senden de benden de büyük Türk’tür. Dolayısıyla Ahmet Arvasi’nin “antropolojik sosyoloji” dediği ya da sosyolojik ırkçılık dediği şey budur. Yani sosyolojik ırkçılığa bile ihtiyaç yoktur. Akif, Türkçesiyle Türk oluşun zirvesidir. Mimar Sinan, mimarisiyle Türk oluşun zirvesidir. Mevlâna, düşünce sistemiyle, o anlattığı masallarla Türk oluşun zirvesidir. Yahya Kemal’in dediği gibi: “Türkler ‘Mesnevi’ okurlar, pilav yerler ve savaşırlar.” Evet, “Mesnevi” okumayan zor Türk olur.

      İlginçtir ki Türkler kitap okumuyorlar…

      Türk olamıyorlar demektir. Bugün niye Anayasa’da Türk mü olsun Kürt mü olsun tartışması yapılıyor. Ne olursa olsun? Mesela bence Ostrozot diye bir şey yazsınlar. Hiçbir şey fark etmez.

      Yeni bir ulus yaratmış oluruz.

      Hiçbir şey fark etmez. Çünkü öyle bir kavim de yoktur, o anlattıkları Türk diye bir kavim de yoktur zaten. Türklük, Türki kavimler topluluğu olduğu kadar, sürekli gelişen ve genişleyebilen sosyolojik hatta felsefi bir büyük birlik oluştur. Binlerce yıllık terkiptir. Bizim anlattığımız Türklük bir oluştur. Bu oluş medeniyetini, kültürünü ama aslında mayasını temsil eder. O maya çalınmıyorsa burada akşamdan sabaha, sabahtan akşama kadar Türk desek, Türk’e hiçbir faydası yoktur. Türklük bir olgudur, bir oluştur. O daireye girmek isteyenler, çok kolay girebilirler. Orada bir estetik duruşla, o hakkın zirvesini elde edebilirler. Yani ırken Özbekler, Kırgızlar, Türkmenler… Yani kendilerini ırken daha sağlam Türk hissedenlerden daha öne geçebilirler ve Türklüğü daha doğru temsil edebilirler. Mesela Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa, o büyük dehasıyla gelmiş geçmiş en büyük başbakanlardan birisidir. Esasında Sokullu Sırp kökenlidir değil mi? Ama Türk’tür.

      ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ

      Lütfü Şehsuvaroğlu, annesi ve kardeşleriyle

      Her insanın bir hikâyesi var. O hikâye, insanın yaşamını geçirdiği evrede ve çevrede ortaya çıkıyor. Kimliğimiz, kişiliğimiz o süreçte şekilleniyor. Sizi Erzincanlı olarak biliyorum. Sanırım, çocukluğunuzu da Erzincan’da geçirdiniz.

      Annem Erzincanlı, babam Sivaslı. 1957 yılında Erzincan’da doğdum. İlkokul 5’e kadar Erzincan’da okudum. Babamın memleketi Sivas İmranlı. Ama aslımız Elbistan’daki Dulkadiroğlu Beyi Alaüddevle’nin oğlu Şehsuvar Bey’e dayanıyor. Kardeşlerden Şahbudak, Bozkurt Bey ve Şahsuvar var. Zannediyorum Şahbudak Bey Kırşehir tarafına gitti. Bir de bacıları Ayşe Hatun var. Dulkadiroğulları Beyliği, Osmanlı ile savaşmadan barış sağlayan son beylik.

      1517’deki Yavuz’un doğu seferinde Anadolu birliğine katılan beylik sanırım.

      Evet. Erzincan deprem bölgesi olmasına rağmen, güzel bir şehir. Depremden dolayı çok acı çekmiş bir şehir. Babamın da depremle ilgili çok şiiri var, benim de depremle ilgili çok şiirim var. Hani “Fahriye Abla” şiirinde belirtildiği gibi etrafı dağlık, ortası bağlık bir şehir. Sık sık deprem geçirdiği için de yapılaşma hep yenidir.

      Sizin aileniz orada bir deprem yaşadı mı?

      Hayır. 1938’deki gibi büyük bir deprem yaşamadık. Küçüklüğümde sarsıntılar olduğunu hatırlıyorum. Endişeyle dışarı çıkar, geceyi dışarıda geçirirdik.

      Babanız memur muydu?

      Babam nahiye müdürü idi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okumaya gitmiş. İkinci sınıftayken babasını kaybetmiş. Beş kardeşi var. Mecburen memleketine dönmek zorunda kalmış. Bunun üzerine ona nahiye müdürlüğü görevini vermişler.

      Şimdiki mal müdürlüğüne mi karşılık geliyor nahiye müdürlüğü?

      Nahiye müdürü, kaymakamın bir alt yetkilisi. Nahiyenin mülki amiri.

      Annesi ve kardeşiyle

      Şu anda böyle bir statü yok değil mi ülkemizde?

      Kaldırıldığı için yok. İlçe ile köy arasında olan yerler nahiye idi. Şimdi belde deniyor bu tür yerleşim yerlerine. Oranın en büyük mülki amiri nahiye müdürü idi. Günümüzde bu memuriyet statüsü kaldırıldı. Babamın şimdi Armutlu denilen Armudan nahiye müdürü iken atı vardı, körüklü çizmesi vardı.

      Babam, nahiye müdürlüğünden sonra Erzincan Şeker Fabrikasında vezne şefi oldu. Babam Armudan’da nahiye müdürlüğü yaparken karşımızda bir Munzur Dağı vardı, Keşiş Dağı vardı. Şiirimde de geçer;

      Munzur Dağı’ndan hep atlılar inerdi,

      Rüyalarını süslerdi,

      Senin attığın oklar doruğuna değerdi.

      Perdesi masallara açılırdı o evlerin,

      Eyvanda da vardı,

      Yukarıda da açardı.

      Parıldayıp gülüşen çiçekler akşamüstü.

      Ay doğardı sofaya,

      Lamba yanardı,

      Kara gecesi olmadı hiç,

      Kara çarşaflı evin.

      Küçük bir ninecik vardı,

      Ay gibi alnı vardı.

      Ne güzel sözleri vardı,

      Güzel

Скачать книгу