Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı. Hasan Yılmaz

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı - Hasan Yılmaz страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı - Hasan Yılmaz

Скачать книгу

yedi kişiden biriydi. Bir gün derse girdiğinde Lütfi oku.” dedi. Ben 10. Yıl Nutku’nu Mustafa Kemal’in sesinden okurdum. Nutku okumam 10 dakika sürerdi. Hepsini ezberden okurdum. 10 dakika hoca ağlardı, 10 dakika da ders işlerdik. Türkçe derslerimiz böyle geçerdi. O yaz geleceği zaman bir ödev verdi. Bir yerli roman, bir yabancı roman özeti çıkartmamızı istedi. Ben de hocayı seviyordum. O zaman sıkı Atatürkçüydük. Ben Kemal Bilbaşar’ın “Cemo” ve Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” romanlarını aldım. “Suç ve Ceza”yı okuyunca o yaz kendimi romanın kahramanı Raskolnikov zannettim.

      Bakır telleri toplayıp kilosunu 2 liraya tefeci kadına satıyorduk ya. Ondan aldığımız paralarla 17 kilometre ötedeki Zile’ye giderdik. Turhal’dan daha az gelişmiş bir ilçe ama, niyeyse Zile’ye pastaneye gidiyorduk. Arada da “Alevi” köyleri vardı. Niyeyse onlar o zaman önümüzü kesiyordu. Bazen bizden biri esir olurdu, ben onlara dalardım. Ama ben esir olduğumda onlar beni kurtarmazlardı. Arkadaş kazığını ilk ben oralarda yedim. O zaman pastanelerde pilav da satılıyordu. Zile’ye vardığımızda pastanede pasta yemez, pilav üstü kuru fasulye yer, kola içerdik.

      Bir gün işi büyütelim dedik. Daha fazla bakır bulmak için elektrik direklerindeki bakıra yöneldik. O telleri kesmek için de şeker fabrikasının bahçıvanının makasını çaldık. Elektrik direğinin ortasında da kurukafa var. Yani çıkarsan ölürsün diye bas bas bağırıyor. Tabii çetenin reisi olarak gözü karartıp direğe ben çıktım. Önce telin bir ucunu kestim. Sonra diğer direğe çıktım ve onu da kestim. Tel küt diye yere düştü. Onu plastiğinden sıyırdıktan sonra tefeci kadına götürdük. Biz kadının daha pahalı almasını beklerken kadın daha önceki fiyatın yarısını teklif etti ve kilosunu 1 liraya alacağını söyledi. “Daha önce siyah siyah telleri 2 liraya alıyordun. Bunun 4 lira olması lazım.” dedim. “Şimdi polise haber veririm!” deyince “Lanet olası kadın!” diyerek telleri oraya bırakıp kaçtık. Romanda Raskolnikov, tefeci kadını öldürüyor ya, ben de kadını öldürmeyi planladım. Kendimi Raskolnikov zannettim. Kadını öldürmüş gibi “Suç ve Ceza” ritüelleri yaşadım. Kendime suç biçtim ve ceza verdim. O yaz benim Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” romanını içselleştirme dönemim oldu. Çocukluğumun o devresinde Tanrı’nın varlığına ilişkin iç dünyamda çok tartışma yaptım. Ateist, anarşist, existansiyalist düşünceye daldığım anlar çok oldu.

      Peki geleneksel yaşam biçiminin dışında sizi inanç dünyamızın ritüelleri ve umdeleriyle tanıştıran başka bir etken var mıydı? Yazın Kur’an kursuna gitmek gibi.

      Her yaz Kur’an kursuna mutlaka giderdik. Ama Kur’an kursundan kaçardık. Sadece mahallemizdeki yaşlı ninenin evinden kaçmazdık. Bize çok iyi davrandığı için ondan kaçmadık.

      Kuruçay’daki hocanın uzun bir değneği vardı. Onunla vururdu. Aslında onun vurması bahaneydi, yaz gelince dışarı daha güzel gelirdi. O yüzden dereye gidip çimmek varken, cami bize sıkıcı gelirdi. Dayak da kaçmamıza bahane olurdu. Gümüştepe’ye çıkar, orada otururduk. O tepede hakikaten gümüş var zannederdik. Domuz avlardık.

      Aslında bu gazetecilik deneyimini de ilk Turhal’da “Gelincik” adında bir gazete çıkartarak yaşadım. Babam muhaberat şefi olduğu için onun bürosunda kopya kâğıtlarını yürütürdüm. Kopya kâğıdı da en fazla üç beş nüsha çoğaltmaya izin veriyordu. A4 kâğıda da gelincik resmi, günün sözü, başyazı, fotoroman, arkada Karaoğlan gibi bir fotoroman ve makaleler yer alırdı. Karikatür çizimini de ben yapıyordum.

      Bunların hepsini A4 kâğıt üzerinde uyguluyordum. O zaman günlük bir gazete 25 kuruştu, bu gazete 35 kuruştu. Ciddi bir mahallî yayındı. Sokağımızın dergisiydi “Gelincik” ve 35 kuruşa evlerde satardık. Mesela, orada Pancar Amca vardı. Sokağa tükürürdü. Onu gazetede neşrettik. Ondan sonra tükürmemeye başladı. Bazen yılbaşı gecelerinde Noel Baba olurdum evlere damlardım.

      Noel Baba size nereden sirayet etti? Herhangi bir tepki görmez miydiniz? Kapısını çaldıklarınızdan kızanlar olmaz mıydı? Biliyorsunuz bir dönem Noel Baba konusu Türkiye’de çok tartışma konusu oldu. Özellikle taşrada yılbaşı kutlamalarına pek sıcak bakılmazdı.

      Niye kovalama olsun ki! Noel Baba olurdum, evlere hediye götürürdüm. İleri bir halktı lojmanda yaşayanlar. Gerici yaklaşımlar yoktu o zaman!..

      Turhal’dan ne zaman ayrıldınız?

      1970 yılında babamın tayini Ankara’ya çıktı. Ankara Etimesgut’taki şeker fabrikasına tayin oldu. Daha doğrusu Şeker Şirketinin kurduğu makine fabrikasına. Bir nevi fabrika yapan fabrika. Fabrika yapan fabrikalar kurmak idealimiz değil mi? O fabrika şeker fabrikalarının makine aksamının yüzde 80’den fazlasını yapıyordu. Lojmana yerleştikten kısa süre sonra babam trafik kazası geçirdi. İşyerine giderken, fabrika sahasındaki işyeri yemekhanesine ekmek götüren ekmek arabası ona çarptı ve kaburgaları ezildi. O yüzden ciğerleri su topladı. Aynı kazaya benzer kazayı ben de 1987 yılında şeker fabrikasının kavşağında geçirdim. Benim de kazadan sonra ciğerlerim su topladı. O kazadan sonra dikiş tutmadı. Ben de ondan sonra dikiş tutmadım.

      Kaza Günleri

      Babam şairdi. Çok güzel şiirleri vardı. Celal dayım 33 yaşında öldüğünde, Otuz üç yaşının baharında Celal’im cemali uçtu da gitti.” diye çok güzel bir şiir yazmıştı. Benim içeride yatmış olmamdan dolayı yazdığı şiirleri vardır. Anneme, bütün evlatlarına yazdığı şiirleri vardır.

      İsmet Gönülal diye jandarma okul komutanı albay bir arkadaşı vardı. Türkçe kitapları, gramer kitapları olan Albay İsmet Gönülal ile atışma yaparlardı. Babamın adı Hâlis idi. Hâlis’in sonu “is” ya, İsmet’in de başı “is”. Babam ile Albay İsmet atışırken babamın ona yazdığı redifli bir şiirinde; “Unutma ki Hâlis’in kıçı, İsmet’in başıdır.” diye bir dizesi vardı.

      Babam daha ortaokul yıllarındayken “Tevfik Fikret ile Mehmet Akif’in sentezini yap.” derdi. İkisini de severdi. O aslında tam bir Cumhuriyet çocuğuydu. Cumhuriyet’in memurlarındandı zaten. Cumhuriyet felsefesini benimsemiş, içselleştirmiş bir adamdı. Borçlarını bilir, hiç borç yapmaz, senetten sepetten nefret ederdi.

      Ben 1980’de hapse girdiğimde biraderim Melih Gökçek ile ortak bir işyeri açmış. Hatta Bahçeli’de toptancı hali gibi kocaman bir yer açmışlar. Eve bir tane zamanı geçmiş borç senedi gelmiş. Babam için bu bir yıkım olmuş. Hâlbuki esnafın evine senet gelmez mi? Bir senet geldi diye birader o büyük dükkânı kapattı. Daha doğrusu kapattı mı onlara mı bıraktı, bilmiyorum. Ben Mamak Askerî Cezaevindeydim. Ne ben sordum, ne o söyledi.

MAMAK MEKTUBU

      İlk mektubun geldi baktım ağzı açıktı

      Aldım zarfı elime, içinden destan çıktı

      Anlatıyor bu destan acıklı halimizi

      Dile getiriyordu bütün ahvalimizi

      Mektubun üzerine gözlerimden yaş aktı

      Kan ağlayan içimden orda bir iz bıraktı

      Mektubunda herkesten helallik istiyorsun

      Sebepsiz ve sırasız nereye gidiyorsun

      Satırlar

Скачать книгу