Sultanlığın Sonu. Омер Сейфеддин

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sultanlığın Sonu - Омер Сейфеддин страница 4

Жанр:
Серия:
Издательство:
Sultanlığın Sonu - Омер Сейфеддин

Скачать книгу

Bey:

      “İşte!” dedi, “Onun için bizim ailemize ‘Civanzadeler’ denir.”

      Efruz Bey sordu:

      “Niçin bu kadar eski, bu kadar asil ailenizin ismini taşımıyorsunuz?”

      Müzekki Bey başını sallayarak:

      “İki sebepten!” dedi, “ ‘Civanzadeler’ desem ‘Rezzakizade’ gibi pek Karagözvari oluyor. Çok alaturka bir isim! Sonra kendime ‘Müzekki Civan’ yahut ‘Civan Müzekki’ desem bıyıklarımı tıraş ettiğim için halk bundan kötü bir lakap telmihi çıkarıp aile ismim olduğunu anlamayacak.”

      Kâmuran Kara Tanburin Bey:

      “ ‘Müzekki dö Civan’ deyiniz.”

      Ezzırtaf:

      “Evet, mesela ‘Marki Müzekki dö Civan…’ ” dedi.

      Müzekki Bey:

      “Fakat azizim, marki diyorsunuz. Hâlbuki ben prensim!” diye reddetti.

      Nermin Bey itiraz etti:

      “Nasıl prens oluyorsunuz? Ceddiniz lord imiş! Hiç hükümdarlık etmemiş.”

      “Hayır, prensim! Ceddim Lord Damat Civan Paşa, sonradan pek büyük bir imparator olan Orhan’ın süt kardeşini almış. Orhan ilk zapt ettiği eyalete ceddimi hükümdar yapmış.”

      “Bundan emin misiniz?”

      “Ben söylemiyorum azizim, tarih söylüyor.”

      Efruz Bey:

      “O hâlde mükemmel bir prenssiniz! Hatta biraz daha çalışsanız ceddinizin eyaletini bile elde edebilirsiniz!” dedi.

      Müzekki dö Civan’a prens unvanı verilince Kâmuran Bey aslını, ecdadını anlatmak için acele etti. Bu bey, Rusya’nın Orenburg beldesindendi. Babası orada küçük bir köyün mescidinde müezzinlik eder, civarda açlıktan ölen müterakki, medeni Tatarcıkları yıkar, kefenler, gömer, böylece geçinip giderdi. Babası bir gün açlıktan ölünce öksüz kalan Kâmuran’ı yedinci defa Hicaz’a gitmek üzere olan katmerli bir hacı, yanına hizmetçi gibi aldı. Bu adam da İstanbul’da Türk hacılarına otel olan selatin camilerinin avlularından birinde mermerlerin, poyrazın tesiriyle hastalandı. Altı defa tahammül ettiği bu seyahat hayatına bu sefer dayanamadı. Öldü. Cennete gitti. Kâmuran’ın o vakit ismi “Cihanyan” idi. Küçük Cihanyan aç kalınca dilenmeye başladı. Sonra onu zabıta bir şüphe üzerine tuttu. Darülaceze’ye koydu. Küçük Cihanyan gayet zekiydi. Tatar olduğuna inanılmayacak derecede güzeldi. Orada bir kâtip hâline acıdı. Darüşşafaka’ya naklettirdi. Orada bir muallim zekâsına hayran oldu. Meccanen Galatasaray’a geçirtti. Galatasaray’a gelirken Cihanyan kendi ismini değiştirdi. “Kâmuran” yaptı. O vakitten beri zekâsı sayesinde her şeyi buluyordu. Bilhassa en lazım olan iki şeyi: Para, iltimas…

      “Ben Kara Tanburin ailesindenim!” dedi, “Fakat Prens Müzekki dö Civan gibi cetlerimi birer birer sayamam.”

      Efruz Bey sordu:

      “İsimlerini bilmiyor musunuz?”

      “Biliyorum.”

      “O hâlde?”

      “Fakat o kadar çok ki… Saymak mümkün değil.”

      “Demek son derece eski?”

      “Son derece! On bin sene evvel…”

      Efruz Bey tekrar sordu:

      “Bundan on bin sene evvel mi?”

      “Hayır.”

      “Hicret’ten mi?”

      “Hayır.”

      “Milattan mı?”

      “Hayır.”

      “Tufandan mı?”

      “Hayır.”

      Başka tarihî bir mebde tanımayan Prens dö Civan hayretle:

      “Ya neden?” dedi.

      “Hilkatten!”

      “Hilkatten mi?”

      “Evet, hilkatten on bin sene evvel ilk ceddim nurdan bir sütun içinde ‘Kutlu Yeşim Dağı’ üzerine inmişti. Yeşil, alacalı bir geyik oralarda geziniyor, arkasına düşen çapkın bir bozkurt onu kovalıyordu. Ceddim Kara Gök Kaan bu kurdu öldürdü. Geyiği tuttu. Nur sütunuyla gökten indi ineli ağzına bir şey koymamıştı. Karnı zil çalıyordu. İlahi bir sevk-i tabii ile geyiğin memelerine sarıldı. O saatte bu memelerden mavi bir süt gelmeye başladı. Ceddimin karnı doydu. Dünya üzerinde bir kendi, bir bu alageyik vardı. Gezmek için at gibi bu geyiğin üzerine biner, geceleyin üstünde yatar, acıkınca sütünü emerdi. Yavaş yavaş ilahi, nasuti her ihtiyacını bu geyikte teskin etmeye başladı. Nihayet geyik gebe kaldı. Dokuz ay on gün sonra sabahleyin beş, öğleye doğru üç, akşamüstü bir tane olmak üzere üç defada dokuz Kaanzade doğurdu. Dikkat ediniz. Beş, üç, bir, dokuz! Bu dört sayı işte bunun için bütün insanlarca mukaddestir! Fakat bu prenslerin hepsi boynuzluydu. Ceddim sekizinin boynuzunu kırdı. Yalnız bir tanesini boynuzlu bıraktı. Boynuzları kırılan prensler hemen öldüler. Tek kalan boynuzlu yaşadı. Babasından kendine miras kalan alageyik ile birleşti. Evlatlarının ötesini berisini kırmadığı için hanedanı çoğaldı. Hükûmet teşkil etti. Bu aileye ‘Kara Tan-burin’ denir ki bütün Şark kavimlerince mukaddestir. Oğuzlar, Cengizler, Hülagular, Timurlar, Selçuklar, hasılı ne kadar Şark hükümdarı varsa hep Kara Tanburin ailesinin aylıklı uşağı mesabesindeydi. Henüz Türk tarihi Türkçe olarak yazılmadığı için bunları tabii bilmezsiniz!”

      “O hâlde siz de prenssiniz!”

      Kara Tanburin Bey güldü:

      “Eğer tenezzül edersem, düşününüz.”

      …

      Hepsi düşünüyorlardı. Kâmuran, padişahlardan, imparatorlardan büyüktü, semavi bir aileye mensuptu. Allah’ın torunlarından biriydi.

      Nermin Bey sükûtu ihlal etti:

      “Bu semavi aileye mensup başka prensler var mıdır?”

      “Hayır, yoktur. Vakıa Rusya’da bir iki kişi, ‘Biz de Kara Tanburin ailesindeniz.’ iddiasında bulunmuşlardı. Fakat yalanları meydana çıktı.”

      “Sizin kardeşleriniz, akrabalarınız yok mudur?”

      “Hayır, kimsem yoktur.”

      Efruz Bey dayanamadı:

      “Fakat evlenseniz… Kazara hayatınıza bir şey olursa semavi, ilahi bir aile kaybolacak.”

      Diğerleri de ilave ettiler:

Скачать книгу