Araba Sevdası. Recaizade Mahmut Ekrem

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Araba Sevdası - Recaizade Mahmut Ekrem страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Araba Sevdası - Recaizade Mahmut Ekrem

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Aradan henüz iki dakika geçmemişti ki lando parkın öbür köşesinde göründü. Zavallı Bihruz Bey, o güne gelinceye kadar böyle bir yürek çarpıntısına uğramamıştı. Başındaki kan kalbine doğru hücum ederek yüzü âdeta mavi bir renk aldı. Kendi kendine: “Diyabl; par azar sörej amurö?42 diye alafranga alafranga söylenmeye başladı. Oturduğu yerde birtakım acayip pozlar alarak gözlerini landoya dikti. Araba olanca azametiyle kendisinin bulunduğu noktaya doğru geliyor fakat içindekilerde en ufak bir hareket eseri görülmüyordu. Bihruz Bey arabasını biraz geri almak bahanesiyle hayvanlarını hareket ettirdi. Bundan maksadı landonun içindekilere: “Ben buradayım!” demekti. Bu hareketinin de hiçbir tesiri olmadı. Lando geldiği gibi hızla yanından geçip gitti. Biraz önce mavileşen yüzü şimdi hiddetten kıpkırmızı kesilmişti. Yine kendi kendine söylenmeye başladı:

      “Ne bayağı kadın!.. Yazık ekipaj’a!.. O da bir şey değil ya… Zaten modası geçmiş!.. Hayvanlar desen kaç paralık şeyler?.. Öyle ordiner43 insanlar kendileri gibi insanlara meyleder… Se natürel44 lakin domaj! Vualâ ün bote mal plâse! Si se-tün bote par egzampl!45

      Bihruz Bey’in böyle sözler söylemeye kalkışması, landodaki sarışının biraz önce nail olduğu iltifatlı bakışlarından bu defa mahrum bırakıldığı için kedinin yetişemediği ciğere pis demesi kabilinden, kendi kendini bir nevi teselli idi. Yoksa gerçekte o güne değin bir kerecik olsun tadını tadamadığı bir hasret ve mahrumiyet acısı birdenbire ta yüreğine çökmüş; bunun normal sonucu olarak ani bir hiddete kapılmış, gözleri kararmış, kafasının içi allak bullak olmuştu. Öyle ki daha bir iki dakika önce neşeli bir düğün alayı gibi gördüğü o seyirci kalabalığı şimdi gözlerini rahatsız eden alelade bir kargaşalıktan ibaretti… Parkın içinden gelen müzik sesi de âdeta kulakları tırmalayan bir cehennem ahengini andırıyordu…

      Fakat ne yapsın?.. Arabanın arkasından gitmek kendince bir küçüklük… Orada durmak tahammül edilir şey değil… Bütün bütün savuşup gitse o da teessürüne yorumlanacağı için fikrince bir nevi hakirlik… Biçare Bihruz Bey, neye karar vereceğini, ne yapacağını kestiremediği için olduğu yerde arpacı kumrusu gibi düşünmeye başladı…

      Ansızın doğruldu. Fransızca öğretmeniyle birlikte okudukları bazı romanları hatırlamıştı. Bu romanların birinde, şimdi içinde bulunduğu müşkül durumu andırır olaylar geçiyordu. Bir aralık hatırına onlar geldi. Onları düşündükçe yavaş yavaş kanındaki hiddet soğumaya başladı. Çünkü bu gibi hâllerde kadınlara karşı endiferans46 göstermekten daha tesirli ve faydalı bir çare olamayacağını vaktiyle o romanlardan öğrenmiş fakat kendisi henüz tecrübe etmemişti… Daha doğrusu tecrübe için fırsat bulamamıştı… Şimdi o da aynı usulü deneyecek, kendisi gibi şık ve asil bir gence iltifat etmeyen o saygısız sarışına haddini bildirecekti… Bu düşünceyle olduğu yerde beklemeye ve lando tekrar gelip geçtiği vakit hiç ilgilenmeyip başını başka tarafa çevirmeye karar verdi. Sarışın yosmanın arabasını gönül rahatlığı içinde beklemeye koyuldu…

      Lando dördüncü defa olarak yine öbür taraftan göründü. Fakat bu sefer doğruca parkın kapısı hizasına geldi ve orada durdu. Hanımların emir ve işaretleri üzerine arabacı derhâl aşağı atladı, arabanın kapısını açtı. Kayıtsız görünmeye biraz önce zihnen karar veren Bihruz Bey’in gözleri şimdi gayriihtiyari o tarafa çevrilmiş, büyük bir dikkatle karşıdan bu hâle bakıyordu. Arabanın kapısı açılır açılmaz birbiri ardınca iki hanım indiler. Bunlardan biri daha önce bildiğimiz o sarışın kadın, öteki de arkadaşıydı.

      Hanımlar arabadan indikten sonra arabacı aldığı yeni bir emirle landoyu öbür tarafa doğru hareket ettirdi. Sarışın hanım -gönül avcılığında kendisi gibi ustalık kazanmış yosmalara mahsus birtakım işvelerle- yanındaki hanım bir şey söylemiş de ona gülüyor gibi gülümseyerek ve Bihruz Bey’in bulunduğu tarafa tatlı bir bakışla bakarak ağır ağır yürüdü. Arkadaşıyla birlikte parka girdiler.

      İki kadın, arabalarını park kapısının hizasında durdurur durdurmaz Bihruz Bey yine kendi kendine bir şeyler söylenmeye başladı:

      “Keşfi’nin randevu’su anlaşıldı… Hay şıllık hay! Sö ne kün grizet!47 Ya berikinin o ağızları neydi? Lakin bu kadın kim?.. Belli ki bir kokot!48 Böyle adi bir kokot’la Keşfi gibi bayağı bir kurör’ün49 muamelelerini görmek de hoştur ya! Ben de parka girer, bir kenara gizlenerek bunları seyrederim… Ne önemi var ki… Ah, o zevzeğe niçin yüz verdim de arabama çağırdım?.. Hatta yanıma bile oturttum!.. O, kaç paralık adam ki benimle yan yana oturabilsin!.. Lakin şu sarışının kim olduğunu mutlaka öğrenmeliyim… Laparans e trompöz50 derler; ne kadar doğru bir söz…”

      Bihruz Bey bunları düşünerek ve kendi kendine söylenerek parka girmeye zaten karar vermişken henüz adını bilmediği sarışın kadının parka girdiği esnada kendisine tatlı tatlı bakışından yine ümit verici bir mana çıkardığı için bu kadıncağız hakkındaki düşüncelerini ve sözlerini muvakkaten geri almıştı. Hemen arabasından atladı, parka girdi. Önü sıra konuşa konuşa ve ağır ağır gitmekte olan o iki kadının peşine takıldı.

      8

      Sarışın hanım, kısadan uzunca, uzundan kısaca, tamam orta boylu, narin yapılı, yürürken ansızın durur, dururken birdenbire hareket eder, döner döner arkasına bakar, hani şu meşhur:

      “Âhû zi to âmûht be-hengâm-ı devîden

      Rem kerden o istâden o vâpes nigerîden” 51

      beytinde tarif ve tasvir olunduğu gibi, gönül avcısı, edalı bir yosmaydı. Saçları şimdiki saç boyalarının verdiği kızıl renkte değil, gayet açık tabii sarı; gözleri ise çok güzel bir yaratılış hatası olarak, mavi yahut yeşil değil, tahrirli koyu sarı, kaşları kumral; siması vücudunun narinliğine nispetle dolgunca; burnu ise çehrenin dolgunluğuna nispeten incecik, “çekme” dedikleri biçimde; ağzı şairlerin tahayyül ettikleri gibi küçük, biçimli ve bin defa öpülmeye layıktı.

      Şu nitelikleriyle gerçekten güzel denilecek bu sarışının en ilgi çekici, en büyüleyici güzelliği bakışlarıyla dudaklarındaydı. Bakışları akıcı ve yakıcı bir şimşek gibi, en hissiz gönülleri bile bir anda yakar tutuşturur; dudakları gülümsemek veya konuşmak için kıpırdamaya başlayınca türlü türlü manalar alır, âşık kalplerde en tatlı ümitler uyandırırdı.

      Yosma, o gün ne kadar da güzel giyinmiş ve giydiğini kendine ne kadar yakıştırmıştı: O zamanın modasına pek de uymayarak biraz darca kesilmiş süt mavisi renginde atlas feracesi endamındaki uygunluğu gizleyemiyordu. Araba içinde saatlerce oturmaktan feracesinin şurasında burasında hasıl olan kırışıklıklara ve büklümlere güneş ışınları vurdukça yer yer gölgeleniyor; eleğimsağmadaki gibi tatlı renkler alıyor; sahibini bir kat daha güzelleştiriyordu. İncecik yaşmağı,

Скачать книгу


<p>42</p>

Diable; par hasard serai-je amoureux?: Vay canına; yoksa sevdalanıyor muyum?

<p>43</p>

Ordinaire: Bayağı, adi

<p>44</p>

C’est naturel: Tabii bir şey

<p>45</p>

Dommage! Voilà une beauté mal placée! Si c’est une beauté par exemple!: Yazık! İşte yerini bulamamış bir güzellik! Eğer buna bir güzellik demek caizse!

<p>46</p>

İndifférence: Kayıtsızlık, ilgisizlik

<p>47</p>

Ce n’est qu’une grisette!: Bu, ancak bir fındıkçıdır!

<p>48</p>

Cocotte: Hafifmeşrep, havai

<p>49</p>

Coureur: Kadın, kız peşinde dolaşan, çapkın

<p>50</p>

L’apparence est trompeuse: Görünüşe aldanmamalı.

<p>51</p>

“Sıçraya sıçraya koşarken bir şeyden ürkmüş gibi, birdenbire durmayı ve dönüp dönüp arkasına bakmayı ceylan senden öğrendi.”