Araba Sevdası. Recaizade Mahmut Ekrem

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Araba Sevdası - Recaizade Mahmut Ekrem страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Araba Sevdası - Recaizade Mahmut Ekrem

Скачать книгу

href="#n63" type="note">63 bir aileden olduğu asla şüphe götürmeyecek kadar aşikâr bulunan bu hanımefendinin Keşfi gibi bayağı ve mal elöve64 bir adama iltifata tenezzül edeceğine ihtimal vermiyor; biraz önce bu kadın hakkındaki yanlış ve kötü zannından dolayı duyduğu teessürleri aşağıdaki düşüncelerle gidermeye çalışıyordu:

      Bu nasıl bote?.. 65 Uzaktan güneş gibi görünüyor, gözleri kamaştırıyor. Yakından ay gibi parlıyor, insanın baktıkça bakacağı geliyor!.. Ne kadar poetik66 bir bote!.. Ya o konversasyon’un67 güzelliği!.. Miruar terestr,68 o glas parter,69 tre bel komparezon pur ön pöti lak… Se tre joli!70 İngiltere pırlantası da güzel!.. Benim için ön pö tro flatan, me sa nö fe ryen.71 Çiçeği de pek güç aksepte72 etti. Tabii öyle bir jön person73 için sava byen, sa ne kö dö la püdör, se dö la kandör!74 Acaba adı nedir? Ah! aceleyle soramadım… Emosyon75 insanı bırakmıyordu ki… Hoş, ben de güzel mukabele ettim ya… Örözman76 üzerimde o çiçek bulundu… Gerçekten pek poetik bir rankontr77 oldu… Viktuar!78 Öyle bir havuzun kenarında… Lamartin! Ah Lamartin! Gelip de bu hâli görmeliydin!.. Beş dakika içinde en parlaklarından muhakkak beş yüz ver79 yazardın… O ne şairane bir tabloydu… Çengi Hanım… Kel drol dö nom!80 Çengi… Hani şu herkesin bildiği dansözler… Lakin bu kelimeyi kadın ismi olarak hiç işitmedimdi… Orijinal!81 Şu tuvalete bak! Şu yürüyüşe bak!.. Gerçekten bir Kalipso…82 Sanki “Kalipso”yu adasından almışlar, yaşmaklamışlar, feracelemişler, sonra şu parkın içine salıvermişler!..

      Bihruz Bey işte böyle düşünüyor, düşündükçe doyulmaz bir saadetin kalbine yayıldığını hisseder gibi oluyor ve kendi kendine övünüyordu… Övüncünde de haklıydı. İşte önü sıra nazlı nazlı yürüyen; güzelliği, zarafeti ve bilhassa kıyafetiyle, yalnız erkekleri değil, kendisi kadar süslü hanımları bile hayran eden Periveş Hanım tarafından beğenilmek bahtiyarlığı, o kadar şık beyler arasında ancak kendisine nasip olmuştu. Gerçekten de yosma, kırıta kırıta yürüdükçe her adımda beş on kişi kendisine yol açar gibi duraklıyor fakat kadın bunların hiçbirine dönüp bakmaya bile tenezzül etmiyor; yalnız güzellikte kendisine rakip olabilecek taze çiçekleri seyrede ede ilerliyordu.

      Bihruz Bey başarısından emindi. Sadece küçük bir nokta zihnini kurcalıyor ve kendisini rahatsız ediyordu: Keşfi Bey parkta ise elbette kendilerini görecekti. Blond hanım ona karşı bakalım nasıl bir tavır takınacaktı. İşte bütün endişesi buydu.

      Saz çalınan yere varıncaya kadar Keşfi Bey görünmedi. Bihruz Bey’in saadet ufkundaki endişe bulutu da yavaş yavaş dağılmaya başladı. Biraz daha ilerlediler. Burası nispeten tenha bir yerdi. Bihruz Bey adımlarını sıklaştırdı, hanımlara yetişti. Maksadı sevgilisini bir daha nerede ve ne zaman görebileceğini sormaktı. Lakin sarışın kadın buna meydan bırakmadı. Bihruz Bey’in maksadını anlamış gibi; yanındaki Çengi Hanım’a dönerek:

      “Burası ne güzel yermiş! Pek hoşuma gitti… Haftaya bugün yine gelelim… Hem doğruca buraya gelelim…”

      Bu sözlerin manası apaçık: “Gelecek cuma burada buluşalım…” demekti. Hımbıllığın lüzumu yoktu… Kadın işte kendisine randevu veriyordu. Telaşlı telaşlı sordu:

      “A kel ör?83 Pardon efendim… Saat kaçta?”

      Cümlesini henüz bitirmemişti ki arkalarından “Haset!.. Haset!..” diye bir ses yükseldi. Hepsi gayriihtiyari başlarını çevirip sesin geldiği tarafa baktılar. Bunları söyleyen, oracıkta, etrafı ağaçlarla çevrili bir tarhın içinde yalnız başına oturmakta olan Keşfi Bey’den başkası değildi. Hanımlar sesin sahibini tanımış olacaklar ki birbirlerinin kulağına eğilip fısıldaştılar ve gülüşmeye başladılar… O sırada aşağıki kapının önüne kadar gelmişlerdi… Bihruz Bey’in “Saat kaçta?” sorusu da böylece güme gitmiş ve cevapsız kalmıştı.

      Kadınlar kapıdan çıktılar. Lando önceden aldığı emir gereğince orada hazır bekliyordu. Kadınları görür görmez arabacı, yerinden atlayarak landonun kapısını açtı. Hanımlar içeri girer girmez kapı yine “Trak!” diye kapandı. Arabacı, yerine çıkıp oturdu. Arkasından bir kırbaç şaklaması işitildi. Lando aşağıya doğru hızla ilerlemeye başladı.

      10

      Zavallı Bihruz Bey o dakikada gerçekten pek bedbahttı. Kesseler bir damla kanı çıkmayacaktı. Keşfi denilen hergelenin, en umulmadık yerde ve en beklenmedik anda, yerden mantar biter gibi, meydana çıkıvermesi ve haykırması, hanımların gülüşmesi, sorusunun karşılıksız kalması, arabacı olacak teresin de landonun kapısını açmakta ve hanımları, gümrükten mal kaçırır gibi alıp götürmekteki acelesi ve nihayet sarışın sevgilinin bir kerecik arkasına bakıp da bir adiyö’cük84 demeye bile lüzum görmeksizin basıp gitmesi biçareye pek dokunmuştu. O sonsuz teessür ve şaşkınlık içinde birden hatırına landoyu takip etmek fikri geldi. Kapının yanında bağcı kılığında iki kişi durmuş konuşuyorlardı. Onlara bakarak sertçe bir eda ile “Mon ekipaj?85 dedi ve adamların çarçabuk bir şeyler yapmalarını bekledi. Fakat herifler bu sözden hiçbir şey anlamamışlar, birbirlerinin yüzüne alık alık bakıyorlardı. Bihruz Bey’in bu anlayışsızlığa da canı sıkıldı. Artık kendi gözleriyle arabasını aramaya başladı. Oysaki yukarı kapıdan parka girerken ekipaj’ı aşağı kapıya götürmesini koşe’ye86 tembih etmemiş miydi? Onun için araba söylediği yerde durmuş, kendisini bekliyordu. Sarışın hanımın ardı sıra bir kere parktan dışarı çıkmış bulunduğu için şoseden yukarı doğru yürümek istedi fakat karşıdan birbiri ardınca gelmekte olan araba kalabalığından ve bilhassa sarı bulutlar hâlinde havaya yükselen tozlardan ürktü. Tekrar parka girdi. Aceleden giriş parası vermeyi unutmuştu. Kapıdaki tahsildarın ihtarı üzerine elini hırsla cebine sokup bir mecidiye87 çıkardı ve adama fırlattı. Paranın üstünü almaya vakit yoktu. Koşar gibi hızlı adımlarla yürürken Keşfi hainini biraz önce gördüğü yerde göremeyince adımlarını daha ziyade sıklaştırdı. Bu aralık yolun üstünde karşılaştığı şık bir madamla az daha çarpışıp yere yuvarlanıyorlardı… Aceleden bastığı yeri görmüyordu. Elindeki baston, madamın süslü elbisesine takılmış ve boydan boya yırtmıştı. Telaşından, elbisesini yırttığı insanın bir ecnebi kadını olduğunu bile düşünecek hâlde değildi.

      “Pardon

Скачать книгу


<p>64</p>

Mal élevé: Kötü eğitilmiş, fena yetiştirilmiş, terbiyesiz

<p>65</p>

Beauté: Güzellik

<p>66</p>

Poétique: Şairane

<p>67</p>

Conversation: Mükaleme, konuşma

<p>68</p>

Miroir terrestre: Yer aynası

<p>69</p>

Glace parterre: Yere döşenmiş ayna

<p>70</p>

Très belle comparaison pour un petit lac… C’est très joli!: Bu küçük göl (havuz) için çok güzel bir mukayese… Çok güzel!

<p>71</p>

Un peu trop flattant, mais ça ne fait rien: Fazlaca övücü amma zararı yok.

<p>72</p>

Accepter: Kabul

<p>73</p>

Jeune personne: Tazecik kişi, genç kimse

<p>74</p>

Ça va bien, ça n’est que de la pudeur, c’est de la candeur!: Pek âlâ bir şey, bu hâl sadece iffet ve masumluktan.

<p>75</p>

Emotion: Heyecan

<p>76</p>

Heureusement: Çok şükür, bereket versin.

<p>77</p>

Rencontre: Tesadüf, rastlama

<p>78</p>

Victoire!: Yaşasın!

<p>79</p>

Vers: Mısra

<p>80</p>

Quel drôle de nom!: Ne tuhaf isim!

<p>81</p>

Original!: Özgün, hiç kimsede olmayan şey, nevi şahsına mahsus!

<p>82</p>

Kalipso (Calypso): Eski Yunan mitolojisinde, güya Okyanus veya Atlas ile Tetis’in kızı olup Osisya yahut Ocicya Adası’nda otururdu.

Truva (Troie) Muharebesi kahramanlarından Ülis (Odisseus), fırtınaya tutularak bu adaya düşmüş ve Kalipso’nun sevgisini kazanıp adada yedi yıl alıkonulmuş, bilahare Jüpiter’in (Tanrılar tanrısı Zeus) emriyle Kalipso’yu terk ederek karısının yanına dönmüştür.

[Kamus-ul-a’lâm, cilt 5, sayfa 3561.]

<p>83</p>

A quelle heure?: Saat kaçta?

<p>84</p>

Adieu: Allah’a ısmarladık.

<p>85</p>

Mon équipage?: Arabam?

<p>86</p>

Cocher: Arabacı

<p>87</p>

Mecidiye: O devirde ve hatta Birinci Dünya Savaşı sonlarına kadar kullanılan gümüş yirmi kuruşluk.