Araba Sevdası. Recaizade Mahmut Ekrem

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Araba Sevdası - Recaizade Mahmut Ekrem страница 10

Жанр:
Серия:
Издательство:
Araba Sevdası - Recaizade Mahmut Ekrem

Скачать книгу

Kanalı’na dair bir makaleydi. Meselenin siyasi, iktisadi, ticari yönleri hakkında uzun uzun fikir yürütülüyordu.

      Politika meselelerine son derece meraklı olan bu yaşlı Fransız, az önce gazetede okuduğu şeylerin hâlâ etkisi altındaydı. Zihnini bu meseleyle biraz daha meşgul etmek için, sofraya oturur oturmaz Bihruz Bey’e hitaben “ ‘Patrie’de98 şimdi bir makale okudum. Süveyş Kanalı hakkında pek önemli şeylerden bahsediyor…” diye söze başladı ve okuduklarını paragraf paragraf hülasa etmeye girişti. Arada bir kendi şahsi düşüncelerini de ilave ederek bu vakitsiz konferansı uzattıkça uzatıyordu…

      Bihruz Bey bu siyasi konferansı dinleyecek hâlde değildi… Bir ucu Periveş Hanım’ın saçlarına bağlanıp kalan, öteki ucu Keşfi mendeburunun püskülüne takılıp arapsaçı gibi karmakarışık olan zihni o anda büsbütün başka şeylerle meşguldü. Mösyö Piyer’in sözlerini asla dinlemiyor, daha doğrusu dinler gibi görünmeye çalışıyor fakat bir kelimesini bile anlamıyordu…

      Avare öğrencisinin böyle siyasi ve ciddi bahislerde muhatap olmaya kabiliyetsizliğini herkesten iyi bilmesi gerektiği hâlde, her ne pahasına olursa olsun konuşmak, içini dökmek ihtiyacında bulunan Mösyö Piyer, önündeki sürahiye, tabaklara ve Bordo99 şişesine hitap etmektense böyle kaşı gözü hareket eder, eli ayağı oynar canlı bir yaratığa hitap etmeyi daha uygun buluyordu.

      2

      Mösyö Piyer bir aralık bahsin kendince en can alacak noktası üzerinde hararetli hararetli nutuk çekerken bu gevezelikler, bu gürültülerle ister istemez kulakları dolup beyni tırmalanan ve zihni büsbütün karışan Bihruz Bey’in, birdenbire damdan düşercesine: “Pardon mon şer!.. Parlon damur ön pö, sil vu ple!100 diye öğretmeni aşk ve alaka konularına davet etmesi adamcağızı derin bir hayrete düşürdü. Zavallı ihtiyar, çatalı, bıçağı masanın üstüne bırakıp sağ eliyle gözlüğünü iyice yerleştirdi. Sofraya oturduklarından beri öğrencisinin yüzüne ilk defa dikkatlice bir hayli baktıktan sonra Fransızca olarak “Peki, buyurunuz, ondan bahsedelim…” dedi ve çatalı bıçağı tekrar eline alarak sözüne devam etti:

      “Dö kel amur vule vu kö jö parl? Vu save byen kil ya lamur dö la patri, lamur filyal, lamur maternel, lamur dü proşen, lamur propr, lamur dö sua… Sö son de zamur dö diferant natür. Dükel vule vu kö nu parliyon?”101

      “Dö lamur dö fam, byen sür!” 102

      Bihruz Bey’in açmak istediği bu bahsi Mösyö Piyer pek yersiz ve zamansız bulmuş, ihtiyarın epeyce canı sıkılmıştı. Genç öğrencisinin böyle birdenbire damdan düşercesine ulu orta sarf ettiği “Dö lamur dö fam!” tabirindeki münasebetsizlik üzerine herifin o yorgun sinirleri şiddetle oynamaya, o soğuk kanı derhâl kızışmaya başladı. Yüzü kıpkırmızı oldu. Gözlerini açarak bu münasebetsiz hatta biraz da edepsiz öğrencisini iyice haşlamak istedi. Fakat birden aklını başına toplayarak bu fikrinden vazgeçti. Çünkü Çamlıca’nın havadar bir köşkünde haftanın iki gecesini güzelce yiyip içip hoş geçirdikten; vapur, araba vs. gibi ücretleri ayrıca ödendikten başka her ay peşin aldığı tam altı adet sarı liracık öyle kolay kolay tepilecek nimetlerden, hemen hatırı kırılacak dostlardan değildi… Menfaat düşkünü kurnaz ihtiyar işte bunları hesaba katarak öğrencisini haşlamaktan vazgeçmişti. Zaten bu haylaz oğlan, şımarmaya pek elverişli hoppa karakteriyle, aşırı tembelliğiyle, ipe sapa gelmez garip hareketleri ve sözleriyle ne zaman Mösyö Piyer’i hiddetlendirse o altı adet hatırlı dost hemen karşısına dikilir ve kulağına eğilerek yavaşça fısıldarlardı:

      “Canım, sen ihtiyarladıkça huysuz bir şey oluyorsun… O, daha pek gençtir… Zamanla olgunlaşacak tabii… Gençlerin bu kadarcık kusurlarını hoş görmek gerek… Şimdi şu zavallı çocuğa hiddetlenmenin ne lüzumu var? Sen o yaştayken daha başka türlü müydün?.. Sen filozof adamsın… Öyle ufak tefek kusurlara bakmamalısın…”

      Yaşlı öğretmen de bu hatırlı, bu yumuşak yüzlü, bu sevimli dostların nasihatlerine uyarak Bihruz haylazının bütün münasebetsizliklerini hoş görürdü…

      Bu defa da yine aynı iyiliksever dostların ihtarı üzerine kendini tuttu. Yalnız Bihruz Bey’in ulu orta açmak istediği zamparalık bahsini, kendisinin hoşlanmayacağı bir mecraya dökerek hiç değilse manevi bir intikam almak arzusunu da yenemediği için söze şöylece başladı:

      “La Brüyer103 mi yoksa La Roşfuko104 mu bilmem hangisidir, der ki:

      ‘Fazla düşkünlüğün ve aşırılığın her çeşidi sahibine türlü maskaralıklar ettirir; bilhassa aşk ve sevda, insanı hepsinden ziyade maskara eder…’ Manasını iyi anladınız ya?..”

      “Hayır, fikrinizi anlayamadım.”

      “Pardon! Bu, benim fikrim değil! Kendi fikrimi söylesem… O hiç hoşunuza gitmeyecek… Bazı filozoflara göre, aşk ve alaka, sahibini gülünç eder… Bence ise gülünç değil, âdeta… şey eder… Çünkü aşk ve alaka zevzeklikten başka bir şey değildir. Bir Türk yazarı da der ki: ‘İnsan, eşek olduğu için mi âşık olur, yoksa âşık olduktan sonra mı eşekleşir… Bunu bir türlü anlayamadım…’ ”

      Bihruz Bey gittikçe küstahlaşan bir eda ile cevap verdi:

      “Siz ihtiyarsınız, aşka tabii düşman olursunuz…”

      “Kadın aşkına, öyle mi?”

      “Şüphesiz…”

      “Ha! Ahlak bakımından çok defa gayet çirkin olan o güzel cinsin, o zekâ ve zarafetleri akla uygun şeylerden ziyade delilikleri kamçılayan kadınların aşkına… Öyle mi?.. Benim sevgili öğrencim, korkarım ki bir kadına alaka peyda etmiş olmalı…”

      “Hayır, pek de öylesi değil…”

      “Kendini gözet evladım! Kendini gözet! Yine sizin büyük bir şairiniz:105 ‘Deniz kadın gibidir, hiç inanmak olmaz ha!..’ demiyor mu? Kadınlar çok muzırdırlar. Bir peygamberi bile aldatıp günaha sokan ve cennetten çıkarılmasına sebep olan yine bir kadın değil midir?.. Biz erkekleri cennet kapısından cehenneme sürükleyen yine o güzel yaratıklardır… Bir köre demişler ki: ‘Karınız bir güldür.’ O da ‘Evet, dikenlerinden ben de öyle anlıyorum.’ cevabını vermiş ve muhatapları karısını daha da övmeye başlayınca hemen ilave etmiş: ‘Gülü tarife ne hacet, ne çiçektir, biliriz…’ ”

      “Pardon! Mösyö Piyer…”

      “Dinleyiniz, dinleyiniz! Söyleyeceklerim daha bitmedi. Sokrat106 ne diyor, bilir misiniz? Diyor ki: ‘Kadın her türlü fenalığın kaynağıdır.’ Aristofan107 da ‘Dünyada kadınlar kadar idaresi zor yaratık yoktur. Zırdelileri ve canavarları idare etmek, onları idare etmekten çok

Скачать книгу


<p>98</p>

Fransızca bir gazetenin adı.

<p>99</p>

Dünyaca meşhur bir Fransız şarabı.

<p>100</p>

Pardon mon cher! Parlons d’amour un peu, s’il vous plaît!: Affedersiniz azizim! Biraz aşktan bahsedelim lütfen!

<p>101</p>

De quel amour voulez-vous que je parle? Vous savez bien qu’il y a l’amour de la patrie, l’amour filial, l’amour maternel, l’amour du prochain, l’amour-propre, l’amour de soi… Ce sont des amours de différente nature. Duquel voulez-vous que nous parlions?: Aşkın hangi nevinden bahsetmek istiyorsunuz? Malum ya aşkın çeşitleri vardır: vatan aşkı, evlat aşkı, ana aşkı, hemcins aşkı, izzetinefis düşkünlüğü, insanın kendi nefsine olan aşkı… Bunlar hep ayrı ayrı şeylerdir. Hangisinden bahsedelim?..

<p>102</p>

De l’amour de femme, bien sûr!: Hangisinden olacak? Şüphesiz kadın aşkından! Yazar, bu Fransızca sözlerin Türkçelerini de romanına ilave etmiştir.

<p>103</p>

La Bruyère (Labrüyer) (1645-1696): XVII. yüzyılın ünlü Fransız edibi ve filozofu. Ahlakçı olmakla tanınmıştır. 1688’de yayımladığı “Karakterler” (“Caractères”) adlı eserinde muhtelif insan tiplerini kuvvetle canlandırır ve yaşatır.

<p>104</p>

La Rochefoucauld (La Roşfuko) (1613-1680): Yine XVII. yüzyılın ünlü Fransız mütefekkir ve edibidir. Sert bir kötümserlik taşıyan “Maximes ” (“Düsturlar”) adlı şaheseri iğneli nüktelerle doludur. Bu eserini 1655’te yayımlamıştır. Bundan başka 1662’de yayımladığı “Mémoires” (“Hatıralar”) ile “Mektuplar”ı meşhurdu.

<p>105</p>

Tevfik Fikret

<p>106</p>

Socrate (Sokrat) (MÖ 468-400 veya 399): Eski Yunanlıların ünlü filozofu.

<p>107</p>

Aristophane (Aristofan) (MÖ 450-386): Yine Eski Yunanlıların ünlü şairi ve manzum komedi yazarı.