Araba Sevdası. Recaizade Mahmut Ekrem

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Araba Sevdası - Recaizade Mahmut Ekrem страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Araba Sevdası - Recaizade Mahmut Ekrem

Скачать книгу

duruyorlardı. Bihruz Bey bunları işitecek ve görecek hâlde değildi… Çaresiz bunun için de jile’sinin89 cebinden bir altın çıkardı, garsona doğru attı. Bu aralık tanıdığı bir zata rastladı. O zat, bir şey söylemek, bir şey anlatmak için kendisini yolundan alıkoymak istediyse de o anda gözü hiçbir şey görmeyen, kulağına hiçbir şey girmeyen Bihruz Bey “Je afer!.. Je afer!.. Jö süi presse!..”90 diyerek ondan da kurtuldu. Nihayet güç bela kapıdan çıktı, arabasını buldu. Par malör91 arabacı hayvanların yanına birisini bırakmış, ufak bir iş için o da bir tarafa gitmişti. Bihruz Bey o kadar sabırsızlanıyordu ki arabacının dönmesini bekleyemedi. Hemen yerine çıktı, terbiyeleri eline aldı, hayvanları kırbaçladı, arabayı aşağıya doğru hızla sürmeye başladı.

      Geçeceği yolun üzeri insanlar, hayvanlar ve arabalarla hıncahınç doluydu. Bihruz Bey dakikada bir durmak zorunda kalıyor, sabırsızlanıyor, sıkılıyordu. Hele şükür aşağıki kapıya varabildi. Oradan ötesi nispeten tenhacaydı. Arabayı alabildiğine sürerek Tophaneli-oğlu denilen yere geldi. Dört yol ağzında birdenbire durdu. Karşısına çıkan dört yoldan hangisine gideceğini önceden düşünüp kararlaştırmamıştı. Sıkıntıdan buram buram ter döküyordu. Burada iki dakika kadar durakladıktan sonra Beylerbeyi’ne inen yolu tutturdu. İstavroz92 üzerine kadar bir koşu gitti. Fakat landodan küçük bir iz bile bulamadı. Oradan ters yüzüne geri döndü. Bağlarbaşı-Nuhkuyusu yolu ile Haydarpaşa’ya indi. Landodan yine eser bulamayınca büsbütün ümitsizliğe düştü.

      O esnada saat de on ikiyi93 geçmiş, yarıma geliyordu. Çaresiz Koşuyolu’ndan ağır ağır ilerleyerek büyük bir üzüntü içinde köşküne döndü. Kimseye bir şey söylemeden doğruca odasına çıktı. Fesini bir tarafa attı, eldivenlerini çıkardı. Tam o sırada uşağı Mişel karşısına dikilmiş:

      “Mösyö e servi, e Mösyö Piyer e la…94 diye bir şeyler söylüyordu. Onu da azarlayarak savdı. Sonra sehpanın üstündeki sigaralıktan bir puro sigarası aldı, tepesini dişi ile kopardı, sigarayı lambadan yaktı, kanepeye geçip oturdu. Sigarasından havaya yükselen mavi duman helezonlarını gözleriyle takip ediyor ve kara kara düşünüyordu.

      11

      Periveş Hanım’la arkadaşı Çengi Hanım’a gelince: İkisi de orta hâlli birer aileye mensuptu. Terbiye, fazilet ve kültür seviyeleri de bugün parktaki havuzun yanında Bihruz Bey’e karşı takındıkları laubali tavırlardan ve biraz aşağıda naklolunacak konuşmalarından kolayca anlaşılır.

      Burada yalnız şu kadarını anlatmak gerekir ki Periveş Hanım, Bihruz Bey’in yakıştırdığı ve hayalinde yaşattığı gibi, öyle yüksek bir aileye, asil bir hanedana mensup değildi. Evleri de yine Bihruz Bey’in zannettiği gibi, kibar ailelerin oturduğu semtlerde bulunmuyordu.

      Bu sarışın yosma, kaşıkçı esnafından Sakin Ağa adında namuslu bir adamın kızı ve arzuhâlcilik yaparak evini geçindiren Mağmum Efendi namında hamiyetli bir zatın karısıydı. On altı yaşında babasını kaybettikten ve yirmi üç yaşında da kocasından boşandıktan sonra annesi Zaime Hanım’la birlikte, Karabaş Mahallesi’ndeki dört odalı evlerinde kimseye muhtaç olmadan fakir fakat namuslu bir hayat yaşıyor, kendi hâllerinde geçinip gidiyorlardı. İstanbul’un sayılı güzellerinden olan genç kadını bir gün kötü bir tesadüf, Çengi Hanım denilen bu fındıkçı ve hileci karı ile tanıştırdı. Yıllardır o yolun yolcusu olan fakat mevsimi geçtiği için erkeklerden pek iltifat göremeyen Çengi Hanım’la arkadaşlık kurduktan sonra Periveş’in fevkalade güzelliği ve zarafeti kısa bir zamanda her tarafa yayıldı. Artık İstanbul’un meşhur simaları arasına geçmiş fakat ne yazık ki fazileti ve namus cevheri elden gitmişti…

      Bu kötü münasebet kurulduktan sonra Periveş Hanım sık sık Çengi Hanım’la buluşur, daima onunla gezer ve gerektikçe de Çengi Hanım’ın evinde kalırdı.

      Bunların Çamlıca Parkı’nda görüldükleri günün sabahı Periveş Hanım, adi bir çarşafa bürünmüş olduğu ve yanında sekiz yaşlarında bir komşu çocuğu bulunduğu hâlde, Karabaş Mahallesi’nden çıkmış; hayli yol yürüdükten sonra, güneş görmez ve çamuru kurumaz bir sokağın izbe bir köşesinde -önü ve arkası bostan olan, iki yanı bekâr odaları, ahır filan gibi alelade binalarla çevrilmiş bulunan-bu şüpheli eve gelmişti.

      Burası Çengi Hanım’ın eviydi. Periveş Hanım’ın gelişinden bir saat sonra bu iki kadın, yukarıda tarif olunan zarif kıyafetlere girmiş oldukları hâlde, yaşlısı önde, genci arkada, evden çıktılar; Aksaray Caddesi’ne doğru salına salına yürümeye başladılar.

      Evden çıkarken kararları, Samatya’ya kadar yürüyerek inmek, oradan trenle Bakırköyü’ne, oradan da Sakızağacı mesiresine gitmekti. İşte bu kararla yolda giderlerken Periveş birdenbire fikrini değiştirerek arkadaşına şöyle bir teklifte bulundu:

      “Çamlıca Parkı’nı pek methediyorlar… Bugün de Sakızağacı’ndan vazgeçip oraya gitsek acaba nasıl olur?..”

      Muhatabı “Hayhay Periveşçiğim… Çok iyi olur…” diye cevap verince ilk niyetleri bozuldu. O gün de Çamlıca Parkı’na gitmeye karar verdiler… Bunun üzerine adımlarını biraz daha sıklaştırarak Aksaray tramvay durağına yetiştiler ve kalkmak üzere olan bir tramvaya atladılar. Kırk beş dakika sonra Eminönü’ndeydiler. Oradan Köprü’nün Üsküdar İskelesi’ne kadar yürüdüler. İskeleden ayrılmak üzere olan Üsküdar vapuruna nefes nefese yetiştiler. Vapur son düdüğünü de öttürerek hareket etti. Yarım saat sonra Üsküdar İskelesi’ne çıkıyorlardı. Beylik ambarın önüne doğru yürümeye başladılar.

      Diğer günler vapurdan çıkanları karşılamaya koşarak halkı taciz etmekte âdeta birbirleriyle yarışırcasına “Boş araba!.. Araba lazım mı?.. Sizi şu temiz kupa ile götüreyim…” diye avaz avaz bağıran arabacılardan hiçbiri bugün ortalıkta görünmüyordu. Çünkü o gün gezinti yerlerine gitmek için halkın kira arabalarına hücumu, diğer günlere nazaran, o derece fazlaydı ki bir saatten beri iskelede boş bir tek araba bile kalmamıştı.

      Çengi Hanım oralarda avare avare dolaşan işçi kılıklı bir adama “Ayol! Kira arabası arıyoruz. Acaba nerede bulunur?” diye sorunca herif sırıtarak cevap verdi:

      “Hanımefendi, nafile aramayınız, bulamazsınız…”

      Bunun üzerine hanımlardan ikisi birden “A!.. Vah, vah, vah!.. O kadar uzak yerden boşuna gelmişiz…” diye hayıflanarak Çeşme Meydanı’na doğru ilerlediler. Orada rastladıkları birkaç kişiye de “Ayol!.. Buralarda hiçbir araba bulunmaz mı?” diye aynı soruyu tekrarladılar. Fakat hiçbirinden müspet cevap alamadılar.

      O gün sabahleyin Beyoğlu kira arabalarından bir lando, Kadıköyü’ne götürdüğü hastayı yerine bırakıp Üsküdar’a dönmüş; çeşmenin yanında duruyor, araba vapurunu bekliyordu. Landonun arabacısı hanımların araba aradıklarını görünce kendi kendine, Daha iki saat burada boşu boşuna vapur bekleyeceğime şu hanımları alıp gidecekleri yere götürsem daha iyi olmaz mı? Hem onların işi görülür hem de ben birkaç para

Скачать книгу


<p>89</p>

Gilet: Yelek

<p>90</p>

J’ai affaire!.. J’ai affaire!.. Je suis pressé!..: İşim var!.. İşim var!.. Çok aceledeyim!..

<p>91</p>

Par malheur: Olacağa bak ki.

<p>92</p>

İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasında birer semt.

<p>93</p>

Alaturka saat on iki ile yarım arası o mevsimde alafranga 20.00 ile 20.30 arası.

<p>94</p>

Monsieur est servi, et Monsieur Pierre est lâ…: Yemek hazır efendim. Bay Piyer de orada…