Devrilen Kazan -Bir Yeniçeri Ocağı Romanı-. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Devrilen Kazan -Bir Yeniçeri Ocağı Romanı- - M. Turhan Tan страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Devrilen Kazan -Bir Yeniçeri Ocağı Romanı- - M. Turhan Tan

Скачать книгу

avuç avuç ayırarak Seher’e gösterdi:

      “Bunlar hep sizin. Paralardan da ağa ne verirse o kadarı benim, üst tarafı kendinin olsun!”

      Çıldırasıya seven kadınların bile aşk dolu yüreklerinde satılacak ve satın alınacak köşecikler bulunur. Hüseyin, şuur ile değil, tabiatın ruhuna nakşettiği hovarda uyanıklığıyla bu hakikate uyuyordu, gençliğine gençliğini sunmaya hazır görünen kadının iradesini tamamıyla sarsmak için bu nümayişi yapıyordu.

      Seher, koca bir definenin nasıl bir maksatla feda edildiğini anlamaktan geri kalmadı, bakışlarını bir şükran busesi hâline koyarak fedakâr delikanlının dudaklarına bıraktı. Kara Süleyman da gafil bir telaşla hemen altınların üzerine kapandı, üç bin kuruş kadar bir şey ayırıp Hüseyin’e verdi:

      “İşte…” dedi. “Hak yerini buldu. Haydi Seher, şimdi sen mutfağa gir. Bize öğle yemeği hazırla!”

      Yürekleri, ilk hicran dakikasının acısıyla burkulan gençlerin gözleri kucaklaştı ve yüzleri kızardı. Seher, bu ruhi musafaha sırasında “beklerim” diyen yanık bir bakışla yüreğini Hüseyin’e okumuş, o da gözlerine “gelirim” kelimesini söylemekte güçlük çekmemek yolunu bulmuştu!..

***

      O günün gecesini karı koca uykusuz geçirmişlerdi. Kara Süleyman, sadrazam kapısında baştebdillik ederek değil, kapıcıbaşılık ve hatta kâhyalık yaparak on yıl har vurup harman savursa, gümeç gümeç bal tutup gece gündüz parmak yalasa, bu mesut günde eline geçen serveti toplayamazdı ve karısına şu küme küme elmasları, incileri, zümrütleri veremezdi.

      Herif, bu sebeple çılgın bir sevinç içindeydi, boyuna söyleniyordu, hiç durmadan projeler yaparak istikbalin safalı günlerini sayıklıyordu. Seher de buhranlar geçirdiğinden kocasına uykusuzlukta yoldaş oluyordu, müşterek hazinelerinin pırıltılarını seyrede ede gözlerini açık tutuyordu.

      Düşünceleri ayrı idi. Erkek, tesadüfün kendisine getirdiği büyük servetle yeni bir hayat kurmak ve karısını o hayatın elmaslarla bezenmiş güneşi hâline koymak hülyasıyla uykusunu feda ediyordu. Kadın, keşfettiği gençlik hazinesindeki güzelliklerle aç yüreğini doyurmak, susuz ruhunu kanıksandırmak, yetim ömrünü sevindirip neşelendirmek kaygısındaydı. Hüseyin’ini göz bebeklerinden kaybetmemek için uykusuz kalıyordu.

      Düş mevzusuna temas etmekten ikisi de çekiniyordu. Sadrazamın azlolunup sürgüne gitmesiyle, definenin meydana çıkmasıyla gerçekleşen rüyanın geri kalan kısmı üzerinde durmaktan ürküyorlardı. Bununla beraber, o mevzu kafalarında dimdik duruyordu ve hülyalarının ahengini bozmaktan geri kalmıyordu. Kara Süleyman, gelecek günlere ait düşüncelerini, emellerini sekiz on defa bozup düzelttikten sonra şuurundaki rahatsızlığın ibramına11 dayanamadı, düş meselesine temas etmek zorunda kaldı:

      “Canımın içi!” dedi. “Gün doğar doğmaz Mahmut Efendi, Ceylani, Divitçioğlu, Karacaahmet, Miskinler, Şücababa tekkelerine birer kurban götürüp kestireceğim. Gördüğün düşün sadakası olsun.”12

      Seher, uğrunda ömründen birçok yılları kurban etmeye hazırlandığı aziz sevgiliyi düşünerek mırıldandı:

      “İyi edersin. Belki keseceğin kurbanlar makbule geçer de dileklerimiz yerini bulur.”

      Bu suretle o ağır mevzunun vesvesesinden kendini kurtaran eski baştebdil, günün sevincini bir de gönül safasıyla tamamlamak istedi, bahsi aşka çevirdi ve gülünç bir gayretle gençleşmeye yeltenerek dilbazlığa girişti. Fakat ruhunu başkasına nikâhlayan Seher, meşru bir ağızdan çıkmasına rağmen, bu sözleri aşkının ismetine tecavüz saydı, pervasız bir isyanla yerinden fırladı:

      “Rahat dur!” dedi. “Dilini de kes! Ben artık uyumak istiyorum!”

      Uyumadı, uyuyamadı. Kendisi gibi uyanık duran kocasına sırtını çevirdi, tan yeri ağarıncaya kadar Hüseyin’i düşündü: Kocasından esirgediği tebessümleri ona sundu, kocasından bulamadığı hazları ondan aldı ve ilk ışığın kafeslerde gülümsemesiyle beraber, yataktan çıktı, Kara Süleyman’ı da çıkardı:

      “Haydi…” dedi. “Abdest al da tekkeleri dolaş. Adak eskitmek iyi değil. Hocalar öyle diyor.”

      Aşkını ifşa için değilse bile, ihsas13 için kalbinde dayanılmaz bir ihtiyaç vardı. Duvarlara dilini yapıştırarak “seviyorum” diye bağırmak, gül veya sümbül, eline geçecek her çiçeği derin derin koklayıp “Hüseyin, Hüseyin!” feryadıyla çırpınmak istiyordu. Kalbindeki sevgi, bir tutam su iken ilk hicran gecesinin sonunda coşkun bir ırmak hâlini almıştı. O minimini yürek, bu dalga dalga kabaran suyu, artık taşıyamıyordu, yer yer yarılıp parçalanacakmış gibi bir vaziyet hissettiriyordu.

      Onun için şefkatli bir kulak arıyordu ve aşkını ona fısıldamakla kalbindeki tuğyanın14 önüne geçeceğini umuyordu. Kocası gider gitmez ilk iş olarak yük dolabına koştu, Hüseyin’in bir gece önce içinde yattığı döşeği çıkardı ve onun kokusunu bulmak iştiyakıyla burnunu yastıklara sürdü, yorganda dolaştırdı, şiltede gezdirdi.

      Çılgın gibiydi, Hüseyin’den başka bir şey düşünmüyordu ve benliğini yakan hayalin gölgesini bulup kucaklayamayınca büsbütün zıvanadan çıkıyordu. Tatmin olunmayan, daima yetim bırakılan cinsî ihtiraslar, bu kanı bol genç kadını tam bir dalalete sürüklemekteydi. O, hasta bir akbaba pençesinde kıvranan bir güvercin ızdırabı yaşıyordu. Şimdi nazik fakat kudretli bir şahinin cazibesine tutulmuştu. Yüreğini onun tatlı tatlı ısırmasını istiyordu ve bu şahine bir hamlede kavuşamamak yüzünden sürekli buhranlar geçiriyordu.

      Seher, işte bu hissî durum içinde bir sırdaş aradı, aşk ehli geçinen ve binbir erkekle düşüp kalktıktan sonra -kadınların kullanageldikleri tabire göre- başına kırk tas su dökerek, hoca önünde tövbe ederek havsalası geniş biriyle evlenen komşusuna içini açmaya karar verdi.

      O güngörmüş kadınla evleri karşı karşıya idi. Seslerini biraz yükseltince bir odada bulunuyorlarmış gibi konuşurlardı. Dar sokak da daima ıssızdı, komşuların birbirleriyle yaptıkları çene yarışına hiçbir zaman ayak sesi karışmazdı. Seher, bu kolaylıklardan istifade ederek bir kafesi kaldırdı, şen şen seslendi:

      “Hu, hu, komşu, hu!”

      Kaşları rastıklı, gözleri sürmeli, yüzü düzgünlü, gerdanı altınlı, başı yemenili bir yosma eskisi, beline kadar pencereden sarkarak bu sesi karşılamakta gecikmedi ve Seher’e sordu:

      “Hayır ola civanım, diyeceğin mi var?”

      Âşık kadın -sağa sola bakarak, sokağın ıssızlığına emniyet hasıl ettikten sonra- hemen anlatmaya koyuldu:

      “Bir değil, bin diyeceğim var. İlkin mübarek olsun de!”

      “Kocan yeni bir mansıp15 mı aldı?”

      “Daha iyi, çok daha iyi bir iş!”

      “Herifin

Скачать книгу


<p>11</p>

İbram: Zorlama. (e.n.)

<p>12</p>

Evliya Çelebi bu tekkelerin her biri hakkında malumat verir. (c. 1., s. 478) (y.n.)

<p>13</p>

İhsas: Üstü kapalı anlatma, sezdirme, ima. (e.n.)

<p>14</p>

Tuğyan: Coşma, taşma. (e.n.)

<p>15</p>

Mansıp: Makam, yüksek dereceli memuriyet. (e.n.)