Viyana Dönüşü. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Viyana Dönüşü - M. Turhan Tan страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Viyana Dönüşü - M. Turhan Tan

Скачать книгу

dedi. “Yaptığın işi beğenmedim. Şu adamın başını derde sokuyorsun. Bari yüz altın daha ver de gönlü hoş olsun.”

      Ve sonra esirciye döndü, şu öğüdü verdi:

      “Helal paranın hayrı vardır, bizim azımızı çoğa say. Saraya karşı da bir düzen kullan. Söz gelimi kızın kaçtığını söyle. Çünkü bizim arkadaşın pençesinden kız almak, ecel elinden ömür kurtarmak kadar zor bir iştir. Onunla canciğer kardeşken ben bile kendime güvenemem, böyle bir işe girişemem. Onun için kazaya rıza deyip susmalısın, kısa günün kârını da hoş görmelisin. Haydi Allah’a ısmarladık.”

      Deli Murat, Bülbül Hatun’la meşgul olduğu için bu sözlerin yarısından çoğunu duymadı. Fakat Kara Mehmet’in tavsiyesini dinlemezlik de yapmadı, bir kese altın daha çıkararak esirciye verdi ve güzel kızı önüne katarak odadan çıktı.

      Bütün esirciler sarayca peylenen bir malı zorla satın almak cesaretini gösteren iki yiğit adamı hayran ve korkak bakışlarla teşyi ediyorlardı.10 Onların eli boş gitmediklerini gören öbür kızlar ise kıskançlık ateşine sarılarak gene pencerelere dökülmüşlerdi, bir kaplana eş olmuş ceylan şuhluğuyla salına salına uzaklaşan arkadaşlarını seyredip hayıflanıyorlardı.

      Han kapısını, ferman dinlemez yiğitler şerefine henüz açık tutan esirhane emini, onların yaptıkları alışverişten kendi hissesini almaya hazırlanıyordu. Fakat berikiler sade bir selam verip geçmişler ve herifin hülyasını hayrete çevirip gitmişlerdi. O, kaybettiği öşrün acısını ancak hain bir mülahaza içinde eritmek yolunu buldu, müşterilerin arkasından mırıldandı:

      “Bana öşür vermemek elinizden gelir amma hünkâr için beğenilen kızı almak suçunun hesabını vermemek elinizden gelmez. Biraz sonra görüşürüz ağalar!..”

***

      Deli Murat, evlenmeyi tasarlayıp da Kara Mehmet’le görüşmeye gelirken her şeyi düşünmüş ve bütün hazırlıkları yapmıştı. Zeyrek Yokuşu’nda kiraladığı ev, gelin hanımı bekliyordu. Yaşlı bir kadın da bu minimini gerdekte bekçilik yapıyordu. Murat, handan çıktıktan ve Kara Mehmet’le vedalaşıp ayrıldıktan sonra doğru eve gitti. Bülbül Hatun’u giyindirip kuşandırdı, bekçi kadınla hamama yolladı, kendisi de mahalle imamını ve mahalleliden dört kişiyi çağırdı, satın aldığı ve adını Bülbül koyduğu kızı esirlikten çıkarıp azat ettiğini söyledi, usulü dairesinde bir azat kâğıdı yazdırıp imzalattı ve o adamları, Bülbül’ün hamamdan dönüşüne kadar alıkoydu, kız gelince de nikâhını kıydırdı.

      Deli Murat, ömrünün ilk şen gecesini yaşıyordu. Onun kurduğu gerdek minimini bir şeydi. Fakat saf yürekli adama uçsuz bucaksız bir meydan gibi geniş görünüyordu. Tek mumlu şamdan, odadaki karanlığın ancak bir noktasını beyazlatabildiği hâlde Murat, nur içinde yürüyormuş gibi engin bir ışık hazzı buluyordu. Yanı başındaki kadın, açık kollu ve açık göğüslü cepken giyerek yere inmiş bir mehtap gibi yiğit adamı tepeden tırnağa kadar aydınlatıyordu. Bekârlığın yıldızsız bir gece olduğunu bu gülümseyen, tatlı tatlı konuşan mehtabın nurunu emmekle anlıyordu ve kırk uzun yıl, yüreğini geceye sarıp yaşadığı için enikonu hayıflanıyordu.

      O, gerdeklerde ulu orta konuşulmayacağını bilenlerden olmakla beraber aşk kasideleri haykıracak ağza malik değildi. Duyuyordu, fakat duyduklarını kelimeleştiremiyordu. Bazen yüreğindeki heyecan, dudaklarına kadar yükseldiği hâlde onu yutmak mecburiyetinde kalıyor ve sonra kızarıp bozararak karısına sokulup kekeliyordu:

      “Sana diyecek nelerim var, bilsen?”

      Lakin dakikalar geçtiği hâlde bu denilecek şeyleri bir türlü açığa vuramıyordu. Nihayet bir muhavere mevzusu buldu, kendi hayatını anlattı, kimdi, kimin nesiydi? Nerede doğmuştu, şehit babasından kalan tarlayı nasıl satıp leventliğe çıkmıştı? İlk savaşı nerede yapmıştı, ilk yarayı nasıl almıştı?.. Bütün bunları, arkadaşına tatlı masallar anlatan bir çocuk saffetiyle hikâye ederken ara sıra duruyor ve soruyordu:

      “Sıkılmıyorsun, uykun gelmiyor, değil mi?.. Hele biraz daha dinle, konuşmak keşiği11 sana gelecek. Sonra uyuruz!”

      Kız, rüyalı bir bakışla onu sararak hikâyeyi dinliyor, gittikçe artan zevkini silinmeyen bir tebessüm içinde hissettirerek için için gecenin ebedîleşmesini diliyordu. Deli Murat ona, bir cennet adamı gibi göz kamaştıran garabetler tattırıyordu. Yiğit Türk’ü dinlerken bazen gözünün önüne esirciler ve esir pazarında zaman zaman gördüğü müşteriler geliyordu. O vakit ıztırarî bir zihin ameliyesiyle mukayeseler yapmaya girişiyor ve kocasıyla onların arasındaki hesaba sığmaz farkı apaçık görerek yeni bir zevkin, yeni bir hazzın sarhoşluğuna kapılıyordu. Sabahleyin beğendiği erkeği şimdi seviyordu, onun yanında bulunmaktan, onu dinlemekten mesut oluyordu.

      Deli Murat, kendi hayatını beşikten gerdeğe kadar hülasa edip anlattıktan sonra eşinin ellerini tuttu:

      “Şimdi…” dedi. “Keşik senin. Kimsin, nerelisin, şu yaşa kadar neler görüp geçirdin? Birer birer anlat ki birbirimize yabancı kalmayalım.”

      Kız, derin derin içini çekti, gamlı gamlı hayatının tarihini fısıldadı. Bu tarih kısa idi, bir satırlıktı. Fakat Deli Murat’ı yüreğinden yaralamaya kâfi gelecek kadar acıklı bir belagat taşıyordu. Yiğit levent, bu mahzun tarihin her kelimesini ruhuna sindirdikten sonra kızı okşadı.

      “Bu âdet…” dedi. “Çok kötü. Düşmanı atından yıkıp bağlamayı, esir edip pazar pazar dolaştırmayı anlarım. Çünkü onun da elinden gelse beni ipe saracağını biliyorum. Fakat hırsızlar gibi sinsi sinsi yürüyerek, orman köşelerinde saklanarak, bahçelerde pusu kurarak pınardan su doldurmaya, korudan ağaç kesmeye, tarladan çilek derlemeye giden masum kızların üstüne atılmak, onları ana kucağından çalmak, uzak ülkelere götürüp satmak günah! İşte bak, seni de böyle aşırmışlar. Suçun ne, taksirin ne?.. Ya o adamlar, bu işi yapmak hakkını nereden alıyorlar? Doğrusu üzüldüm! Onlarla yüzleşsem, yüzleşebilsem vallahi dayanamam, senin öcünü alırım.”

      Kız, bahtiyar bir tebessümle eğildi, kocasının ellerini öptü.

      “Kötülükten…” dedi. “İşte iyilik de çıkıyor. Beni çilek bahçesinden kaçırmasalardı, İstanbul’a getirip pazara çıkarmasalardı seni bulabilir miydim?”

      Kızın dudaklarında al bir tebessüm olan saadet, şimdi kızıl bir alev gibi Deli Murat’ın damarlarına geçmişti. O bir lahzalık temas, bir iki saatten beri mahpus kalan iştiyakları, ihtirasları kamçıladığından Serçeşme, artık çılgın bir sabırsızlık geçiriyordu. Kız, sözünü bitirir bitirmez o, yerinden fırladı.

      “Di gel Bülbül!” dedi. “Biraz da kafeste öt!”

      Kafkas dağlarının bir köşesinden yakalanarak İstanbul’a getirileli bu gerçekten güzel mahluk, öz yurduyla kendi arasındaki mesafenin artık aşılmaz bir çöl hâlini alacağını, fakat hayalinin derinliklerinde yaşayacak bu çöle karşı benliğinde -çiçekli, ışıklı- yeni bir âlem açılacağını anladı. Kapanmak üzere bulunan hayatını tek bir saniye içinde uzun uzun selamladı, anasının artık silikleşen

Скачать книгу


<p>10</p>

Teşyi etmek: Uğurlamak, geçirmek. (e.n.)

<p>11</p>

Keşik: Sıra, nöbet. (e.n.)