Viyana Dönüşü. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Viyana Dönüşü - M. Turhan Tan страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Viyana Dönüşü - M. Turhan Tan

Скачать книгу

üzerinedir, getirdiğim kâğıtların karşılığını alıp gene Leh sınırına döneceğim. Lakin buraya gelince karar verdim. Bir kız bulup onunla baş göz olmadan İstanbul’u bırakmamayı tasarladım. Sipahiler henüz orduya ulaşmadıkları için seni burada bulacağımı umuyordum. Hesabım yanlış çıkmadı. İşte seni buldum, derdimi de anlattım. Nasıl, benimle gönül birliği yapar mısın?.. İkimiz de ev kurmak, döl almak çağını çoktan aştık, üç beş yıl sonra alacağımız kadınlar yüzümüze değil, elimize bakarlar. Henüz yüzümüze bakılabilirken şu işi başaralım, çifte dernek kuralım. Vakit geçmeden biz de felekten kâm alalım.”

      Kara Mehmet, dalgın dalgın mırıldandı:

      “Evet, hakkın var. Er davranan yol alır, er evlenen döl alır. Biz geç kalmışa benziyoruz. Fakat kimi almalı?”

      “Gözümüzün seçeceği, gönlümüzün çekeceği güzeli!”

      “Nerede bulunur onlar?”

      “Esir pazarında!”

***

      Çemberlitaş’la Çarşıkapı arasında vaktiyle tavuk pazarı kurulurdu ve bu pazar yerinin bir yanında da esir hanı vardı. İlk çağlardan beri insanlar esir alışverişi yaparlar. Eğer bu alışveriş olmasaydı ve milletlerin birbirlerinden esir alıp kullanmaları âdet hâline girmeseydi ne Mısır’ın Ehramları ne Çin Seddi yapılabilirdi ne de büyük deniz savaşlarının tarihi yazılırdı. İlk çağların büyük eserlerinden çoğu esirlerin elinden çıkmıştır ve o çağlardaki deniz savaşlarında gemileri hep esirler yürütmüştür!

      Zincirler içinde ve kamçılar altında en ağır işleri görmeye mahkûm edilen esirler yavaş yavaş birer zevk aleti olmaya başladılar. Roma tarihinde imparatorlarla nikâhları kıyılmış köleler, Bizans tarihinde imparatoriçelere ayak öptürmüş esirler vardır. Şark ve Garp tarihi baştan başa esir hikâyeleriyle doludur. Onlardan filozof, müverrih, dil âlimi, kumandan ve her şey yetişmiştir. Fakat esirlerin içinde en büyük rolü oynayan kadınlardır ve onlar, boyunlarına takılan zinciri ekseriya elmas gerdanlıklarla değiştirmek yolunu bulmuşlardır.

      Osmanlı Türkleri de kadın esirlere içtimai hayatta büyük yer ve değer vermişlerdir. Yarı dünyaya kılıçları önünde diz çöktüren o Türkler, bir esir bolluğu içinde yaşıyorlardı. Fas’tan Tebriz’e, Varşova kıyılarından Aden Körfezi’ne kadar uzanan uçsuz bucaksız ülkenin sakinleri Türk gücünün yarattığı bu bolluktan istifade ediyorlardı, üçer beşer köle ve halayık sahibi bulunuyorlardı. İtalya, Rusya, Macaristan, Almanya, Lehistan, Habeşistan boyuna Osmanlı ülkesine esir veriyordu. Bu canlı haraçtan Fransızlar, İngilizler, İspanyollar, Felemenkler de istisna edilmiş değildi. Çünkü onların da şu veya bu denizde dolaşan gemilerinden Türk korsanları bol bol esir yakalıyorlardı. Fakat Eski Mısır’ın, Eski Yunan’ın, Eski Roma’nın esirlere yaptıkları işkence Türk ilinde yoktu. Bu ülkede esirler, kolaylıkla hürriyete kavuşabilirdi, hatta en yüksek mevkilere yükselirdi. Çünkü padişahlar, esir kadınlardan çocuk yetiştiriyorlardı, daha doğrusu -Fatih’ten sonraki- Osmanlı hükümdarlarının hepsi esir çocuğu idi. Bu sebeple esir zümresine saray büyük kıymet veriyordu, vezirleri onların arasından seçiyordu. Vezirler de aynı şeyi yaptıkları için esaret, enikonu nimet ve saadet hâlini alıyordu.

      İmam gülümserse cemaat kahkaha ile güler, derler. Hünkârlarla vezirlerin, büyük hocaların esirlere saygı göstermesinden örnek alan halk da o yola döküldüğünden ve bir çizmeye esir alınıp satılmak derecesinde ucuz devirler görüldüğünden Türk ilinin her köşesi esirle dolmuş gibiydi. Günde bir akçe kazancı olanlar bile evinde esir bulundurabiliyordu.

      Bu vaziyetten esircilik sanatı, esir pazarları ve esirhane eminliği çıktı. İlk fütuhat çağları kapanıp esir fiyatları yükseldikten sonra ise o sanat inceleşti, o pazarların kıymeti çoğaldı ve esirhane eminliği mühim bir vazife oldu. Artık “meta” azdı, rağbet çoktu. Vaktiyle bir çizmeye alınabilen kızlar, şimdi üç yüz altına satılıyordu. Fakat alışverişte kesat değil, inkişaf görülüyordu. Gene herkes, satıp savıp bir halayık almaya çalışıyordu. Çünkü bu iş, içtimai zaruretler hâline girmişti.

      İşte Serçeşme Deli Murat’la Sipahi Kara Mehmet’in evlenmeye karar verdikleri ve birer kız satın almayı tasarladıkları sırada esir hanı böyle bir ehemmiyet taşıyordu. Bu han üç yüz odalı büyük bir yapıydı, iki yüz esirci orada barındığı gibi onların sermayesini teşkil eden dişili erkekli üç binden fazla esir de gene orada teşhir olunuyordu. Esirciler, küme küme koğuşlarda yatarlardı. Esirler ise odaların büyüklüğüne göre onar yirmişer bir araya kapatılırdı. Onlar, yatak yüzü görmezlerdi, üst üste yığılarak ağıl koyunu hâlinde yaşarlardı. Ancak müşteriye çıkarılacakları vakit üstleri başları düzeltilir, saçları taranır, yüzleri yıkanırdı.

      Esirhane emini olan adam, kâhyasıyla, şeyhiyle, çavuşlarıyla, tellallarıyla, kâtipleriyle han yanında oturur, hanın kapısını kilitli tutar ve değirmi büyücek bir delikten müşterileri içeriye sokar, onların alıp çıkaracakları esirleri gene orada kontrol ederek öşrünü alırdı.

      O, esircilerin pazara götürüp tellal vasıtasıyla açıktan sattıkları “meta”ları da gene murakabe ederek ve ettirerek harcını tahsil ederdi. Onun bu kârlı alışveriş karşılığı olarak devlet hazinesine her yıl ödediği para yüz keseden ibaret olup bugünkü rayice göre elli bin lira demektir.

      Deli Murat da Kara Mehmet de pazara çıkarılan esirlerin işportalık tapon şeyler olduğunu, iyi malların handa görüleceğini biliyorlardı. Bu sebeple pazara başvurmaya lüzum görmemişlerdi, doğruca han kapısına gelmişlerdi.

      Garip şey! Kapı, o daima kilitli duran büyük kapı ardına kadar açıktı. Acaba esirler el birliği yapıp zincirlerini mi kırmışlardı yahut bir hayır sahibi çıkarak ve onları toptan alarak azat mı etmişti?.. Binlerce hayatın hürriyetini aşılmaz bir duvar gibi arkasında hapseden bu kapının açık bulunması başka bir sebepten ileri gelmezdi ve bu, gerçekten mühim bir hadiseydi.

      Serçeşme Deli Murat, vaziyeti kendi hesabına kötü buldu, kaşlarını çatarak homurdandı:

      “Kafes boş galiba. Beyhude taban teptik. Çanak uzatacağımız pınarların kuruyacağını düşünmeliydik. Biz anamızdan alnı kara yazılı doğmuşuz. Yeşermiş ağaca el vursak odun oluyor, sağmal ineğe göz koysak sütü kesiliyor. Böyle talihi kefene sarıp miskinler tekkesine gömmeli.”

      Kara Mehmet, bu düşünceye ortak olmadı, eliyle esir hanının avlusunu gösterdi.

      “Bak…” dedi. “Orada atlar, uşaklar var. Yukarıda hatırlı kişiler bulunsa gerek. Kapı onların yüzü suyu hürmetine açılmış olacak. Hele içeriye girelim.”

      Fakat eşiği atlar atlamaz duruladılar. Çünkü başta esirhane emini olduğu hâlde o hanın bütün işyarları, sıra sıra esirci, yan yan yürüyerek, sık sık selam vererek zifirî siyah yüzlü iki adamı merdivenden indiriyorlardı. O kalabalığın arasında bu iki zenci, sırmalı kostüm giyinmiş iki uzun kömür parçası gibi göze tuhaf görünüyordu. Lakin sezilen tuhaflık, gene onlarda beliren yaldızlı çalımı kıymetten düşüremiyordu. Herifler, koyu karanlık bir geceden kopmuş iki dilim gibi heybet taşıyorlardı ve parçalanmış, ufaklaşmış bir gündüzü andıran o sürü sürü beyaz insanlar arasında yüksek bir endam

Скачать книгу