Viyana Dönüşü. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Viyana Dönüşü - M. Turhan Tan страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Viyana Dönüşü - M. Turhan Tan

Скачать книгу

geldi, ta içimden bir ses yükseldi: Ateş!..

      Bu emri bana veren gene bendim. Lakin başkasından, büyük bir zabitimden emir alıyormuşum gibi titredim, gözümü Kör Kaptan’dan ayırmaksızın fitili ateşledim. Eh, nişanı melekler almış olacak. Güllem, ateş olmuş Türk yumruğu gibi topun ağzından fırladı, Venedik baştardasına ulaştı ve tam cephaneliğin ortasına düştü.

      Kaç saatten beri büyülü olan gözümün büyüden kurtulup açıldığını duydum ve Venedik bastardasının alevler içinde kaldığını gördüm. Gemi yana yana batıyordu, Kör Kaptan’la arkadaşlarının, binden artık kürekçinin, cenkçinin parçalanmış cesetleri gökyüzünde uçuşuyordu. Biraz sonra amiral gemisine yakın olan kalyonlar ateş aldı, bu ateşten mavnalar alevlendi. Deniz dalga dalga cehennem oldu, düşmanı lokma lokma eritmeye koyuldu. Türk’ün namusu kurtulmuştu!”

      Serçeşme Deli Murat, bir Kur’an suresi dinledikten sonra içten gelen bir hayraniyetle sadakallahülazîm diyen mutekit Müslümanlar gibi haykırdı:

      “Var ol Kara Mehmet, elin dert görmesin Kara Mehmet.

      Ve sonra ilave etti:

      “Sen o güllenle Türklüğün başına kümelenen talihsizlik bulutunu da dağıttın. O gün, bugün işlerimiz iyi gidiyor. Şimdi kime sorsan devlete koca Köprülü ile oğlu düzen verdi derler. Kara Mehmet’in güllesini dile almazlar. Hâlbuki sen o gülleyi atmasaydın ne koca vezir yerinde kalırdı ne hünkâr. Belki İstanbul da elden çıkardı. Ne yazık ki kimse senin kadrini bilmiyor. Bak, bugün gene yetmiş akçeli bir sipahisin. Ne tuğun ne otağın var!”

      Kara Mehmet, bu sözlerden hoşlanmadığını göstermek ister gibi sert bir hareket yaptı.

      “Yok, yok!” dedi. “Öyle deme. Topu ben ateşledim ama nişanı alan, Türk’ün ulu bahtıdır. Başka türlü o gülle bu işi yapamazdı. Sonra mükâfat da görmedim değil. Koca vezir, bütün ordunun önünde beni çağırttı, alnımdan öptü, ‘Yediğin ekmek helal olsun!’ dedi, sipahilik verdi, yüz altın da bahşiş sundu. Daha ne ummalıydım?”

      Deli Murat, acı acı gülümsedi:

      “Ne mi ummalıydın?.. Bir ev, bir can yoldaşı!.. Baksana, yaşın kırka vardı. Henüz evin yok, eşin yok!”

      Kara Mehmet gülümsedi:

      “Sen de benim gibisin Murat. Göğe çıksan yerde pabucun kalmayacak. Bana acıyacağına kendine çekidüzen versene.”

      Ve birden ciddileşti, iki elini arkadaşının kalın omuzlarına koydu:

      “Eski günleri dile getirdin, bana gülle kıssasını söylettin. Sende şu Uyvar’a gidişi anlat. Çünkü taşıdığın ün o savaştan başlar.”

      Şimdi nazlanır gibi görünen Deli Murat’tı, ant verip onu zorlayan Kara Mehmet’ti. Nihayet dost hatırı, mahviyet arzusundan üstün çıktı. Deli Murat da ömrünün unutulmaz hatırasını hikâyeye girişti.

      “Senin bir gülle ile Venedik donanmasını tutuşturduğun günden elifi elifine yedi yıl sonra idi. Şimdiki Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa, babasının yerine geçip Nemse’ye harp açmıştı. Ben deli dolu bir leventtim, kendiliğimden sefere aşıyordum. Estergon önünde Nem-seli Furgaç’la küçük bir savaş yapıldığı gün, ben bilmiyorum ya, yüz aklığı göstermişim, atılgan görünmüşüm. Genç sadrazamın yanına çağrıldım, Bayrakağası yapıldım, Erdel Kralı Apafi’ye mektup götürmek emrini aldım.

      O güne kadar kralların yalnız adını duyuyordum, yüzlerini gördüğüm yoktu. Ne çeşit adamlara kral diyorlarmış diye merak içinde yola çıktım. Üç konaklık yolu bir günde alıp Erdel’e ulaştım. Apafi ile buluştum. Belki tuhaf bulacaksın ama doğru söylüyorum, onunla ilk yüzleştiğim gün gülesim gelmişti. Hani erkekliğe aykırı düşmese kasıklarımı tuta tuta gülecektim. Herifin ne sorgucu vardı ne tuğu. Bizim Boğdan voyvodaları gibi giyinmişti. Miğferi bile yoktu. Fakat çalımı yerindeydi. Sadrazamın mektubunu, kendi ayarında bir çulsuzdan gelme kâğıtmış gibi mühimsemeyerek aldı, parmaklarının ucuyla tercümana uzattı, kendi diline çevirterek dinledi. Meğer Fazıl Ahmet Paşa, kralı yanına çağırıyormuş. Herif bu çağrılıştan kuşkulanıp pirelendi mi yoksa krallık çalımı deprenerek sinirlendi mi bilmem, birden taht diye üstünde oturduğu kadife iskemleden fırladı, birkaç söz haykırdı.

      Onun, sunduğum mektubu öpüp başına koymamasından, bana güler yüz göstermemesinden zaten huylanmıştım. Böyle sert sert bağırması üzerine büsbütün kızdım. Gözlerimi belerterek tercümana sordum:

      ‘Ne diyor bu adam?’

      ‘Krallar, kimsenin ayağına gitmezler, buyuruyor.’ ‘Öyle ise anlat kendisine. Türkler, ayaklarına getirmek istedikleri kralları nasıl yürütebileceklerini bilirler.’

      Bu sefer tercüman belinledi,5 alık alık sordu.

      ‘Ne yaparsınız elçi bey!’

      Herifle eğlendim:

      ‘Ben elçi değilim çorbacı! Levendim. Elçi olsaydım yüzüme haykıran kralınızı elimin tersiyle susturuverirdim. Buraya ulak gibi geldiğim için pot kırmak istemiyorum. Fakat çelebi kral bilmelidir ki ona ‘Yanıma gel!’ diyen ağız çok kuvvetlidir.’

      Tercüman, ne söyledi anlamadım. Lakin kral, artık haykırmıyordu, yaptığı suçu diliyle temizleyen ispinoz gibi kötü kötü düşünüyordu. Biraz sonra nemlenen gözlerini bana çevirdi, yalvarır gibi bir şeyler söyledi. Tercümanın yardımıyla anladım ki sadrazamdan korkuyormuş, kendisini öldürür diye çekiniyormuş.

      Şimdi içime bir acıyış gelmişti. Taç sahibi, ülke sahibi, ordu sahibi bir kralın bu kadar korkak oluşuna acıyordum. Tatlı dil döktüm, vahşetini giderdim, benimle bile yola çıkmaya kandırdım. Zavallı kral, iki elime sarılıyordu, tercüman ağzıyla yalvarıp duruyordu:

      ‘Şart olsun, der misin, nikâhına ant içer misin?’

      Herif benim bekâr olduğumu bilmiyordu yahut her Türk’ün mutlaka evli olacağını sanıyordu. Ondan ötürü boyuna şart etmekliğimi istiyordu.

      Dileğini yerine getirdim. Adı sanı olmayan karılarımın üstüne şart koştum. Kralı tasadan kurtardım.”

      Serçeşme Deli Murat, çapkın bir gülüşle, sözüne ara verdi:

      “Uyvar Savaşı’nı söylemeden bu kral kıssasını niçin dile aldığımı sonra anlarsın. Sana evlen deyişimle, hatta bugün seni buluşumla bu kıssa arasında büyük bir bağlılık var!”

      Ve Kara Mehmet’in karşılık vermesini beklemeden hikâyesine geçti:

      “Kral, bizim orduya gelip sadrazamla görüşmeye karar vermiş olmakla beraber şanına layık hazırlıklarda bulunmak için biraz mühlet istiyordu. Leventçe davrandım, bu mühleti verdim. Sonra karşı karşıya oturduk, birkaç kadeh şarap yuvarladık. Onun ne zaman yola çıkmasının uygun düşeceğini kararlaştırdık. Şimdilik ben bir mektupla dönecektim, kralın gelmek üzere bulunduğunu Fazıl Ahmet Paşa’ya

Скачать книгу


<p>5</p>

Belinlemek: Birden uyanarak çevresine korku ile şaşkın şaşkın bakmak, irkilmek. (e.n.)