Esrar-ı Cinayat. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Esrar-ı Cinayat - Ахмет Мидхат страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Esrar-ı Cinayat - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

kaynaklanmıştır. Kamanın kını Kefalonyalıların üzerinde görülmeyip, onlar üzerinde birer bıçak ile birer de tek tabanca bulunmuştur ki tabancalar boşaltılmış ve bıçaklar da kınlarından çıkarılmış idiler. Eğer kama dışarıdan hücum edenlerde olsaydı, galebe onlarda bulunduğuna göre kamayı çıkarıp alacakları ve orada bırakmayacakları aşikâr idi. Hâlbuki kızın yanında bulunanların yalnız iki Kefalonyalıdan ibaret oldukları da diğer delillerden anlaşılıyor. Zira kayanın kuzey tarafından güney tarafına doğru yer yer kan lekelerinden birtakım izler kalmış olup, bu izler güney tarafında birleşerek beş, on arşın kadar yere yayılıyorlar. Bundan anlaşılıyor ki diğer birkaç yaralı da buraya kadar koşup gelerek, buradan kayık veya sandallarına binerek kaçmışlardır. Ancak kaçanların kaçar adam kadar olduklarını tahmine imkân bulunamamıştır. Bu tahmin yemek ve eğlence sofralarındaki çatal, bıçak ve kaşıkların adedinden çıkarılacak olursa, sofra başında bulunanların sekizden ona kadar adam oldukları anlaşılabilir. Dolayısıyla, kızı vuran adamın bu suretle kaçanlar arasında olması akla gayet yakın görünüyor.

      Ölenlerin vaziyetlerinden Osman Sabri Efendi’nin çıkarmış olduğu manaların tümü gazeteci tarafından da tasdik olunarak, şu kadar var ki kızın yine kendi arkadaşları tarafından vurulmuş olması hakkındaki zannı yazar efendi tasdik edemedi. Dedi ki:

      “Kavganın, katillerin sofra başındaki adamlar arasından çıkmamış olduğuna, giysilerinde yüzlerinde gözlerinde yırtık ve bere gibi şeyler olmamasından dolayı kanaatlerinize diyecek olmadığı gibi ölenlerin yaralarından ve naaşlarının vaziyetlerinden bunların Rumeli tarafında vuku bulan bir hücum ile idam edildiklerini çıkarmanız da pek doğru olabilir. Şu kadar var ki kızı yine kendi arkadaşlarının vurmuş olmasını, yalnız kamanın yara içinde kalmasından ve kınının da katledilen Kefalonyalılar üzerinde bulunamamasından şeklindeki kanaatiniz pek zayıftır.”

      Mecdettin Paşa: “Bu mülahazayı bendeniz de arz etmiştim. Hatta kız kadın hastahanesinde bilirkişilere muayene ettirildiğinde henüz bakire olduğu da ortaya çıkmıştır.”

      Gazetecinin nazarıdikkati açıldı. Dedi ki:

      “Henüz bakire mi?”

      “Evet! Bu da kızın oraya lanetli bir niyetle götürülmemiş olmasına delalet eder. Dolayısıyla kötü bir niyetle götürülmemiş olan kızı, yine kendi arkadaşlarının vurmasına ne mana verilebilir?”

      Osman Sabri Efendi belli belirsiz bir tebessüm ile dedi ki:

      “Kızın oraya nasıl bir fikirle götürülmüş olduğunu bilemem. Ben naaşın bilirkişiye muayene ettirilmesini ihtar ettiğim zaman kızın bakir olmadığına hiç şüphem yoktu. Yalnız tahminen ne kadar zamandan beri kızın bakirliğinin izale edildiğini anlamak için muayene ettirmiştim. Bu zannımın yanlış çıkması, kızın yine kendi arkadaşları tarafından vurulduğu hakkındaki zannımın da yanlışlığını gösteremez. Bin türlü hâller olabilir ki kızı kendi babası bile vurabilir. Özellikle ki Rumeli tarafından hücum edenler hırsız olan adamlardan da değil idiler. Öyle olmaları lazım gelseydi, sofra takımı epeyce kıymetli şeylerden olduğu için kızın kulaklarında küpeleri ve parmağında yüzüğü ve boynunda bir de madalyası bulunduğundan, bunları alırlardı. Hatta kızın üzerindeki ziynetlerin olsun alınmamasından dahi çıkarıyorum ki Rumeli tarafından hücum edenler belki de kızın yanına bile gelmemişlerdir. Gelselerdi hırsız dahi olmasalar, bu eşyayı mutlaka alırlar idi.”

      Gazeteci evraka yine göz gezdirmeye başladı. Şöyle bir fıkra daha okudu:

      Kanlıkaya’nın güney tarafından birtakım yaralılar kayık veyahut sandallarına binerek kaçarlarken, içlerinden birisi yırtık bir zarf içinde bir kâğıt düşürmüş. Zarfın üzeri yazılı olmadığından, bu mektubu gönderilen kişiye ulaştıracak olan adam, onun kim olduğunu bilerek götürmüş olduğu da anlaşılır. Ancak mektup Osmanlı harfleriyle yazıldığı hâlde öyle bir lisanla yazılmıştır ki ne Türkçeye benzer, ne Arapçaya, ne de Farsçaya! Hintçe olmasın diye birkaç Hintliye gösterdim onlar da ne olduğunu anlayamadılar.

      Gazeteci bu mektubu hepsinden ziyade merak etti. Mutasarrıf paşaya dedi ki:

      “Şunu bir de bendeniz göremez miyim?”

      “Hay hay! Hatta bunu sizin gibi bilgili ve maharetli olanlara göstermelidir ki ne olduğu anlaşılabilsin!” diye Mecdettin Paşa hazretleri yazı takımı üzerindeki evrak arasında malum mektubu da gazeteciye gösterdi.

      Bu mektup şöyle yazılmış idi:

      Şimelye nimey eyemtetsak anınac nizimipeh eldesah iakias şimtişi afatsum üknüç mudlo midan atashur miğidrev niçi irep neb.

      Bu mektup yazar efendi nezdinde en ziyade meraka sebep olacak şeylerden olmak üzere telakki edilerek şu fikrini beyan ettiğinde savcı efendi dedi ki:

      “Yalnız en ziyade meraka sebep olacak bir şey değil; belki mevcut cinayet erbabını ortaya çıkarmak için adli tahkikat icrasınca da en ziyade işe yarayacak bir şey varsa o da budur.”

      “Bunda ne Şark ne de Garp lisanlarının lügatlerinden birisine benzer hiçbir şey bulunmadığına nazaran, ben buna bir lisan diyeceğime bir şifre demek istiyorum.”

      “Ben onu çoktan dedim. Şimdi zihnim o şifreyi halletmekle meşguldür.”

      “Bunun bir suretini de ben alsam ve ben de bu şifreleri halletme hususunda size yardım etsem olur mu?”

      “Gazetede yayınlamayacağınızı vadederseniz olur.”

      “Size vadederim ki yalnız onu değil; bugün şurada aldığım malumatı ifşa suretinde hiçbir şeyi yayınlamayacağım. Hiçbir şey yazmam diye vadetmem. Fakat zabıtanın sırlarını ifşa edecek ve tahkikatınızı zora sokacak surette hiçbir şey yazmayacağım.”

      Bu söz üzerine savcı efendi, Mutasarrıf Mecdettin Paşa’nın yüzüne baktı. Bu bakış gayet manidar idi. Eğer Osman Sabri Efendi’deki gizleme fikri mutasarrıfta da bulunsa idi, gazetecinin bu yolda verdiği vaatten hiç memnun olmayarak gazeteye tek şey yazmaması hakkında bir vaat almaya girişirdi. Ancak Mecdettin Paşa dedi ki:

      “Efendi hazretleri zabıtanın menfaatlerini bizden ziyade muhafaza ederler. Dolayısıyla bugün kendileriyle vuku bulan şu mülakattan hiçbir zarar beklemeyerek aksine fayda ve yardım bekleyebiliriz. Mektubun bir suretini de veririz.”

      Yazar efendi hemen kurşun kalemi ile mektubu başka bir kâğıda yazmaya başladı.

      Mektubun yazma işi bittikten sonra gazete yazarı dedi ki:

      “Cinayetin vuku anında hazır bulunmuş gibi olayın yapılış tarzını keşif gayretinde bulunmanıza ve elde bir hayli eşya ve delil olmasına nazaran, inşallah faillerinin yakın bir zamanda derdest edileceğine şüphe edemem. Bu konuda benim de yalnız iki düşüncem vardır.”

      “Onlar hangileridir?”

      “Birisi kızın kendi arkadaşları tarafından vurulması hakkındaki düşüncemdir ki bu mülahazam sizinkine muhaliftir. Böyle kibardan sayılabilecek ve Müslüman olduğuna parmağındaki kına rengiyle şüphe kalmayacak olan kızın hazır bulunduğu bir mehtap sefasında, yankesici

Скачать книгу