Esrar-ı Cinayat. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Esrar-ı Cinayat - Ахмет Мидхат страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Esrar-ı Cinayat - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

gelmiş oldukları hâlde bir baskı üzerine kaçtıklarını, bunca eşyayı orada terk etmiş olmaları ispat eder.”

      “İkinci düşünceme gelince: Bu gibi büyük ve meşhur cinayetlere dair okuduğum Avrupa kitaplarında görmüştüm ki caniler genellikle gerçekleştirdikleri cinayet üzerine, adliye zabıtasının icra edeceği tetkikat ve tahkikatı yanıltmak için birçok delilleri de kendileri oluştururlar. Sizin tahkikatınız hususunda ise bu noktayı nazarıdikkat ve ehemmiyete aldığınızı göremiyorum.”

      Osman Sabri Efendi’de belli belirsiz bir tebessüm daha görüldü ki bu tebessüm yine belli belirsiz bir küçümsemeye işaret edebilirdi. Mahir savcı dedi ki:

      “Katillerin böyle bir ihtiyatta bulunmaları için en evvel cinayet yerini kendi planlarıyla seçmiş olmaları gerekirdi. Hiçbir katil düşünülemez ki ettiği kabahatin kendi tarafından işlendiğini zannettirmek çaresini düşünsün. Fakat bu kaideyi Kanlıkaya katillerine de tatbik edebilmek için malum mekânı canilerin kendilerinin seçmiş olmaları gerekir. Hâlbuki düşmanları oraya kendi istek ve iradeleriyle giderek caniler de bir anda hücum etmişler ve cinayetlerini işledikten sonra başka hiçbir şeye bakmayarak kaçmışlar.”

      Malum cinayetin gerek garipliğine ve gerek müthiş olan işleniş tarzına dair biraz laf daha edildikten sonra, gazeteci artık vaktin ziyadece gecikmiş olduğundan ve yarınki gazete için yazacağı yazılar bulunduğundan bahisle Mecdettin Paşa’ya ve sonra Savcı Osman Sabri Efendi’ye veda etti, çıktı gitti.

      5

      Galatasaray önünden kiraladığı araba ile Karaköy Köprüsü’nün başına ve oradan da köprüyü geçerek Babıâli civarındaki gazetehanesine gelinceye kadar bu müthiş cinayet üzerine gazeteci efendinin zihninden geçenleri kaleme almak lazım gelseydi, adliyenin ıslahına dair pek mükemmel bir makale vücuda getirilmiş olurdu.

      Okuyucularımıza ihtar etmeliyiz ki Öreke Taşı cinayetinin meydana geldiği zamanlar, henüz şimdiki muhakeme usulü tarzında bir adalet sistemi yok idi. Adliye alanında yapılan düzenleme ve ıslahatlar padişah efendimizin lütufları sayesinde yapılmıştır ki bu devleti, bu memleketi yeniden ihya edercesine muvaffak oldukları bunca mühim ıslahatlar arasında, umumun selameti için en faydalı olanlarından birisi de adliye alanında yapılan ıslahatlardır.

      Şimdiki adliye usulünce savcıların, hâkimlerin, diğer her sınıf memurun ve adliye zabıtasının vazifeleri o kadar mükemmel olarak tayin olunmuştur ki böyle orta yerde davacısı bulunmayan en müthiş cinayetlerin de davacısı savcılar, hâkimler ve zabıtalar olmaktadır.

      Bundan evvel ise zabıta memurlarının tertip ve düzeni bu seviyede olmadığından, işte böyle Öreke Taşı cinayeti kadar mühim olan şeyler de sanki semavi bir kaza imişler gibi yalnız bir jurnal edilmekle iktifa edilir ve artık tahkikatın arkası da bırakılırdı.

      Osman Sabri Efendi’nin hakikaten mahir bir savcı olduğuna veyahut olabileceğine şüphe edilemez. Zira hangi sınıf ve meslekte olursa olsun memuru mahir eden asıl şey ancak merakından ibarettir. Eğer bir adam sanatının meraklısı olursa sonradan bütün emsal ve akranını geçeceği şüphesizdir.

      Ortada bulunan delillerden manalar çıkarmaya çalışması ve bir dereceye kadar makul manalar çıkarmış olması ve hatta şimdiki davranışına nazaran bu işin arkasını bırakmayarak tahkik ve tetkikatında devam edeceğinin de anlaşılması, Osman Sabri Efendi’nin merakına ve merakı hasebiyle işi güzel yaptığına delalet eder. Eğer bu kadar meraklı ve işin ehli olan bir memur, var olan imkânlar dâhilinde işini sağlam yapsa, dünyada daha iyisi düşünülemeyecek bir adliye memuru olacağına hiç şüphe kalmaz.

      İşte gazete yazarı araba içinde ve köprü üzerinde şu düşüncelerinden başlayarak, bizde mahkemelerin ıslahı için daha neler yapmak lazım geldiğini de düşünüyordu ki bu düşüncelerini kâğıt üzerine koysaydı hakikaten mükemmel bir adliye ıslahatı makalesi vücuda gelmiş olacağını tekrar ederiz.

      Hâlbuki gazeteci efendi Osman Sabri’nin merakını ve cinayet üzerine ne derecelere kadar gideceğini henüz tamamıyla bilmiyordu. Zira evvelce de görmüş olduğumuz gibi Osman Sabri, memuriyetine ait olan sırları hiçbir kimseye, özellikle bir gazeteciye açacak ve gazetelerin övgülerinden hoşlanacak memurlardan değildi. Eğer Mecdettin Paşa’nın bu konudaki kusurları olmasaydı, yazar efendi Galatasaray’a geldiği zaman Öreke Taşı cinayetine dair ne kadar malumatla gelmiş ise gittiği zaman da o kadar malumatla gitmiş olacaktı.

      Osman Sabri’nin itikadına göre bereket versin ki tahkikat ve mülahazatı ne derecelere kadar götürmüş olduğunu henüz Mecdettin Paşa da bilmiyordu. Eğer bilseydi işin o kısmını da gazete yazarına açacağı şüphesizdi.

      Yazar efendi gittikten sonra Osman Sabri Efendi, Mecdettin Paşa’ya dedi ki:

      “Gazete yazarı burada iken söylemek istemedim ama bendeniz, sayenizde Öreke Taşı cinayetinde tahkikatta bir iz daha açmaya muvaffak oldum.”

      “Aman ne gibi iz? Söyle canım Sabri söyle! Eğer şu işi ortaya çıkarabilip de bir şan kazanır isek, senin göğsüne güneş gibi bir nişan taktırmak benim boynumun borcu olsun.”

      “Kulunuz yalnız efendimizin şan ve şerefine hizmet etmiş olmak iftiharıyla iktifa ederim.”

      “Gerçi büyüklere şan kazandıracak olanlar küçük memurlardır. ‘Alet işler, el öğünür.’ derler. Ama biz de kendimize şeref kazandıran memurların mükâfatından geri kalmayız. Şu bulduğun yol nedir bakayım çabuk söyle!”

      “Katledilen kızın naşını kadın hastahanesine götürerek elbiselerini soyup çıkardığımız zaman, belki daha sonra tahkikat icrasınca lazım olur diye o bir Amerikan markasına ait giysiyi sararak buraya getirmiş ve diğer eşya ile beraber emanette hıfzettirmiştim. Dün akşam sofra takımları üzerinde markaya, filana benzer bir şey bulunup da onlardan da bunların sahibini keşfe bir yol bulunur mu diye bir merak sardığından eşyayı tekrar muayene ettim. Hiçbirisinde marka ve diğer işaretler göremedimse de çatal, kaşık ve bıçak takımına mahsus olan mahfazanın üzerinde bir yafta yapışık olduğunu görünce Fransızca yazılı olan bu yafta nazarıdikkatimi çekti. Üzerinde matbaa harfleri ile “Bazar Anglais” yazılmış ve onun altına da kalemle bir rakam ve bir iki harf eklenmişti.

      “Ee! Ee! Güzel dikkat!”

      “Anladım ki bu takımlar İngiliz mağazasından satılmıştır. Hemen eşyaları alıp Bazar Anglais’e gittim. Bunun oradan mı satıldığını ve kime satıldığını sordum.”

      “Güzel dirayet, aferin Sabri!”

      “Gerçekten oradan satılmış ise de bundan üç sene evvel satılarak o senenin defterleri Londra’ya gönderilmiş olduğundan kime satıldığının bilinemediğini ve yalnız kendilerince bir şifre demek olan rakamlara nazaran altı İngiliz lirasıyla sekiz şiline satıldığını söylediler.”

      “Eyvah! Fakat dur hatırıma bir şey geldi. Londra sefareti vasıtasıyla İngiliz mağazasının asıl merkezine kadar da müracaat edebiliriz.”

      “Bu da aklıma geldiyse de uzun iş. Diğer taraftan başka ve daha kestirme bir yol buldum.”

      “Ee?”

      “Öyle

Скачать книгу