Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt. Сюэцинь Цао

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt - Сюэцинь Цао страница 16

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt - Сюэцинь Цао

Скачать книгу

çalınıyor.” dedi Miaoyu. “Nereden geliyor acaba?”

      “Kuzen Lin odasında çalıyor herhâlde.” dedi Baoyu.

      “Sahi mi? Bu da bir başka yeteneği mi? Sözünü ettiğini hiç duymadım.”

      Baoyu, Daiyu’nün ona anlattıklarını tekrarladı.

      “Gidip seyredelim mi?” dedi.

      “Dinleyelim demek istiyorsun sanırım.” dedi Miaoyu. “İnsan qini dinler, seyretmez.”

      “İşte bu!” dedi Baoyu sırıtarak. “Ben sıradan bir fâni olduğumu söylemiştim.”

      Bambu Evi’nin yanındaki kayalığa geldiler. Oturup sessizce dinlediler, melodinin dokunaklılığı onları etkisine aldı. Sonra bir mırıltı eşlik etmeye başladı.

      Sonbahar şiddetleniyor, rüzgâr acı esiyor,

      Aşkım çok uzakta, ben yalnız başıma.

      Evime doğru bakıyorum, nerede?

      Gözyaşları içinde dururum balkonumda.

      Kısa bir aradan sonra şarkı tekrar başladı.

      Uzak tepeler, uzun nehirler geceye karışır.

      Parlak mehtap penceremi ışıtır.

      Uykusuz uzanırım samanyolunun altında.

      İpekler içinde titrerim, rüzgâr ve çiy üşütür.

      Yine kısa bir duraklama oldu.

      “Birinci dörtlükte ‘başıma’ ile kafiye yapılmış, ikincide ‘karışır’ ile. Acaba sonrakinde ne olacak?” dedi Miaoyu.

      Şarkı tekrar başladı.

      Kaderimizi seçemeyiz,

      Benimki dert dolu;

      Sen ve ben iyi dostuz,

      Eskilere saygı duyup teselli buluruz.

      “İşte bir kıta daha ama çok trajik!” dedi Miaoyu.

      “Müzik konusunda pek bir şey bilmiyorum ama çok hüzünlü geliyor kulağa.” dedi Baoyu.

      Bir sessizlik daha oldu ve Daiyu’nün qini akort ettiğini duydular.

      “Si bemol çok yüksek perdeden!” dedi Miaoyu. “Ölçeğe uymuyor.”

      Şarkı yine başladı.

      Bu dünyadaki yaşam toz zerresi,

      Karma, fânilerin kaderini belirliyor;

      Öyleyse üzülmek de nesi?

      Ay gibi bir saflık yüreğimin gayesi.

      Miaoyu dinlerken yüzünün rengi soldu.

      “Neden birdenbire yüksek tondan çaldı? Ses perdesi bronzu ve taşı bile parçalamaya yeter! Çok keskin!” dedi.

      “Çok keskin ne demek?” diye sordu Baoyu.

      “Bunu devam ettirebileceğinden şüpheliyim.”

      Onlar böyle konuşurlarken, ana telin koptuğunu duydular. Miaoyu ayağa kalkıp yürüdü.

      “Ne oldu?” diye sordu Baoyu.

      “Sonra öğrenirsin; şimdi bir şey söyleme.”

      Baoyu’yü büyük bir şaşkınlık içinde bırakıp gitti. Sonunda Baoyu de keyifsiz bir şekilde evinin yolunu tuttu. Hikâyemiz burada ondan ayrılıyor.

***

      Miaoyu, Yeşil Kafes Manastırı’na geri dönünce, yaşlı gönüllü rahibeleri kendisini beklerken buldu. O girince kapıları kapattılar; bir süre yanlarında oturdu, sutra okudu; yemekten sonra buhurdanlar yenilendi. Hepsi Bodhisattva mabedinin önünde eğildiler ve görevli kadınlar onu yalnız bırakıp gittiler. Kanepesi ve sırt dayanağı hazırlanmıştı. Perdeleri indirdi, kanepeye bağdaş kurup oturdu ve nefeslerini düzenleyerek gözlerini kapattı. Bütün sıkıcı düşüncelerden arındırdığı zihni, yüce gerçek diyarına doğru gitti. Gece yarısını geçene kadar meditasyon yaptı ve birden çatıdan gelen takırtıyla irkildi. Hırsız geldiğinden korkup kalktı ve ön taraftaki salona gitti. Dışarı bakınca gökyüzünde uzanan bulutları gördü, soluk bir pusun ardından ay ışıldıyordu. Hava ılımandı, bir süre parmaklıklara dayanıp orada durdu.

      Birden çatıda iki kedi feryat etmeye başladı. O öğleden sonra Baoyu’nün söyledikleri geldi aklına. Kalbinde çarpıntı hissetti, kulakları yanıyordu. Kendine gelmek için kararlı bir çaba göstererek meditasyon odasına geri döndü, kanepesine oturdu. Çabaları boşa çıktı. Onu etkileyen bir şeyler vardı. Sanki on bin at kalbinin üzerinde koşuşturuyordu. Kanepe sarsılıyor, bedeni oradan ayrılıyor gibiydi. Yakışıklı ve soylu erkekler etrafını çevrelediler, hepsi onunla evlenmek istiyordu. Çöpçatanlar onu gelin arabasına doğru çekiştiriyorlardı. Sonra sahne değişti. Şimdi kaçırılıyordu. Kılıçları ve sopaları olan bir zorba çetesi onu hırpalayarak tehdit ediyordu. Yardım için çığlık atmaya başladı.

      Bunun üzerine yaşlı rahibeler ve gönüllü rahibeler uyandılar ve neler olduğunu görmek için mumlarla salona daldılar. Miaoyu’yü kollarını açmış, yerde yatarken buldular, ağzından köpükler çıkıyordu. Belli ki komadan uyanmıştı, gözlerini sabitlemiş, yanakları alev alev bir hâlde bağırıyordu.

      “Koruyucum Buda! Bana dokunmayın, haydutlar!”

      Dehşete düşen kadınlar sadece bağırabildiler.

      “Uyan! Uyan! Biz buradayız!”

      “Eve gitmek istiyorum!” dedi Miaoyu. “Kim benim dostum olup eve götürecek?”

      “Burası senin evin zaten!”

      Diğerleri onunla konuşurlarken, rahibelerden birini dua etsin diye Merhamet Tanrıçası’nın mabedine gönderdiler. Sunakta tutulan bambu fiş kutusunu salladı ve kehanet kitabındaki ilgili paragrafı açıp, güneybatı köşesindeki Yin ruhunun kızdırıldığını okudu.

      “Tabii ya!” diye bağırdı birisi, rahibe geri dönüp anlatınca. “Bahçe’nin güneybatısında oturan kimse yok, orada kötü ruhlar olmalı!”

      Bazıları çorba hazırlamakla meşgul olurlarken, diğerleri su getirdiler. Güneyden Miaoyu ile beraber gelen, dolayısıyla da ona diğerlerinden daha yakın ve düşkün olan rahibelerden biri kanepede yanına oturdu ve kolunu beline doladı. Miaoyu başını çevirdi.

      “Kim o?”

      “Benim.”

      Kız bir süre ona merakla baktı.

      “Gerçekten sensin!” diye bağırdı ve kollarına atılıp hıçkırarak ağlamaya başladı. “Ah anne, kurtar beni, yoksa öleceğim!”

      Rahibe ona seslenip kendisine getirmeye çalıştı ve yavaşça masaj yapmaya başladı. Yaşlı kadınlar çay getirdiler ve şafak sökene kadar beraber oturup beklediler; nihayet Miaoyu uykuya daldı.

Скачать книгу