Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 41

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa

Скачать книгу

idiler.

      İmam-ı Eş’ari, Ebu Musa El-Eş’ari (r.a.) Hazretleri’nin torunlarından olup iki yüz altmışıncı yılda Bağdat’ta doğmuştu. Uzun müddet mezheb-i Mutezile üzere ilm-i kelam ile meşgul olup sonra gerek Mutezile’ye gerek Müşebbihe’ye muhalefet ederek mezheb-i ehlisünnet ve’l-cemaati meydana koydu. Mutezile imamlarından, Cübbâî ile münazara ederek onu susturduktan sonra mezhebini ilan etti. Mezheb-i Cebriyye ile Mutezile’nin ortası olarak dünyanın her tarafına şayi oldu. Hanbelîlerin çok mutaassıpları ise cehil ve taassuplarından dolayı onu tekfir edip, mezhebini takip edenlerin kanlarını helal sayarlardı.

      Bilindiği gibi, mezheb-i ehlisünnet iki görüş arası bir orta yol, yani cebr ile itizal arasında bir doğru yoldur. Bu hak mezhebi meydana çıkaran iki büyük imamdır. Biri zikri geçen İmam Ebu’l Hasan El-Eş’ari, diğeri İmamu’l-Hüdâ Ebu Mansur Mâtürîdî’dir. Bunlar esasen aynı fikirde oldukları hâlde tavassut ve itidalin açıklanması ve tefsir açısından ikisi arasında cüzi ihtilaf vardır. İmam Mâtürîdî’nin mezhebi rey ve akla daha uygun olduğundan, Hanefilerin çoğu onun mezhebini kabul etmişlerdir. İmam Eş’ari’den üç sene sonra, yani üç yüz otuz üç senesinde İmam Mâtürîdî de vefat etti. İkisinin de şöhretleri her yanı tutmuş olduğundan tafsile hacet yoktur. Rahimehumullahu taala rahmeten vasi’ah.

      Müstekfî Billah’ın Halifeliği

      Sindiye’de Müstekfî Billah’a biat olunduktan sonra hükûmet merkezine dâhil olup, üç yüz otuz üç senesi safer ayının sonlarında, Torun’a hilat ve taç giydirdi. Ebu’l-Ferec İbni Muhammed’i kendisine vezir atadı. Fakat Ebu’l-Ferec’de vezirliğin yalnız ismi olup işlerin hepsi Torun’un veziri olan İbni Şirzat’ın elindeydi. Müttekî’nin Bağdat’a gelmesi üzerine İhşid de Mısır’a döndüğünde, Seyfu’d-Devle İbni Hâmdân Halep ve Humus beldelerini ele geçirmişti. Sonrasında Rumlar sınırı aşarak, Halep civarına kadar vardılarsa da Seyfu’d-Devle karşı çıkıp onları bozguna uğratmıştır.

      Üç yüz otuz dört yılında Torun vefat edince veziri İbni Şirzat’a Müstekfî tarafından başkomutanlık verilmiştir. Ehvaz’da bulunan Mu’izzü’d-Devle İbni Büveyh ise Torun’un vefatını haber aldığı gibi Bağdat üzerine yürüdü. Bağdat’a yaklaştığında, İbni Şirzat saklandı ve Türk askerleri Musul tarafına kaçtılar. Mu’izzü’d-Devle, cemaziyelevvel ayında Bağdat’a girdi. Müstekfî ile konuşup ona biat etti ve o da kendisine hilat giydirdi. Madenî paralar üzerine Beni Büveyh ismi yazılması için emir verdi. Mu’izzü’d-Devle, Müstekfî’ye günde beş bin dirhem tahsis etti. Müstekfî’nin kendi aleyhinde çalıştığını işitince cemaziyelahirin yirmi ikisinde Müstekfî’yi haysiyet kırıcı bir şekilde halifelikten indirip hapsetti. O sırada saray yağma edilip ziynet eşyası olarak bir şey bırakılmadı. Müstekfî’nin hilafet müddeti bir sene, dört aydan ibarettir.

      El-Mutî Lillah’ın Tahta Geçmesi

      Müstekfî’nin tahttan indirildiği gün, Muktedir’in oğlu Mutî Lillah’a biat olundu. Fakat Müstekfî’nin hiç olmazsa resmen bir veziri vardı, Mutî’de o da yoktu. Yalnız bazı ihtiyaçlarına karşılık olmak üzere Mu’izzü’d-Devle tarafından tahsis olunan arazi işlerini görmek ve dairesinin gelir gider defterini tutmak için bir kâtibi vardı. Ve artık halifenin şan ve itibarı kalmayıp herhangi bir hususta kendisine müracaat edilmez oldu.

      Çünkü Deylemliler, yukarıda açıklandığı üzere Utruş adlı imam-ı Alevi elinde Müslüman oldukları şekilde Şii mezhebinden idiler. Abbasiler, hilafeti asıl sahiplerinden zorla aldılar diye itikat ettiklerinden, halifeye hürmet etmek için kendilerince dinî bir sebep yok idi. Hatta hilafeti Abbasilerden alıp da Mağrip’teki halife-i Ubeydiyye’ye vermek yahut Alevilerden diğer birine biat etmek üzere Mu’izzü’d- Devle, erkânıyla yaptığı istişarede çoğunluk tasvip etmişken, yakın adamlarından bazıları, “Bu doğru bir düşünce değildir. Sen şimdi bir halife ile bulunuyorsun ki onun hilafete layık olmadığını düşünüyorsun. Askerlerin de bu düşüncede, bugün onu öldürünüz dersen kanını helal sayarak öldürürler. Ama Alevilerden birine biat edersen, sen de askerin de onun hilafetinin sıhhatine inanacağından, o eğer askere senin katlini emrederse seni katlederler.” deyince Mu’izzüd-Devle’nin o düşünceden vazgeçtiği rivayet edilir. Mamafih doğuda Maveraünnehir, batıda Suriye ve Mısır ahalisi çoğunlukla Sünni olduğundan, Büveyh soyunun elinde bir Abbasi halifesinin bulunması siyasi fikirlerine göre durum ve zamana uygun idi.

      Kısacası Mu’izzü’d-Devle, Irak’ı zapt ettikten sonra mülk ve saltanat, Âl-i Büveyh sultanlarının ve sonra Selçuklu sultanlarının olup hilafet manevi bir itibardan ibaret kaldı. Vakıa hutbe ve sikke yine halifeler adına olup, tahta oturarak, elçileri de huzurlarına kabul ederlerdi. Fakat bu teşrifat merasiminin yapılması da ismi geçen sultanların emriyle olurdu. Hilafete lazım olan mülk ve saltanatın manası ise kuvvet ve kudret kullanmak, büyüklük ve ululuk göstermek olduğundan, ondan sonra gelen Abbasi halifelerinde hilafet lafzen mevcut ve manen alınmış ve yok olmuş idi. Böylece bundan sonraki Abbasi halifelerinin tarihinin anlatılması, onlara hükmeden Âl-i Büveyh ve Selçuklu sultanlarının tarihlerinin içindedir. Cenabıhak, işleri irade ve hikmetiyle tedbir eder, ondan başka ilah yoktur.

      Mutî’nin Geri Kalan Günleri

      Mu’izzü’d-Devle İbni Büveyh, önce geçtiği gibi Irak’ı istila ettiğinde, asker âdet olduğu üzere, tayin ve maaşlarını istediklerinden, yolsuz vergilerin icadına ve halkın mallarını haksız olarak almaya mecbur oldu. Devlete ait köyleri malikâne olmak üzere akrabasına ve komutanlarına tahsis etmekle devlet memurları o köylerden el çekti ve divanlar boş kaldı. Öyle nüfuzlu adamların himayeleri altına geçen köylerin bayındırlığı arttıysa da halkın ve küçük memurların ellerinde kalan köylerin halkı, devamlı malları ellerinden alınıp zulme uğradıklarından, setler ve köprülerin inşası ve suların yoluyla taksimi gibi bayındırlık işlerine bakılmadığından, bu gibi köyler harap olmuş ve bu nedenle devlet geliri eksilmiş ve nihayet Mu’izzü’d-Devle ordularını idare etmekten âciz kalmıştır. Akraba ve taallükatı fazlasıyla şımarttıktan sonra onların büyüyen burunlarını kırmak için birçok Türk kölesi almış, onlara bol miktarda araziler vermiş, bu ise kendisiyle kavminin arasında nefretin meydana gelmesine sebep olmuştur.

      Mu’izzü’d-Devle ile Nasıru’d-Devle’nin Savaşları ve Barışmaları

      Üç yüz otuz dört yılında Musul emiri olan Nasıru’d-Devle İbni Hâmdân, büyük bir orduyla Bağdat üzerine yürüyüp Bağdat’ın doğu taraflarını istila etti. Mu’izzü’d-Devle ile aralarında şiddetli savaşlar meydana geldi. Mu’izzü’d-Devle kaçmaya karar vermiş iken Deylemîler, bazı harp hileleri ile doğu tarafını zapt edince, Nasıru’d-Devle, Ukberâ’ya çekildi. Mu’izzü’d-Devle ile haberleşerek, üç yüz otuz beş senesi muharreminde barış yaparak Musul’a döndü. Fakat maiyetindeki Türk askerleri, bu barıştan hoşnut olmayıp Musul üzerine yürüdüklerinde Nasıru’d-Devle, Nusaybin tarafına savuşmuştu. Türkler de arkasına düştü. Sancar’a kaçtı, onlar da oraya hücum edince, Nasıru’d-Devle çaresiz kaldı ve hemen Mu’izzüd-Devle’den yardım istedi. O da yeteri kadar asker ile vezirini gönderince Nasıru’d-Devle o tehlikeden kurtuldu ve Musul’da kaldı. Fakat Mu’izzü’d-Devle’ye yılda belli bir vergi vermeye mecbur oldu.

      Rüknü’d-Devle’nin Rey ile Dağ Beldelerini ve Sonra Taberistan ile Cürcan’ı

Скачать книгу