Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 43

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa

Скачать книгу

vefatına kadar kırk sene Batîha’da ve havalisinde böyle başıboş, zorbalıkla hüküm sürmüştür.

      Çeşitli Olaylar

      Üç yüz otuz dokuz yılında İslam âlemi için mühim bir olay meydana gelmiştir. Şöyle ki yirmi iki sene evvel Karâmita güruhu, Hacer-i Esved’i Kâbe-i Mükerreme’den sökerek, hükûmet merkezleri olan Hecr beldesine götürmüşlerdi. Bu yıl onu Kûfe’ye getirdiler. Kûfe Mescidi’ne koyarak halka ziyaret ettirdiler ve sonra Mekke-i Mükerreme’ye götürdüler. Hemen esas makamına konuldu ve çevresine bir gümüş çember geçirildi.

      Üç yüz kırk üç yılında Mu’izzü’d-Devle’nin adamlarıyla Mısırlılar Mekke-i Mükerreme’de muharebe etmiş, Mu’izzü’d-Devle tarafı galip gelmiştir. Mekke’de önce Rüknü’d-Devle, Mu’izzü’d-Devle, oğlu ve veliahdı olan Bahtiyar adlarına ve daha sonra Mısır hükümdarı olan İbni Togaç adına hutbe okunmuştur.

      Üç yüz kırk dokuz yılında Türklerden iki yüz bin kadar çadır İslam ile müşerref oldu. Hârgâh, deriden yapılmış çadır ve oba demek olduğundan bir hârgâh bir hane halkı demektir. Bu kadar halkın bir defada İslam dinine girmeleri, İslam âleminde önemli olaylardandır. Fakat bunlar, bedevi ve vahşi topluluklar olduklarından, zorla ve yağma ederek mal alma gibi Müslüman’a yakışmayan hareketlerden de geri durmazlardı.

      Üç yüz elli yılında Ebu’l-Abbas İbni Ebi’ş-Şevârib yıllık iki yüz bin dirhem vermek üzere başkadı tayin olundu. Para ile olaylar hakkında hüküm (kadılık) verme daha önce görülmemiş olup, bu çirkinlik ilk defa meydana geldiğinden, Halife Muti Lillah, huzuruna Ebu’l Abbas’ı kabul etmedi ve meclisine dâhil olmamasını emretti. Mu’izzü’d-Devle ise sonra belediye başkanlığını ve zaptiye bakanlığını da o şekilde belli bir ücrete bağlamıştır.

      Üç yüz elli bir yılında Şia güruhu, Mu’izzü’d-Devle’nin emriyle Bağdat mescitlerinin kapıları üzerine, “Muaviye İbni Ebu Süfyan’a, Fatıma’dan Fedek’i zorla alana, Hasan’ın, dedesi Aleyhisselam’ın kabrinde defnolunmasına mâni olana, Ebu Zerr’i sürgüne gönderene ve Abbas’ı şûradan çıkarana Allah Teâlâ lanet eylesin!” diye yazdılar. Halife mağlup ve mahkûm olduğundan bir şey yapmaya muktedir değildi. Fakat ehlisünnetten bazıları geceleyin bu yazıları sildiklerinden, Mu’izzü’d-Devle yeniden yazdırmak isteyince veziri Mühellebi, silinen yazıların yerine “Allah, peygamber soyuna zulmedenlere lanet eylesin!” diye yazılıp, lanette Muaviye’den başkasının belirtilmemesini nasihat edince öyle yapıldı. Arkasından Basra’da ve Hamedan’da, halk arasında mezhep kavgasıyla fitne ortaya çıkarak pek çok adam ölmüştür.

      Mağrip’in Durumu

      Zenâte Kabilesi’nden Ebu Yezid Harici ki ehlisünneti tekfir edip, mal ve canlarını mübah sayan Nekkâriyye mezhebindendi. Batıl olan mezhebine o yörenin halkını davet ederek başına pek çok serseri toplamıştı. Üç yüz otuz üç yılında bazı beldeleri zapt etti. Kâim İbni Mehdi-i Ubeydî tarafından üzerine gönderilen askere galip gelerek Tunus’u istila ettikten sonra gelip Mehdiyye’de Kâim’i kuşatmış ve otuz dört yılında ondan vazgeçerek Kayrevan’a gitmişti. O esnada Kâim ölünce oğlu İsmail Mansur yerine geçti. Hazırladığı mükemmel bir ordu ile bizzat Kayrevan’a gidip, üç yüz otuz beş senesine kadar Ebu Yezid ile savaştı. Sonunda Ebu Yezid bozguna uğrayarak kaçınca Mansur onu takip ederek üç yüz otuz altı yılında Ebu Yezid Harici, yaralı olarak esir alındı ve öldü.

      Mansur ise çalışkan ve çok gayretli bir adam olduğundan Ebu Yezid Harici sorununu bertaraf ettikten sonra deniz ve kara kuvvetlerini mükemmelleştirmek için gayret etmiştir. Sicilya Adası’nda Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında savaş devam etmekte olup Hristiyanlar, Konstantiniye kayserinden yardım istediler. Kayser tarafından çok sayıda asker gönderildiği gibi Mansur da Afrika’dan Sicilya’ya mükemmel bir ordu gönderdiğinden üç yüz kırk yılında yapılan muharebede Rumlar bozguna uğrayarak İslam askeri muzaffer olmuştur.

      Üç yüz kırk bir yılında Mansur vefat edip yerine oğlu El-Mu’izz Lidinillah hilafet tahtına geçmiştir. Aşiretlerin başlarına buyruk olanlarını davet edip gönüllerini alarak, Berberi kavmini taltif ederek hayli kuvvet kazanmıştır. Deniz ve kara kuvvetlerini geliştirerek gazalar yapmakta, Endülüs Emiri Abdurrahman-ı Emevi ile yarış etmekteydi. Fakat mezhepçe aralarında nefret ve ayrılık olduğundan, biri diğerinin aleyhinde bulunuyordu. Üç yüz kırk dört senesinde aralarında birçok deniz savaşı meydana gelmiştir.

      Üç yüz kırk beş yılında da Mansur’un bir büyük donanması ile Sicilya emiri Rum diyarına gaza etmiştir.

      Sicilmase Emiri Muhammed İbni Vâsûl bir zamandan beri Şakir Lillah ve emirü’l-müminin unvanını alıp kendi adına para bastırmakta olduğundan, Mansur üç yüz kırk yedi senesinde Rum kölelerinden Cevher’i başkomutan atayarak bir büyük ordu ile Garb-ı Aksa’ya göndermişti. Cevher, bütün savaşlarda muzaffer olarak İbni Vâsûl’u tutmuş ve Atlas Okyanusu sahiline kadar gitmiştir. Kısacası Afrika’da Ubeydiyye Devleti önemli bir güç ve kuvvet kazanmıştır.

      İleri Gelenlerin Vefatı

      Üç yüz otuz beş yılında âlim ve Arap bilginlerinden, meşhur eserler yazmış Ebu Bekiri’s-Savlî vefat etti. Üç yüz otuz dokuz yılında da nahiv ilminin ünlü bilginlerinden Zeccâc’ın ömür şişesi kırıldı, vefat etti. Rahmetullahi aleyhimâ.

      Yine bu yıl İslam filozoflarının en büyüğü olan Ebu Nasır Farabi, hayat defterini dürdü. Farab köyünde doğmuş bir Türk idi. Türkçeden başka bazı dilleri bildiği hâlde Bağdat’a gelip güzel Arapça tahsil ettikten sonra felsefe ilimleri ile meşgul oldu. Mantık ilminde mahir olan meşhur Hakim Ebu Bişr Meta İbni Yunus’un dersine devam etti. Sonra Harran’a gidip Muktedir’in hilafet günlerinde vefat eden Yuhanna İbni Haylân adlı Hristiyan filozoftan ders aldı. Sonra Bağdat’a gelip felsefe ilimlerini tamamladı, Aristo’nun kitaplarını açıkladı ve yazdı. Musiki ilminde maharet kazandı. Eserlerinin çoğunu Bağdat’ta tamamladı. Sonra Şam’a gitti, oradan Mısır’a geçti ve dönüp Şam’a geldi. Türk elbisesi giyip kıyafetini asla değiştirmedi. Bir gün Seyfu’d-Devle meclisinde Şam’ın faziletlileri toplanmış olduğu hâlde yapılan sohbet ve konuşmalarda onun sözü üstün ve diğerlerinin sözleri alt olunca ondan sonra herkes susmayı tercih ederek onun sözlerini yazmaya başladılar. Farabi ise Şam’da kalmayı ve yalnızlığa çekilmeyi tercih ederek daima bahçelerde ve akarsu kenarlarında oturur ve dünya işlerinden uzak dururdu. Seyfu’d-Devle tarafından tahsis olunan günlük dört dirhem ile yetinirdi. Seksen yaşında iken üç yüz otuz dokuz senesinde dâr-ı bekaya göçtü. Gufire lehû.

      Mantık ilminin mucidi olan Aristo’ya “Muallim-i Evvel” denildiği gibi bu ilmi Arap dilinde en güzel açıklayan Farabi’ye de “Muallim-i Sânî” denilmişti. Sonra felsefi ilimleri bir mertebe daha araştırıp zenginleştiren İbni Sina’ya da “Muallim-i Sâlis” denilmiştir.

      Üç yüz kırk yılında Hanefi mezhebinin fakihlerinden meşhur Ebu’l-Hasan El-Kerhî vefat etti. Fazlasıyla abit bir zat olup ancak amelde Hanefi mezhebinde olduğu hâlde itikatta Mutezile mezhebinde idi.

      Mütenebbî diye bilinen meşhur Şair Ahmed İbni’l-Hüseyin ki bir aralık Semâve Çölü’nde peygamberlik davasına kalkarak başına Beni Kelb’den pek çok kişiyi toplamış olduğundan, Mısır ve Şam Emiri İhşid’in

Скачать книгу