İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği. Celal Nuri İleri

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği - Celal Nuri İleri страница 13

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği - Celal Nuri İleri

Скачать книгу

farkı yoktur. Bu cumhuriyette despotluk, keyfi idare sistemi, kendi kafasına göre hüküm süremez.

      Tefrika (ayrılma) zamanlarından beri meydana gelen ve dağılmalara sebep olan İslam hükûmetleri, üstünlüklerini korumak için, İslamiyet’in hür yöntemlerini bir tarafa bıraktıklarından, İslamiyet’in dinî işlerden ayrı olan heyetleri yok olmaya yüz tutmuştur. Zorba hükümdarlar zalim yöneticiler, eleştirici askerler, zorbalığın uygulanması için halkı işe karıştırmaz, onları serbest bırakmazlar. Hülasa, İslamiyet’in hükûmete dair olan hükümlerini uygulatmak istemezlerdi. Bunun sonucu olarak bir devletin maliye alanındaki refahı, geleceğine kefil olan İslami siyasal hükümleri unutuldu ve bu şekilde teşkilatlanmış devletler tükendi. Halk ise esarete mahkûm olduğundan İslam dünyasında gerileme emareleri göründü. Düşünsel hayat kalmadı. Amaçları uğruna içtihat kapıları kapattırıldı ve bugünkü duruma gelindi.

      İslamiyet hükûmetinin temelleri, Mehmed Han’ın tahta çıkmasından sonra şeyhlik makamını elde eden Pirizade Sahib Bey merhumun resmî imzasıyla yayımlanan bir belgede yer almaktadır.

      İslam bakış açısından, Genel hukuk (hukuk-ı amme) -droit public- bu önemli raporda tamamen açık bir şekilde anlatılmıştır. Pirizade’nin resmî ifadesinden de anlaşılacağı üzere İslamiyet, mutlakiyet idaresinin, teokrasi denilen ruhani saltanatın ya da ruhaniyet merkezinin sığınacağı son bir yer değildir. Düşmanların dedikleri gibi hükûmet, din fanatikliği gösteren bir kuruluşu meydana getirmez. “Tibet”teki “Lamaizm” gibi bu din, maneviyat ve maddiyatı birbirine karıştırmamıştır.

      Maalesef, İslamiyet’i az inceleyen birtakım Avrupalı, Muhammedî din kuralları ve İslam hükûmet biçiminin temellerini insanlığın maddesel ve fikri evrimine engel olarak kabul ediyorlar. Din kuralları konusunda son derece uzlaşıyı gösteren resmî belgeler ve yeniliklere dayanarak iddia ederiz ki gelişime engel oluşturan İslamiyet değildir, İslamiyet’in unutulmuş olarak kalmasıdır. Gelişime engel olan İslamiyet değil, belki İslamiyet’i örten perdenin dahi açılmasının önünde engel olanlar, despot sultanlar ve zalim yöneticilerdir.

      İslam’ın tarihi iyice incelenecek olursa İslamiyet’in başına gelen felaketin sebepleri arasında hep onun siyasal esaslarının uygulanmadığı görülecektir. Bundan dolayı meseleyi açarak ve ayrıştırarak açıklayalım: kabahat İslamiyet’te değil, İslamiyet’in ileri gelenlerindedir.

      Şu siyasal temelleri birkaç cümle ile toparlamalıyız: Yeni meşruti hükûmette olduğu gibi aynı belgeye dayanarak sözleri idare ediyoruz. İslami hükûmette de genel kuvvetler üçtür: Halife, vezirleri ve rütbeli askerleri “kurtarma” ve “yerine getirme”ye memur eder: Yürütme gücü. Kadı ve kadı vekilleri (hâkim) adaletin uygulanmasına vekillik eder ki buna hüküm ve kadının hükmü deniyor: Adliye gücü. Fakihler ve bilim insanları “fetva”ya memurdurlar, bunların vazifesine kanun yapma ya da denetleme adı verilir; Denetleme ve kanun yapma gücü. Hazreti Muhammed’in şeriata dair olan emirlerine dayanarak kanun yapmak ancak emirlerin ilkinin onayıyla imal edilmiş kanunlar şekline girer. Bu yöntem, meşruti hükûmet biçiminde tamamen vardır.

      Fransa ve İngiltere, bu yöntemleri seçerek kabul edebilmek için birçok kanlı ihtilaller, devrimler geçirmeye mecbur olmuşlardır. Hâlbuki İslamiyet’in kitap hâline getirilmesiyle beraber bu yöntemler derhâl temel alınmıştır.

      Vaktiyle, Bianchi’nin18 itirafı üzere, genel meclis, sadece devletin merkezi olarak kabul edilen bir şehrin ileri gelenlerinden oluşmaktaydı. Hâlbuki İslamiyet, siyasal özellikler içerisinde her Müslümanın hukukunu eşit kabul etmiştir.

      İslamiyet, muazzam bir cumhuriyet teşkil eder. Üç kuvvet sayesinde ayağa kalkan cumhuriyetin lideri ve dinî önderi olarak bir halife bulunur.

      Halife, Peygamber’e halef olan kişi olup, dünyaya ait işlerde onun makamında oturur ve onun kanun yapma gücünün gerektirdiği fetva yetkisine uygun, her sözüne, ayete gösterildiği gibi itaat edilendir. Bu halife ya da imam -ki Müslümanların reisi demektir- Fransa hükûmet reisi gibi sorumluluk dışı değildir. Birleşik Amerika hükûmeti reisi gibi sorumludur. Kutsal bir saflık söz konusu değildir. Mithat Paşa, Kanun-i Esasi’yi kitap hâline getirdiği zaman içinde bulunduğu meşguliyet sonucu olarak bu kutsallık sıfatını Fransızcadan tercüme ve aynen olduğu gibi bırakma hatasında bulunmuştur. Halife, despot değildir. Tek başına hükûmet işlerini idare edemez. Yüce Hakk’ın maddeselliği yoktur. Bianchi Hukuk-ı Amme-i Umumiyesi’nde “Hükümdar, hükûmetin yüceliğini ve heybetini şahsa ait bir sıfatla tanımladığından, heybetli bir yapıya sahiptir. Hüküm ve itibarından düşmüş bile olsa bu hakka sahiptir.” diyor. İslamiyet bu maddi tantana ve debdebelerin üzerinde bir yere sahip olduğundan bu hakkı tanımıyor. Eski dönem halifelerinin diğer Müslümanlardan farkı yoktu. Halifelik makamının sorumlu olduğu hukuk işleri ve cezaya dair maddesi şer’i din kuralları kitabında bulunmaktadır. Dinî önderlik bir seçim sonucunda ve biat olmak üzere bir zata yetki verilmesidir.

      (Halifenin seçimine, ona edilecek biata ve ilk halifenin soy biçimine dair olan açıklamalar Fransızca Hukuk-ı Amme ve İslam isimli risalemizde ve Mâverdi’nin el-ahkamü’s-sultaniyyesinde19 ayrıntılı açıklamalarla belirtildiği için burada tekrardan kaçınıldı.)

      Halife seçimi, Müslümanlar için bir vazifedir. Bu, tam manasıyla Avrupa’da “zorunlu seçim” denilen yöntemden başka bir şey değildir. Sahip Kadı’nın vesikasında yazılmış olduğu üzere Kur’an istisnasız olarak Müslüman halkının hepsine hitap ettiğinden, herkes siyasal görevlerini yerine getirmekle mükelleftir. Eski Yunanistan’da ve Roma’da olduğu gibi özellikli meşguliyet ne olursa olsun her “citoyen” hükûmet işlerini görmek vazifesine sahiptir. Müslümanlıkta da herkes, herkesçe bilinen emir gereği ve münkirden nehy (kabir meleklerinden biri) ile memurdur. Avrupa’da her gün bir adım daha yaklaşan ‘suffrage universel’20 seçimlerde geneli kapsayıcı yöntemden başka bir şey olmasa gerek. İslamiyet’te halkın, derece ya da sınıflandırılması söz konusu değildir. Eşitlik, kesinlik derecesinde uygulanır. Herkes, şeriatı korumak ve muhafaza etmekle görevlidir. Bundan dolayı bütün dünya tarafından onaylanmadığı sürece, bir kişi halife olamaz. Ahali tam bir hürriyet ile her türlü nüfuz etkisinden uzak bulunmak şartıyla seçimini yapar. Seçilen zat, kanunlar ve din kurallarına uygun işlerde bulunmaya ve yalnız kendi bildiği şekilde iş görmemeye mecburdur. Şeyhülislam’ın ifadesi gereğince iman sahibi halk da hükûmetinin icraatını takip etme ve denetlemekten sorumludur.

      Nebi’nin hadisleri gereğince her Müslüman, millî saltanata ortak olduğundan hükûmetin icraatını despotça, gayrimeşru, din kurallarına aykırı ya da genel huzuru engellemeye yönelik şekilde görürse muhalefet etmek vazifesine sahiptir.

      Sahib Bey merhum, vesikasında hulefâ-i raşidin (ilk dört halife) seçimlerindeki şekilden ve bunların yasallığından açık ve net bir açıklamadan sonra bununla birlikte İslam’ın musibetlere mahkûm olmasını bu yöntemlerden, doğru yoldan çıktığını ve çeşitli şekillerde bıkkınlık ile temsiliyetlerinin arttığına atıf ediyor ki yerden göğe kadar hakkı olduğu bilinmektedir. Merhum yazarın, bu söylenilenler hakkında “afakiye”den “objectif”e çıkıp söylenilenleri “enfise” “subjectif”te bulunuyor ve Sultan Muhammed Han-ı Hamis Hazretlerinin imamlığı açısından din kurallarına uygunluğunu gün yüzüne çıkarıyor.

      Bundan

Скачать книгу


<p>18</p>

Thomas- Xavier Bianchi (1783-1864), sözlük çalışmalarıyla tanınan ünlü Fransız Doğu bilimcisi. (ç.n.)

<p>19</p>

Ebu Hasan Habib el-Mâverdi, Ahkam-ı Sultaniyye (ç.n.)

<p>20</p>

Suffrege universel: Genel ve eşit oy hakkı, evrensel oy hakkı: yetişkinliğe ulaşmış her bir vatandaşın oy kullanma hakkının devlet tarafından tanınması ve teminatı. (ç.n.)