İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği. Celal Nuri İleri

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği - Celal Nuri İleri страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği - Celal Nuri İleri

Скачать книгу

elinde şişhane, diğerinin de mavzer bulunacak olursa galibiyet nasibinin hangi taraf olacağını tahmin etmek güç olmaz. Onun gibi hayat mücadelesinde taraflardan biri en mükemmel teknoloji ile diğeri eski zaman yöntem ve aletleri ile, antik dönemden aktarılanlarla donatılmış olursa aynı sonuç ortaya çıkacaktır.

      Japonya, Avrupa kendi memleketine giriş yapmadan önce bu inceliklere dikkat etmesi gerektiğini anladı. Derhâl Avrupa’nın sanayi medeniyetini almak ve dolayısıyla anlamakta kusur etmedi. Bunun içindir ki Uzak Doğu dünyasının içinde bulunduğu konum hakkında geliştirilen hükümleri sağlamlaştırdı.

      Maateessüf Müslümanların zimamdaranı6 bu hakikati anlayamadılar. Hakiki medeniyet ile sanayi medeniyetini bir zannettiler ve sonuçta da hayatta kalma savaşında galip taraf Avrupa oldu. Hristiyan milletler yavaş yavaş İslam memleketlerine girişimlerde bulundular. İşte Avrupa teknolojisinin İslamiyet tarafında kabul görmemesinin nedeni budur, dolayısıyla Müslümanlar gerileyerek alt tabakaya düşmüştür.

      Osmanlı Hükûmeti, sanayi medeniyetini Batı’dan alma tecrübesi konusunda tam bir cesarete sahip değildi. Daha doğrusu durumun önem derecesini takdir edemedi. Üçüncü Selim, İkinci Mahmud, Abdülmecid, Mustafa Reşid Paşa ve yönetimde bulundukları çağın ileri gelen seçkinleri, maalesef, genel anlamda bu işi kavrama konusunda sığ kaldılar.

      İran bu tecrübeyi asla hatırına getirmedi.

      Afganistan böyle bir medeniyetin alınması ve işlerlik kazanması konusunu bugün düşünüyor ve zannederim ki muvaffak da oluyor. Endülüs, Kuzey Afrika, Mısır, maatteessüf bunları düşünemeden battılar.

      Arap hükûmeti ise Avrupa’da sanayi medeniyeti gerçekleşmeden daha evvel çeşitli sebep ve yöntem ile tuttukları yolların tarihsel sonucu olarak kuvvetten düşmüş bir durumdaydı.

      Osmanlılar yeterli derecede metanet ve cesaret ile sanayi medeniyetini almak konusunda kusurlar barındırıyor. Çeşitli grupların geliştirmiş olduğu programlar ise bu konuda herhangi bir gelişmeye işaret etmiyor. Vazgeçmek durumu hakkında dahi olsa bu ve buna benzer meseleler de henüz değerlendirme aşamasına geçilememiştir.

      Diğer içerikteki medeniyet, hakiki medeniyete gelelim.

      Bundan maksadımız insaniyetin ahlak açısından saflaştırılması, huyların soy temizliği kazanması, fikirsel düşüncelerin yukarı mertebelere erişmesidir. Maalesef bu itibar ile Avrupa’nın pek de medeni olduğunu söyleyemeyiz. Avrupa’da bugün, hak ve adalet, özel hukuk dünyasında rağbet görmüşse de genel hukuk hususunda böyle değildir. Genel hukuk, “droit public/yargı yenilmeyecek” kavramı üzerine dayanmaktadır. Savaş, yağma, yıkıntılar her yerden çok şimdiki Avrupa’da rağbet görmektedir. Avrupa, teknolojiyi kullanarak son derece sertlik, kabalık ve şiddet ile kendisinden aşağı olan milletleri esir ediyor, onları sefalet içinde, hukuktan mahrum, kabiliyet ve yeteneklerinin ortaya çıkartılmasını engeller bir hâlde bırakıyor. Şu anki sanayi medeniyetinin yaygınlaşmasına engel olan Avrupa medeniyetidir. Batı, fen bilimlerindeki sırları hırsla, çekemezlikle, kıskançlıkla saklıyor. İnsanlığın önemli bir kısmını kölelik altında bulunduruyor, âdeta meta, hayvan muamelesi ediyor. Kendi aralarında da ara bozukluğu ve anlaşmazlık son derecededir. Merhamet hissi, sanayileşmiş bir hayat kavgası arasında kaybolup gitmiştir. Cinsiyetler arası ilişki bile iki yüzlülük üzerine dayanmaktadır. Kapitalizm denilen sermaye sahibi hükûmet dünyaya hükmetmektedir. Mesela Fransa’da yayımcılık da hükûmet de hatta edebiyat da sarrafın elindeki yasal maldır. Halkı savaşa yönlendiren, his ve duygularını tahrik eden, koyun sürüleri gibi Fas’a gönderen bankerlerdir. Felemenk hükûmetine hâkim olanlar Java sömürgecileridir.

      İngiltere’nin kaderini yönlendiren kötü işlere sürükleyen Birmingham esnafıdır. Transuval ve Oranj Cumhuriyetlerine savaş ilanı verdirten, vatan namına Güney Afrika’ya ordular gönderip haksız bir şekilde yetmiş beş bin kişinin kanına giren ve tam iki yüz yirmi milyon İngiliz lirası sarf eden hep o Birminghamlı esnaf ve onların bayrak taşıyıcısı Chamberlain’dir.

      Almanya ve İngiltere’yi altüst eden, aralarını bozan emperyalizmdir.

      Rusya’yı Uzak Doğu’ya, Orta Asya’ya gönderen spekülatörlerdir.

      Sözün kısası hangi bir tarafını inceleyecek olursak olalım Avrupa hakiki medeniyet konusunda bu nama layık pek bir şey bulamayız. Avrupalının derisi biraz kazılacak olursa altında eski zamanların Haçlıları çıkarmış. Bu kanunu biraz açalım: Savaşlarda, sömürgelerde, sömürü arbedelerinde, siyasal mücadelelerde, ekonomi savaşlarında, her gün görüyoruz, o medeni Avrupalının hamurunda yine vahşet, olanca kudretiyle sürmekte olan hükümdür. Doğal anlamda Avrupalı medenileşmemiştir. Ahlak, -ki medeniyeti çevreleyen kıvamdır- zannolunduğu kadar ilerleyememiştir. Şimdiki toplumlar din kurallarına aykırı gelecek şekilde yalanlar üzerine kurulmuştur. Bencillik gelebileceği son dereceye kadar ulaşmıştır.

      Başkalarını düşünmek Avrupalının kanında yoktur, Avrupalı insan soyunu sevmez. Müslüman, Mecusi onun gözünde insan değildir. İslam halkının ve Mecusi’nin cahiliye döneminde Hristiyanlara yaptıkları ile Hristiyan ve Avrupalının şu bilgi çağında başkalarına karşı göstermiş oldukları düşmanlıkla incelenecek olursa her iki medeniyet arasında esaslı bir karşılaştırma ve değerlendirme uygulanabilmiş olur.

      Bu bakış açısı itibarıyla Doğu, İslam dünyası, Çin ve Japonya hiç şüphesiz Avrupa’nın üzerindedir. Uzak Doğu bilim insanları bu konuda her ne düşünüyorlarsa doğrudur. Doğu’nun doğal ve tabii uyumluluğu, iyilik ve merhamet hissi ve insancıllığı, inancı, tevazusu ciddi biçimde takdir edilecek düzeydedir.

      Bundan dolayı hakiki medeniyetimizi terk etmek, Avrupa medeniyetinin sanayisi dışındaki özelliklerini temsil etmek şöyle dursun ahlak ve bağlılığımızı şimdiki hâliyle korumalıyız, onların yine kendi çerçevesinde evrim göstermesine bakmalıyız.

      Bir örnek ile şu dikkat çekici noktayı aydınlatalım:

      Yukarıda endüstriyel ilerlemelerinden bahsettiğimiz Japonya, Batı öğrenim biçimlerini tamamen almış ve derinlemesine incelemekle beraber Avrupa’nın sahip olduğu endüstri medeniyetinin dışındakilere asla rağbet etmemiştir. Ahlak ve millî görenekler “Doğu Güneşi” memleketinde mükemmel bir özen ile korunmuştur. Hatta şurası gariptir ki teknoloji ödünç alınırken Avrupa medeniyetinin diğer kısmının alınmamasına son derecede gayret gösterilmiş; toplum bu endüstri harici Avrupa medeniyetine büyük bir nefretle karşı duruş göstermiştir. Avrupa medeniyetinin endüstri haricindeki özelliklerini beğenen ya da alanlar Nippon memleketinde kötü gözle görülüyor. Orada millet, teknolojiyi kabul etmek üzere nasıl bir hızla koşuyorsa millî ahlakını korumak konusunda da aynı hız ve kuvvetiyle teşebbüs ediyor.

      Şurasını anmadan geçmeyelim ki endüstriyel medeniyet, yani ahlak ve görenekler, ödünç alınamaz. Bireyler bu ahlaktan yaklaşık olarak yararlanabilir fakat bir millet, toptan ve bütün bireyleri için başka bir milletin ahlak ve göreneklerini alamaz.

      Bu medeniyet millî ruhun meydana getirdiği görünümlerdir. Ruh, özellikle milletlerin ruhu istenildiği gibi az bir zamanda değişmez. Görünmeyen bir içyüzün ruhunun değişmesi bile bir milletin içeriğinin tümden değişmesi için yeterli değildir. Batının, içyüzünün, nesillerin değişmesi huyların ve kalplerin değişmesi gerekmektedir. Bahsedilen

Скачать книгу


<p>6</p>

Zimamdaran: Yularını tutan. İslam toplulukları yönetim konusundaki tabirleri “at” esas alınarak tarif edilir. Siyaset: Atı yöneten, zimamdaran: Yuları tutan şeklinde. (ç.n.)