İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği. Celal Nuri İleri

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği - Celal Nuri İleri страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği - Celal Nuri İleri

Скачать книгу

bulunduğumuz devirde İslamiyet siyasal açıdan bozguna uğramış durumdadır. Nasraniyet’e, idari açıdan Nasrani yönetim hükûmetine bağlıdır. Fakat hürriyetini vermekle İslamiyet gönlünü, dinî şartlarını, gaye-i emelini, ihtiraslarını, ya da lisanını vermemiştir. Müslümanların büyük çoğunluğunun bulunduğu yerlerde Hristiyanlık bir misafirliktir. Hint, İskender Rumi’den beri birçok fatihler gördü. O geniş sınırlar dâhilinde, kendisine yerleşmiş olan sabır ve inanç ile İngiltere’nin güneşinin batmasını bekliyor. Zira Mısır, aynı Büyük İskender’den beri nice sömürgecilerin zorbalıklarıyla zayıfladı, aciz kaldı. Onun da ruhu çok sabırlı, Ehrimen’in tepesinden, İngiliz ordusunun da diğer ordular gibi geldiği yere gitmesini gözleyerek bekliyor. Bunun gibi Kuzey Afrika, eski çağlarda dahi vaktini doğru tayin eden Latin istilasının sönüp tükenmesini umarak bekleyendir.

      İslam, Batı ve Avrupa gibi endüstrileşmiş medeniyetin sunmuş olduğu eziyetlerle yorgun ve bundan dolayı geride kalmış değildir. Kanı dinlenmiştir. Kezalik dimağı da çeşitli yorgunluk ve zahmetlerin altında kalmamıştır. Ve Avrupa’nın misali, onun gösterdiği usul ve âdetler, alet ve edevat ile kendisinde büyük bir ümit, büyük bir neşe hasıl olmuştur. Hint’te Bengallilerin, Mısır’da Verdani’nin siyasal cinayetleri oldukça manidardır.

      Hiç şüphesiz şu miladi 1913 senesinde İslam halklarının gözü, geçen asırlara nispetle daha ziyade açılmıştır. Bundan dolayı Avrupa’nın çekincesi, korkusu, endişesi oldukça doğaldır.

      Fransa’nın Tahran Eski Sefareti’nde bulunan ve Eugene Oben takma ismiyle Mısır ve Hindistan’a dair bir eser yayımlayan bu kişi Suveyş’in öte tarafında İngilizleri endişe içinde göstermiştir. Bu endişe oldukça doğaldır ve sebebi de kolay anlaşılır. Avrupa’nın sömürgelerinde sürdürdükleri yöntemler şöyledir: Mümkün olduğu derecede Hristiyan hükûmetini sürdürebilmek, onun için Avrupalılar sömürgeciliği benimseyememişlerdir.

      Hint’ten İngiltere, Kuzey Afrika’dan Latinler gittikten sonra kanallar, demiryollar, limanlar vesaire gibi bayındırlık yararına olan çalışmalardan vazgeçerek hiçbir şey bırakmayacaklardır. İslam halklarının yayılarak üstünlüğü ele geçirmeden önce ne gibi huy ve karaktere sahipse yine o kendine özgü doğasında kalacak ve İslamiyet asla düşerek tükenmiş, küçülmüş bir hâle gelmeyecektir. Avrupa, vaktiyle İslam’ın birbirinden farklı kavimleri temsil ettiği gibi sömürge altındaki memleketlerdeki Müslümanları temsil edememiştir. Avrupanın istilası, kâr-ı kadim kervanların konup, bir yerde, birkaç gün ticaret ederek gitmesine benzer.

      Avrupa, hükûmetini, zulmünü, kuvvetini takviye ettikçe İslam dünyası bâtıni dünyasını, ruha ait niteliklerini, asli din şartlarının uygulanmasını arttırmıştır.

      Bütün bilim insanlarının da onayladığı gibi tarih boyunca insanlığı sevk ve idare eden esas kuvvet psikolojidir. Millî hareketler, mezhebe dayalı hissiyat hiçbir zaman topla, tüfekle, torpille mağlup olmaz. Bunlar, maddi olduklarından, hedeflerinin de maddi olması lazımdır. Hâlbuki insanlığın kaderini belirleyen kuvvetler, her şeyden evvel, ruhsal kuvvetlerdir. Bunlara kurşun geçmez.

      İşte birkaç söz ile İslam’ın geçmişi, bugünü ve geleceği.

      İKİ ÇEŞİT MEDENİYET

      “ENDÜSTRİYEL VE HAKİKİ MEDENİYET”

      Medeniyet kavramını daha iyi anlayıp yararlanabilmek için ikiye ayırmak gerekmektedir: Endüstriyel -sınai- medeniyet, hakiki medeniyet.

      Çin ileri gelen devlet adamları ve seçkinleri, kendilerini dünyanın en çok medenileşmiş milleti olarak kabul ederler. Mandarinlerden biri, Avrupalı biri ile konuşacak olursa her şeyden önce söyleyeceği şey bu olacaktır. Kezalik Avrupa’yı, Amerika’yı güzelce gezen, inceleyen, Batı’da, Batılı kişiler ile senelerce ikamet eden ve hatta Avrupalı kadınlar ile evlenen Çinliler bile memleketlerinin Batı’dan daha az medeni olduğunu tasdik etmemektedirler.

      Osmanlı memleketleri dışında bulunan İslam ahalisi de bu noktada ortak fikirdedir. Hele Japonya Avrupa’ya asla iyi bir göz ile bakmaz.

      Hindistan’da Brahma ileri gelenleri, Avrupa medeniyetini âdeta hafifseyerek küçük görür. Bu teori doğru mudur, yanlış mıdır? Kezalik Avrupa’nın medeniyeti ciddi midir, değil midir? Avrupa ve Amerika dışında kalan halklar ve kavimler hakikaten medeni değil midir, Avrupalıların kabul ettiği gibi vahşi ya da barbar mıdır?

      Eğer medeniyeti yukarıda söylediğimiz gibi ikiye ayıracak olursak bu sorulara kolaylıkla cevap verebiliriz. Yok eğer bu ayrımı yapmakta yeterli gelecek kudrette değilsek hem kaçınılmaz olan soruya cevap vermekten aciz kalırız hem de işi karmakarışık etmemiz göz yanılgısına, teorik, işlerlik zararlara neden olur.

      Evet! Kabul ettiğimiz tarza göre medeniyet ikidir: Sınai “teknik” medeniyet, hakiki medeniyet.

      Bu itibar ile Avrupa ve Amerika sanayi medeniyetinin ulaştığı son mertebededir. Doğu ve Asya barbardır. Hâlbuki hakiki medeniyet itibarıyla “Tamamen cesaretle söylüyorum.” zannetmem ki Avrupa ve Hristiyan dünyası hakiki bir medeniyete sahip bir durumda bulunsun!..

      Meseleyi tahlil edelim:

      Teknik=marifet Batı’da oldukça ilerlemiştir. Bilim ve kültür çalışmalarının sonuçlarından Avrupa son derece yararlanmıştır. Bugün Avrupa hayatını düzelten ve düzene koyan tekniktir. Felsefenin bile temeli tekniktir. Duyguları ve maneviyata ait hisleri Batı memleketlerinde hesap ve ölçüm konumuna terk edilmiştir. Birbiri ardınca süren çeşitli devrimler üzerine çalışmalar, ekonomi hatta edebiyat Batı memleketlerinde maddesel bir ekonomik kazanç içeriğiyle başka yeni, endüstriyel bir dünyanın meydana gelmesine sebep olmuşlardır. Bu açıdan bakıldığında Avrupa medenidir. Medeniyeti en fazla ileriye götüren Avrupa’dır. Hakikaten, geçen asırlardaki dünya ile bu asırdaki dünya arasında muazzam bir fark görülür. Asya ve Afrika geçmişe, Avrupa ve Amerika geleceğe aittir. Teknoloji eski dünyayı yeni baştan yenilemiştir. Teknoloji kelimesiyle ifade ettiğimiz bu türden medeniyet fen bilimlerine, matematiksel kesinliğe dayandığından ondan başka bir medeniyet tasvir olunamaz. Onu ödünç almadan ya da aktarım yoluyla elde etmeden ilerlemeye imkân yoktur. Diğer bir şekilde yükselme, ilerleme ve evrime ise akıl ermez. Bu tarz medenileşmenin hiçbir mahzuru da yoktur. Ruha, hisse, maneviyata bağlılığı yoktur.

      İleriye doğru yükselmememiş bir millet kadim geleneklerine veda etmek ister ise bu medeniyetin şekline girmekten5 başka çaresi yoktur. Bu tarif ettiğimiz medeniyet kısmen alınamaz; kısaltılması ya da azaltılması kabul edilemez.

      Matematik bilimi iki türlü değildir; fen ve kimya bilimlerinin her birine ait içerikler farklılaşmaz. Doğu’daki tabii bilimler ile Batı’da türlerin kökeni, mantık bilimi Asya ya da Avrupa kıtalarında farklı olmadığından, olamayacağından teknolojinin olduğu gibi kabul edilmesinden başka çare yoktur.

      Japonya büyükler heyeti, bundan yarım asır önce, eski teknoloji ile hayat kavgasına devam edemeyeceği düşüncesini iyice değerlendirmiş, Avrupa sanayi medeniyetini olduğu gibi kabul etmiştir. Japonlar Avrupa bilgilerinin bütün hepsini memleketlerine ithal etme cesaretinde bulundular. Bu sanayi medeniyetinde zemin, zaman, iklim, millet ile değişim ya da dönüşüm kabul edemeyeceğinden Japonya devlet yöneticileri onu düzeltme ve değiştirme

Скачать книгу


<p>5</p>

Özgün metinde “temessül etmek”: Cisimlenme, bir şekil ya da surete girme. Fransızca assimilation. (ç.n.)