Mendil Altında. Мемдух Шевкет Эсендал

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mendil Altında - Мемдух Шевкет Эсендал страница 13

Mendil Altında - Мемдух Шевкет Эсендал

Скачать книгу

öğüt verir kılıklı birkaç söz söyler, ben de suç işlemiş, karşılığını da görmüş olurdum. Şimdi de rahatça uyurdum. Babama hem acıyor hem de ona kızıyorum. İçimdeki bu üzüntüyü susturmak için yarın güvercinleri satıp bir lamba şişesi almayı düşünebildim. Bu düşünce bana biraz rahatlık vermiş olacak ki uyumuşum.

      Ertesi sabah yatakta uyandım. Biraz sonra akşam kırdığım şişe aklıma geldi. Güvercinleri satmak, bana akşam düşündüğüm kadar kolay olmayacak gibi geldi ise de biraz düşündükten sonra gene en yapılabilecek bir şey varsa o da bu olduğuna inanarak hemen bu işi bitirmek için yataktan fırladım, giyinmeye başladım.

      Belki babam, güvercinlerin satıldıklarını iyi karşılamayacaktır. Daha iyi. Ben de ondan öç almış olacağım.

      Ben bunları düşünürken anam odaya girdi. Öfkesi yüzünden belli oluyordu.

      “Lambanın şişesini sen mi kırdın?” diye sordu. “Ben kırdım.” dedim.

      “İyi halt ettin!” dedi. “Ben de kızların günahlarına girdim.”

      Nasıl olmuşsa gece anam şişenin kırıldığının farkına varmamış, babam da söylememiş olsa gerektir ki anam sabahleyin şişeyi kırılmış görünce ablama ve gündüzleri gelip boğaz tokluğuna hizmet edip geceleri evine giden Naime adındaki kıza tutunmuş. İkisini de ağlatıncaya kadar söylenmiş.

      Benim kırdığımı anlayınca bana söylenmeye başladı:

      “Babanın hazineleri olsa sizin ziyankârlığınıza yetişmez.” dedi. “Bana acımıyorsanız, bari babanıza acıyınız. Biz de çocuk olduk! Evde bir şey kırılacak diye ödümüz kopardı. Size bakıp şaşıyorum. Bak! Daha evin kirasını veremedik. Herif her gün kapıda.”

      “Ben şişeyi isteyerek mi kırdım?” dedim.

      “Zahir, bir de isteyerek kıraydın! Baban parayı sokaktan topluyordu! Gidin bir komşu çocuklarına bakın! Bak sizin gibisi hiç var mı?”

      Anam doğru söylemiyor; komşularımızın çocukları, hemen hepsi kötü terbiye almış, haylaz, haşarı, yalancı çocuklar. Bunları, bizim bildiğimiz kadar anam da bilir. Göz göre göre yanlış söylüyor.

      “Bak, Sait Kalfaların Ahmet, kız çocuğu gibi anasına hizmet ediyor.” diyor. “Bizim sanki kızımız var! Kendiliğinden bir kahve fincanı yıkadığını görmedim. Ama suçun başı babanızda… Baba olup da kendini saydırmaz ki! Evde yenilmiş, içilmiş, kırılmış, dökülmüş, sokağa atılmış… Haberi bile olmaz. Bırak, akşama kadar köpek yavrularıyla güvercinlerle oynasın! Bir gün kafam kızarsa yapacağımı bilirim. Birini çağırıp o güvercinleri vereyim de sen de görürsün!”

      Ben yüzümü yıkadım geldim, giyindim, zeytin ekmek yedim, anam hep söylendi ve o söylendikçe ben de kızdım. Hem de hafifledim. Anam, lamba şişesini kırmak üzüntülerini yüreğimden sildi. O kadar ki “Ne iyi etmiş de kırmışım!” diyesim geliyor gibiydi. Nasıl ki güvercinleri vereceğini söyleyince dayanamamışım:

      “Ben de evde ne kadar şişe varsa kırarım.” dedim.

      Benden böyle sözler işitmeye alışık olmadığı için annem çok gücendi. Ben, çantayı kapınca kaçtım. Kim bilir arkamdan ne kadar söylenmiştir. Bereket versin ki öfkesi tez geçer. Bir suç yaparsam babamın susuşundan korkar, beni kızdırsa da anamın yürekte üzüntü bırakmayan söylenişlerini arar ve sanırım ki anamı daha çok severdim.

      ŞAİR TAVÂFİ

      İlkyaza yakın bir kış günü, bir yaylı içinde, beş-altı saat, oldukça sıkıntılı bir yolculuktan sonra geceleyeceğimiz kasabacığa varıp arabamızı hanın genişçe avlusuna çekince başka yerlerde olduğu gibi burada da han kahvesinde işsiz oturanlardan birkaç kişi arabacıya sokulup nereden, ne için geldiğimi sormaya başladılar. Ben, hancıyı çağırdım; yer, yatak, yemek ısmarladım. Yukarıda bir oda açıp temizleyecekler. Evden yatak getirecekler. Bir de kavurma pişirip üstüne yoğurt dökecekler. Karnımı doyurunca yatacağım, ertesi sabah erken yola çıkıp akşama Osmancık’ı tutacağız.

      Hancının temizlediği odada ceketimi çıkardım, sundurmaya çıktım, çırak su döktü, ben yüzümü gözümü yıkadım. Sonra odaya döndüm, soba başında oturur ısınırken kapı açıldı, içeriye yaşlıca başlıca adamlardan beş-altı kişi girdiler.

      “Bunlar buranın ileri gelenleri olsalar gerek.” diye düşündüm. Başıma gelecekleri de kestirir gibi oldum. İstedim ki bu adamlara yalvarayım, diyeyim ki: “Ağalar, efendiler! Yolcuyum, yorgunum, yarın sabah da erken kalkacağım. Belki adımı duymuş beni bir şey sanmışsınızdır. Kimseye hayrı dokunabilecek bir adam değilim. Eski edebiyatla uğraşır, ders verir, arada şiir miir de söylerim. Ama bunların size hiç faydası olmaz. Sevdiklerinizin başı için çok oturmayın!” Utandım, söyleyemedim. Yalnız ağlar gibi yüzlerine baktım, bunun da hiç faydası olmadı.

      Geldiler, sıralanıp oturdular, cıgara verdik, kahve ısmarladık. Konuşmaya başladılar. Bu adamların çoğu sakallı, başları tıraşlı. Birbirlerini de “Hacı” diye çağırıyorlar. Hepsi de hacı mı? Yoksa adlarını mı Hacı koymuşlar, bilmem! Bir aralık, aralarından biri bana dedi ki:

      “Bizim, teşrif-i alinizden40 haberimiz olmadı. Sizi karşılardık. Hiç buraya inip rahatsız olmazdınız.”

      “Amanın, bunlar beni eve mi götürecekler?” diye düşün-düm, hemen:

      “Eksik olmayın. Buradan pek hoşlandım, birkaç saat kalacağım. Hancı da her şeyimi hazırladı.” dedim. Aklıma gelmedi ki “Yeminliyim.” diyeyim de dayanayım.

      Bu sefer bir başkası:

      “Burası size layık değildir. Olsa bile biz bırakmayız, buyurunuz gidelim.” dedi.

      Anlaşıldı ki bu adamlar beni almaya gelmişler. Sıkıldım. Dedim ki:

      “Ben artık buraya yerleştim, hiç zahmet etmeyiniz. Dönüşte artık haberli geliriz de…”

      Yüzlerine de bakıp sırıttım ama hiç aldırmadılar.

      “Her şeyiniz hazırdır, buyurun gidelim.” dediler.

      Bizim çantaları da alıp götürmüşler. Gördüm ki burada kalmanın bir tek yolu var; tabancayı çekip köşeye durmalı, bunlara da “Benim buradan ölüm çıkar.” demeli, sonra da yiğitçe dövüşmeliyim!

      “Sizi hiç han bucağında kor muyuz, herkes bize ne der!” diyorlar.

      “Siz bilirsiniz.” dedim.

      Hep birden ayağa kalktılar, bizi de önlerine kattılar. Çarşı içinden biraz yürüyüp solda bir sokağa saptık. Genişçe bir meydanı geçip mahalle içine girdik. Bozuk kaldırımlı darca, eğri büğrü sokaklar arasında eski biçimde, saçaklı bir çeşmenin yanında, büyükçe bir evin kapısında bizi bekliyorlardı. Girdik.

      Hepsi ayaklarını çıkardılar, biz de çıkardık. Bizi genişçe

Скачать книгу


<p>40</p>

Teşrif-i aliniz: Yüce kişiliğinizin gelişi.