Mendil Altında. Мемдух Шевкет Эсендал

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mendil Altında - Мемдух Шевкет Эсендал страница 5

Mendil Altında - Мемдух Шевкет Эсендал

Скачать книгу

cevabı hazırmış: Hani ya, nasıl asker bölük yoklamasında tek çift sayarsa nasıl kendilerini bölük, takım komutanlarına takdim eder; taburlarını, mangalarını, isim ve hüviyetlerini bildirirlerse o sesle, öyle yüksek, kati ve resmî sesle:

      “Hoş bulduk, efendim!” dedi.

      Doktor durdu, yan gözle çocuğa baktı. Çocuk susmuş duruyor. Bir söze başlamış olmadı. Bu sefer Doktor, ziyaretçisinin adını sormayı düşündü.

      “Sizin adınız nedir?” dedi.

      Çocuk gene o ses, gene o tavırla:

      “Özdemir Selahattin Akyıldırımoğlu.” diye cevap verdi.

      “Hımmmm! E, pederinizin adı nedir?”

      “Yusuf Cengiz Akyıldırımoğlu!”

      Doktor boynunu büktü.

      “Hiç de tanıyamadım.” dedi… “Bu Yusuf Cengiz Bey ne iştetir?”

      “Birinci Grup Birinci Mıntaka Eczacıbaşısı.”

      “Haaa! Yusuf Bey… Anladım!”

      Doktor, çocuğu tanıdı. “Eczacı Yusuf’un oğlu! Öyle ya son zamanlarda büyüdü, mühim adam oldu diyorlardı… Cengiz Akyıldırımoğlu… Akyıldırımı, da nereden bulmuş! İnsan kırk yıl düşünse aklına gelmez.” diye düşündü.

      Bu Yusuf, hanımın sütninesinin oğludur. Anası Çerkez azatlılarından idi. Babası da galiba Arapkirlidir. Tefecilik eder, ev alır satar, açıkgöz bir adamdı. Yusuf’u, Doktor; Eczacı Mektebine yazdırmıştı. Mektebi bitirdi, kendi hâlinde, sessiz bir asker eczacısı oldu. Eğer bu dehşetli muharebeler, bu ihtilaller, bu istilalar olmasa kırk yıl Askerî Eczacı Yusuf Efendi olarak kalırdı. Şimdi, eski sıralar bozuldu, yeni sıralar, yeni nizamlar gelinceye kadar böyle olacak!.. Bak Yusuf da “Akyıldırım” olmuş!

      Doktor, çocuğun anası ile birlikte bayram tebriğine geldiklerini anladı; sonra bunun anasını da hatırladı. Karaca kuruca, ufak tefek bir kadındı. Adı ne idi? Hatırlayamadı.

      Çocuğu böyle tanıdıktan sonra, onunla konuşmak, Doktor için biraz daha kolaylaştı.

      “Sen hangi mektebe gidiyorsun?” diye sordu.

      “Nümune Mektebine.”

      “Nümune Mektebi mi? Hangi Nümune Mektebine?”

      Çocuğun kurgusu bozuldu. Cevabını ezberlemediği bir sual karşısında kalmıştı. “Hangi Nümune mektebi acaba?” diye düşünür gibi oldu ve başını çevirdi, Doktor’a baktı. Deminden olduğu gibi yüksek sesle söylemeyi bırakarak asıl kendi sesiyle, kendi uslu çocuk sesiyle yavaşça;

      “Bizim Nümune Mektebine.” dedi.

      Nasıl aktörler sahnede rollerinden dışarı söz söylemekten korkarlarsa bu çocuk da onlar gibi ezberlemediği suallerin cevaplarını vermekten korkuyordu.

      “Sen annenle beraber mi geldin?”

      Çocuk başını salladı, “Evet.” demek istedi. Doktor, çocukla konuşabilmek için yeni şeyler sormak mecburiyetinde idi.

      “Mektepte size ne okutuyorlar?” diye sordu.

      “Mektepte… İşte ders okuturlar.”

      “Ne dersi?”

      “Hiç, bayağı ders işte!”

      Çocuğun bu cevabından sonra, Doktor kendi sualini saçma buldu. “Ders işte! Her yerde, her mektepte ne okutuyorlarsa bilmiyor musun?” demek istiyordu. Bu sefer, çocuk:

      “Babam da evde okuturdu.” dedi.

      “Ne okuturdu?”

      Hakan’ın eşiğinde, demir senin, iman benim, Mehmetçik’in kaygusu…

      Doktor anlamadı.

      “Bunlar nedir?” diye sordu.

      Bu sefer çocuk ne cevap vereceğini bilmeyerek:

      “Efendim?” dedi.

      “Bunlar diyorum. Bu saydığın şeyler nedir?”

      “Nedir, kim bilir?” demek ister gibi çocuk dudaklarını büktü.

      “Bunları siz okuyor musunuz?”

      Çocuk başı ile “Evet.” der gibi işaret etti.

      “Bunlar kıraat mı?”

      “Evet… Okumak işte…”

      “Nasıl okumak?”

      Çocuk durdu. Sonra Doktor’a bakarak:

      “Okuyayım mı?” diye sordu.

      “Oku ya!”

      Çocuk, anlamadığı bir sorgu sualden sonra, işin tabii yoluna girdiğine sevinmiş gibi hemen koltuktan atladı, Doktor’a dönüp ayaklarını açarak, kollarını uzatarak, sesini titreterek, yalnız bu sefer keskin asker sesiyle değil hatip, şair, aktör sesiyle söylemeye başladı.

      İman benim, demir senin dedi. Ah… Hudutta gene boru çalıyor, ölüm borusu! Hayır hayır, hücum borusu… Hücum borusu. Sus ey menhus19 düşman, ey menhus baykuş, bende iman var, bende iman var. Ben Türk yavrusuyum ölemem! Benim beynim bir volkandır. Benim başımda ilim irfan nuru, din nuru, iman nuru parlıyor. İlim ve irfan! Ah, ey ilim koş! (pek fazla bağırarak) Kooş! (sesini alçaltarak) Zira önümüz yokuş!..

      Alt tarafını hatırlayamamış gibi biraz durduktan sonra yeniden başladı.

      Kimdir şu viranede ağlayan? Şu viranede ağlayan kimdir? Hangi öksüz, hangi yetimdir? Hayır, hayır hakan ağlıyor, kaan ağlıyor… Ağlama hakanım, ben geliyorum. Seni ağlar görünce damarlarım koptu, kalbim çatladı hakanım! Bak, senin önünde, senin eşiğinde dize geldim… Ah, ey menhus düşman! Artık karşımdan çekil, durma git, yıkıl! Sen de ey baykuş sus… Sizde demir varsa bende de iman var. Ateş olsan toprak olur seni yutarım. Demir olsan ateş olur seni eritir, yakarım… İşte geliyorum! Nedir o? Top patlıyor (güler). Evet… Hücum hazırlanıyor. Lakin, ah lakin, beni görmüyor musun? Öyle ise al, al hain, o sendeki demirse bu da imandır! (Çocuk odanın köşesinde hücum eder, sanki vurulur, düşer, oyun da biter.)

      Çocuk yorgun, eski oturduğu koltuğa tırmandı. Yorulmuştu, soluyordu. Doktor da geniş bir nefes aldı.

      “Bunları sana, baban mı okutuyor?” diye sordu.

      Çocuk soluyarak:

      “Şimdi değil.” dedi. “Eskiden okuturdu.”

      “Şimdi okutmuyor mu?”

      “Şimdi işi

Скачать книгу


<p>19</p>

Menhus: Uğursuz.