Yalan. Yücel Tahsin

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yalan - Yücel Tahsin страница 32

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Yalan - Yücel Tahsin

Скачать книгу

şıkırdayan tombul kolunu tutup öpüyor, bunun Tokatlılar’a özgü bir ayrıcalık olduğunu göstermek istercesine, hemşerisine göz kırpıyor, Sivaslı Cemile’nin harbiliği, cilvesi ve çekiciliği konusunda yorumlara girişiyor, “Ona Erkek Cemile demişler, baksana şu göğüslere, kollara ve bacaklara, on kadına bedeldir o!” diyordu. Sonra kuşağından yakaladı, çenesinin altındaki düğümü çözerek yazmasını çekip aldı. O zaman, Sivaslı Cemile’nin omuzlarına, sonra omuzlarından aşağıya doğru, en az on kadına yetecek bollukta, dalga dalga kınalı saçlar aktı. Ama Tokatlı Müslüm bununla da yetinmedi: bir şeyler getirip götürmek için yanına yaklaştığı her seferde, kolundan, belinden ya da ensesinden yakalayıp kendine doğru çekti onu, hamur, kurabiye, elma, karpuz, kavun benzetmeleriyle değişik yerlerinden öpüp durdu. Cemile hanım, aralarındaki açık ilişkiyi gizlemek gibi boş çabalara girişmemekle birlikte, hep utanır gibi yaptı, “Ayıp, rahat dur! Yaramazlığı bırak! Benden utanmıyorsan, hemşerinden utan!” türünden sözlerle kollarından sıyrılmaya çalıştı. Ama, öyle anlaşılıyordu ki, utanmak gerekmiyordu: hemşeri bir başka “ben”di, ondan utanmak kendi kendinden utanmak gibi bir şeydi, hep birlikte ikinci küçüğü yarıladıkları sırada, Erkek Cemile, bunu kanıtlamak istercesine, Tokatlı Müslüm’ün kollarından bir kez daha sıyrılarak “Biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar!” deyip Bayram Beyaz’ın iskemlesini kaşla göz arasında geriye çekti, ata biner gibi kucağına oturdu, iyice eğilerek sol kulağının memesini dişlerinin arasına aldı, ısırmak için bir buyruk beklermiş gibi, öylece durdu. Bayram Beyaz, yüzünde sonsuz bir acı, korku ve utanç anlatımı, içgüdüyle ellerini arkasına çekerken, Tokatlı Müslüm’le göz göze geldi; en beklenmedik durumda ölümle burun buruna gelmiş gibi, tepeden tırnağa titredi. Ancak, korktuğunun tersine, Tokatlı Müslüm gülümsüyordu.

      “Bak şu işe, bu gece de canı seni çekti kancığın! Sen Tokatlı, o Sivaslı olmasanız, ikinizin de karnını deşerdim!” dedi.

      Bayram Beyaz, Sivaslı Cemile’nin kollarında, boz bir yılanın ağzında bir yeşil kurbağa gibiydi, tek sözcük söyleyemedi. Tokatlı Müslüm “Anlaşıldı!” diye söylendi. “Ben biraz dolaşacağım; siz de ne bok yerseniz, yiyin!”

      Hemşerisi kapıdan çıkarken, Bayram Beyaz umutsuzca arkasından baktı, seslenmeyi, gitmemesi için yalvarmayı düşündü; ama, düşünceden eyleme geçmesine zaman kalmadan, Sivaslı Cemile kollarını çözüp kucağından kalktı, hemen arkasından, çocukluktan analığa geçer gibi, elinden tutup çekerek arkadaki odaya götürdü onu; sonra, hiç duralamadan, kendini kapının hemen solunda duran kırmızı koltuğa bıraktı, terliklerini karşı duvara doğru fırlattı, bacaklarını ayırıp ensesini koltuğun arkalığında avuçlarına aldı, “Soy beni!” dedi. Bayram Beyaz çocukluğunda yasadışı ilişkilerin günahı konusunda dinlediklerini anımsayarak irkildi, ama, buyruk bir kez daha yinelenince, bir uyurgezer gibi, ağır ağır, kırmızı koltuğa doğru ilerledi; buyruğu yerine getirmeye girişti, Sivaslı Cemile’nin göğsündeki üç sedef düğmeyi çözerken, çocukluk günlerinde belki yüz kez işittiği “Ateş, Kerem, tutuş, Kerem, yan, Kerem!” dizesini anımsadı, bir kez daha irkildi, gene de, Sivaslı Cemile’nin gönüllü katılımıyla, oldukça başarılı bir biçimde sürdürdü işini, ama, nerdeyse gözlerini yumarak indirdiği çivit mavisi, uzun ve bol donunun ardından, iç gömleğini sıyırıp da Sivaslı Cemile’nin dev bedeni tümüyle ortaya çıkınca, iki kocaman bacağın arasına yığılıverdi.

      Onu soymak da Erkek Cemile’ye düştü böylece: kolundan çekerek az önce kendi oturduğu koltuğa atıp ceketinden çorabına, anadan doğma soyduktan sonra, bir kez daha elinden tutarak göbeği havaya gelecek biçimde, boş bir çuval fırlatır gibi, dipte, masa, iskemle, somya, buzdolabı, çamaşır makinesi, radyo, dolap yığınının arasında sıkışmış, daracık yatağın üstüne attı, gelip üstüne yumuldu, kısa bir süre sonra da, nerdeyse yalnızca kendi çabasıyla, gittikçe hızlanıp sertleşen bir devinimi başlattı, devinimi hızlanıp sertleştikçe, birbirine yaslanıp sıkışmış dolaplar, masalar, somyalar, iskemleler, radyolar, televizyonlar, buzdolapları, merdaneli çamaşır makineleri, büyüklü küçüklü fırınlar ve bir Remington yazı makinesi, alt alta, üst üste, Sivaslı Cemile yalnızca Tokatlı Bayram’ın değil de Maçka’nın tüm erkeklerinin üstünde deviniyormuş gibi gıcırdadı. Bir ara, Sivaslı Cemile çok güzel bir yemek düşünmüş gibi dudaklarını şaklattı, Tokatlı Bayram’ın başını ensesinden tutup göğsüne doğru çekti, “Bu odanın gıcırtısına bayılırım,” diye fısıldadı. “Ama bu gece daha da başka, çünkü, iki gözüm içine aksın ki, sen avrat altına ilk bu akşam yatıyorsun.”

      Yüzde yüz doğruydu gözlemi. Ne var ki, kendisi doğrulup kalktıktan sonra, kocaman göğüslerini hoplata hoplata dolaptan su içmeye giderken, birileri içeriye girse de Bayram Beyaz’ı öyle kıpkırmızı, öyle terden sırılsıklam, kolları yanında, bacaklarını karnına doğru çekmiş, sırtüstü yatar durumda görseydi, Sivaslı Cemile’nin altından değil de karnından çıktığını söylerdi. Tokatlı Müslüm de, kapıyı aralayıp şöyle bir baktıktan sonra, “O ne, kız, oğlan mı doğurdun?” demekten kendini alamadı.

      II

      Bayram Beyaz çok aşağılardan, nerdeyse toprağın derinliklerinden geliyormuş gibi bir izlenim uyandıran birtakım insan ve araba sesleriyle gözlerini açtı, ama açmasıyla kapaması bir oldu: tüm varlığının hoş bir hafiflik, sıcaklık ve esenlik içinde yüzdüğünü duyuyor, bu yepyeni duygunun uçup gitmemesi için, değil çevresine bakmak, soluk almaktan bile çekiniyordu. Kollarının arasında bir yastık, uzun süre, parmağını bile oynatmadan yattı öyle. Sonra, bilincinde düşünceye, hatta anıya benzer hiçbir şey belirmemekle birlikte, bu hafiflik, sıcaklık ve esenliği akça pakça bir kadının kocaman kollarının ve kocaman göğüslerinin tadı olarak algıladı; yastığı bıraktı, yatağın iki yanında, elleriyle bu kadını aradı, bulamadı; bedenini bu kadının bedeniyle değiştirmiş, böylece, yüzü, elleri, göğsü, göbeği, bacakları eskisiyle karşılaştırılamayacak ölçüde daha sıcak ve daha yumuşak bir nitelik kazanmış gibi bir duyguya kapıldı. Hep bu tuhaf, ama çok hoş duygu içinde, ellerini bedeninde dolaştırdı bir süre; sonra, bu umulmadık duygunun nedenini anlamak istercesine, birden gözlerini açtı. Tepesinde çok yüksek ve çok geniş bir tavan ve çok büyük bir avize gördü. “Allah Allah! Allah Allah! Ben buraya ne zaman geldim ki?” diye söylendi. “Yoksa sarhoş muyum?” Doğrulup oturdu, gözlerini çevresinde dolaştırdı.

      Önce karşısında kapalı bir kapı, sonra kapıdan ayaklarının dibine dek gelen bir kırmızı yolluk, sonra, sağ yanında, koyu kırmızı kadife perdeleri kapalı iki kocaman pencere, sonra, duvar diplerinde, odanın ortasında, boy boy, biçim biçim sehpaların çevresinde, yan yana, karşı karşıya, boy boy, biçim biçim, renk renk koltuklar, bir köşede, kocaman bir yuvarlak masa, çevresinde yüksek arkalıklı iskemleler, en dipte içi silme porselen tabakla dolu, çok eski bir camlı dolap gördü, sonra üstünde oturmakta olduğu geniş ve yüksek pirinç karyolaya dikti gözlerini, titremeye başladı, “Buraya nasıl geldim ki? Peki, burası neresi?” dedi kendi kendine, kalktı, bir koltuğun üstünde pantolonuyla ceketini, onların üstünde de Yusuf Aksu’dan aldığı kitabı gördü, kapıya gitti, dört ayrı odaya açılan kapıları araladı, odaları da birbiri ardından dolaştı, ilk ikisi boştu, öbür ikisinde, tıpkı Müslüm’ün evinde gördüğü gibi, karmaşık bir biçimde, üst üste, alt alta, dağ gibi bir iskemle, masa, sehpa, dolap, buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın yığını yükseliyordu. En üsttekiler nerdeyse tavana değecekti. Öyle durup baktı bir süre. “Bunca

Скачать книгу