Kehanet Gecesi. Пол Бенджамин Остер

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kehanet Gecesi - Пол Бенджамин Остер страница 7

Kehanet Gecesi - Пол Бенджамин Остер

Скачать книгу

sekiz yıldan beri, sekiz yıldan da fazla. Evliliğimiz süresince Tina’nın ailesiyle pek bir araya gelmemiştim, artık o yaşamadığına göre de onlarla bağlantımı sürdürmeyi düşünmemiştim, onlar da benimle; ama umurumda değildi. Springfield Bulvarı’ndaki içi çöp dolu mobilya mağazaları ve sıkıcı karıları ve arsız çocuklarıyla bütün o Ostrow kardeşler. Tina’nın sekiz-dokuz tane kuzeni vardı, ama içlerinde cesareti olan bir tek Tina’ydı, New Jersey’deki o küçük dünyadan çıkacak ve hayatta bir şeyler olmaya çalışacak cesareti gösteren tek kişi. Bu yüzden geçenlerde Richard arayınca çok şaşırdım. Florida’da oturduğunu, New York’a bir iş için geldiğini söyledi. Kendisiyle yemeğe çıkmak isteyip istemediğimi sordu. Hoş bir yere gideriz, dedi, davetlimsin. Bir programım olmadığından Richard’ın davetini kabul ettim. Neden ettiğimi bilmiyorum, ama etmemem için beni zorlayan bir neden yoktu, böylece ertesi akşam sekizde buluşmaya karar verdik.

      “Richard’ı sana tanıtmam gerek. Bana hep tüy sıklet biri gibi gelmiştir, kof biri gibi. Tina’dan bir yaş küçüktü, yani şimdi kırk üçündedir, lisenin basketbol takımındaki birkaç parlak başarısı dışında hayatının büyük bölümünde oradan oraya dolaşmış, iki-üç okuldan atılmış, birbirinden yavan işlere girip çıkmış, hiç evlenmemiş, hiç büyümemiştir. Sevimsiz değil, ama sığ ve ruhsuz, onun o beceriksiz uyuşukluğu hep sinirime dokunmuştur. Tek beğendiğim yanı, Tina’ya olan bağlılığıydı. Onu benim kadar seviyordu, bu kesin, tartışmaya gerek yok, ve Tina’ya iyi bir kardeş olduğunu, örnek bir kardeş olduğunu inkâr edecek değilim. Sen cenazede bulunmuştun Grace. Neler olduğunu hatırlarsın. Yüzlerce kişi gelmişti ve şapeldeki herkes hıçkırıyor, inliyor, dehşet içinde ağlıyordu. Toplu bir keder seliydi akan, daha önce hiç tanık olmadığım ölçüde ıstırap çekiyorlardı. Ama o salonda Tina’nın yasını tutanların arasında en büyük acıyı çeken Richard’dı. En ön sırada oturan Richard, bir de ben. Tören bittiğinde yerinden doğrulmaya çalışırken neredeyse bayılıyordu. Onu güçlükle ayağa kaldırdım. Yere düşmesin diye iki kolumla ona sımsıkı sarılmak zorunda kaldım.

      “Ama aradan yıllar geçti. O travmayı birlikte yaşadık, sonra da Richard’ın izini kaybettim. Geçen akşam onunla yemeğe çıkmayı kabul ederken sıkıcı bir akşam geçireceğimi tahmin ediyordum, onunla birkaç saat beceriksizce sohbet etmeye çalıştıktan sonra kalkıp evime giderim, diyordum. Ama yanılmışım. Yanıldığımı söylemekten mutluluk duyuyorum. Önyargılarımın ve budalalığımın yeni örneklerini keşfetmek, sandığımın yarısını bile bilmediğimin farkına varmak bana hep güç verir.

      “Daha yüzünü gördüğümde içim ısındı. Kardeşine ne kadar benzediği, yüz hatlarının pek çoğunun aynı olduğu aklımdan çıkmıştı. Gözlerinin biçimi ve çekikliği, yuvarlak çenesi, zarif ağzı, burun kemeri; erkek bedenindeki Tina’ydı karşımdaki ya da hiç değilse Tina’ya ait küçük parıltılar ara sıra kendini belli ediyordu. Tina’yla yeniden bu biçimde bir araya gelmek, yeniden onun varlığını hissetmek, bir parçasının kardeşinin bedeninde yaşamaya devam ettiğini hissetmek beni baskı altına sokmuştu. Birkaç kez Richard belli bir biçimde döndü, belli bir biçimde elini salladı, gözleriyle belli bir hareket yaptı ve ben öylesine duygulandım ki masanın üzerinden uzanıp onu öpmek geldi içimden. Dudaklarından şap diye öpmek; tam hedeften bir öpücük. Belki güleceksin ama onu öpmediğime şimdi gerçekten pişmanım.

      “Richard aynı Richard’dı, eskiden neyse oydu; ama biraz daha iyi gibiydi, daha az huzursuz görünüyordu. Evlenmiş, iki kızı olmuştu. Belki de bunun yararı dokunmuştu. Belki sekiz yaş daha yaşlanmanın yararı dokunmuştu, bilmiyorum. Yine eskisi gibi o yavan işlerden birinde kendini tüketiyor –bilgisayar parçası satıcısı, verimlilik danışmanı, hangisi olduğu aklımda kalmadı– ve yine her akşamını televizyonun karşısında geçiriyor. Futbol maçları, komedi dizileri, polisiyeler, doğa belgeselleri; televizyonda ne oynasa bayılıyor. Ama asla okumaz, asla oy vermez, hatta dünyada olup bitenler hakkında bir fikri varmış gibi bile yapmaz. Beni on altı yıldır tanır ama daha bir kez bile kitaplarımdan birinin kapağını açma zahmetine girmemiştir. Aldırmıyorum elbette, bunu sırf onun ne kadar tembel, ne kadar meraksız biri olduğunu göstermek için söylüyorum. Yine de geçen akşam onunla birlikte olmaktan hoşlandım. En sevdiği televizyon programlarından, karısıyla iki kızından söz ederken, teniste gitgide ustalaşmasından, New Jersey yerine Florida’da yaşamanın avantajlarından söz ederken keyifle dinledim onu. Oranın havası daha güzeldir, bilirsin. Ne kar fırtınası olur, ne buz gibi soğuk hava; yılın her günü yaz. O kadar sıradandı ki Richard, çocuklar filan, öylesine safça mutluydu ki canına yandığımın, ama yine de –nasıl söyleyeyim?– çok huzurluydu, hayatından öylesine hoşnuttu ki neredeyse gıpta ettim ona.

      “Evet, işte durum böyleyken, yani şehir merkezinde hiçbir özelliği olmayan bir lokantada oturmuş hiçbir özelliği olmayan yemekler yerken ve incir çekirdeğini doldurmayacak şeylerden söz ederken Richard birden başını tabağından kaldırıp bana bir hikâye anlatmaya başladı. Sana bütün bunları bu yüzden anlatıyorum işte, Richard’ın hikâyesine gelmek için. Benimle aynı görüşte olur musun olmaz mısın bilemem ama uzun zamandır bu kadar ilginç bir şey duymamıştım.

      “Üç-dört ay önce Richard evinin garajında, karton bir kutu içinde bir şey ararken eline eski bir üç buutlu dürbün geçmiş. Kendisi çocukken annesiyle babasının bu dürbünü aldıklarını hayal meyal hatırlıyormuş ama ne amaçla aldıklarını ya da nerede kullandıklarını bilemiyormuş. Eğer bununla ilgili unuttuğu bir anı yoksa, o dürbünü hiç kullanmadığına, hatta eline bile almadığına eminmiş. Dürbünü kutudan çıkarıp incelemeye başladığında turistik resimlere ya da güzel manzaralara bakmakta kullanılan şu ucuz, uyduruk dürbünlerden olmadığını fark etmiş. Sağlam, düzgün bir optik aletmiş elindeki, ellili yılların başındaki üç buutlu çılgınlığından kalma değerli bir andaçmış. Geçici bir hevesti o ama herkes özel bir kamerayla kendi üç buutlu resimlerini çekmek, sonra bunları slayt yapıp dürbünle seyretmek istiyordu, böylece bu dürbün üç buutlu bir fotoğraf albümü gibi oluyordu. Kamera ortada yokmuş ama Richard bir kutu slayt bulmuş. On iki slayt vardı, dedi; bu da, annesiyle babasının yeni makineleriyle yalnızca bir rulo film kullandıklarını, sonra kamerayı bir yere kaldırıp varlığını unuttuklarını getiriyordu akla.

      “Karşısına neyin çıkacağını bilmeden Richard slaytlardan birini dürbünün içine yerleştirmiş, arka fonu aydınlatacak düğmeye basmış ve resme bakmış. Bir anda, dedi bana, hayatımın son otuz yılı silindi. 1953 yılıymış, ailesinin New Jersey’in West Orange Kasabası’ndaki evinin salonundaymış, Tina’nın on altıncı doğum gününde konukların arasında duruyormuş. Şimdi her şeyi hatırlıyordu: on altı yaş cümbüşü, mutfakta malzemeleri paketlerden çıkaran ve şampanya kadehlerini tezgâhın üzerine dizen servis şirketi elemanları, kapı zilinin çalınması, müzik, gürültülü konuşmalar, Tina’nın arkada ufak bir topuz biçiminde toplanmış saçları, giydiği uzun sarı elbisenin hışırtısı. Richard slaytları birer birer makineye takıp on ikisini de seyretmiş. Herkes oradaydı, dedi. Annesiyle babası, kuzenleri, amcaları ve teyzeleri, kız kardeşi, kız kardeşinin arkadaşları, hatta kendisi, gırtlağındaki dışarı fırlamış ademelmasıyla, saçları tepede küt kesilmiş, boynunda kırmızı papyonuyla çelimsiz bir on dörtlük. Normal fotoğrafa bakar gibi değildi, dedi Richard, hatta evde film seyreder gibi de değildi, bu tür filmler solmuş renkleri, titrek görünümleri ve geçmişe ait oldukları duygusuyla insanı hep hayal kırıklığına uğratırlar. Bu üç buutlu resimler inanılmaz derecede bozulmadan kalmışlar, olağanüstü netmişler. Resimdeki herkes canlı gibiymiş, cıvıl cıvılmış,

Скачать книгу