Kehanet Gecesi. Пол Бенджамин Остер

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kehanet Gecesi - Пол Бенджамин Остер страница 10

Kehanet Gecesi - Пол Бенджамин Остер

Скачать книгу

devam eden, sessiz bir mahremiyetin ifadesiydi; Grace’e dokunmaktan, onun bedeninin bir yerine elimi sürmekten hiç bıkmazdım, böylece devam ettim, Batı Broadway’de ilerleyip Brooklyn Köprüsü’ne doğru kaplumbağa hızıyla giderken sürekli saçlarını okşadım.

      Birkaç dakika birbirimize hiçbir şey söylemedik. Taksi Chambers Sokağı’nda sola dönüp köprüye yaklaşmaya başladığında bütün rampalarda trafik sıkışmıştı, neredeyse yerimizde sayıyorduk. Sürücümüz –adı Boris Stepanoviç’ti– ağzının içinde Rusça küfürler savuruyordu, kuşkusuz bir cumartesi gecesi Brooklyn’e geçmeye kalkıştığı için kendi budalalığına yanıyordu. Öne eğilip çizik içindeki ara camın para deliğinden onunla konuştum. Merak etme, dedim, sabrının ödülünü göreceksin. Ya, dedi. Nedir demek bu? Yüklüce bir bahşiş, dedim. Bizi evimize tek parça halinde götürürsen bu gecenin en yüklü bahşişini alacaksın.

      Sürücünün yanlış kullandığı sözcükleri duyan Grace gülmesine engel olamamıştı –nedir demek bu–, ben de bu kahkahayı onun keyfinin yerine gelmesi olarak yorumladım. Arkama yaslanıp Grace’in saçlarını okşamaya devam ettim, saatte yarım kilometre hızla köprüye çıkan yokuşu sürünerek tırmanıyorduk, arkamızda binaların ışıkları, sağımızda Özgürlük Heykeli, köprünün üstünde asılı dururken Grace’le konuşmaya başladım, amacım salt konuşmaktı, onun dikkatini çekmek ve yeniden benden uzaklaşmasına engel olmak istiyordum.

      “Bu gece tuhaf bir keşifte bulundum,” dedim.

      “Umarım iyi bir şeydir.”

      “John’la benim tutkularımızın aynı olduğunu keşfettim.”

      “Ya?”

      “İkimizin de mavi renge bayıldığı çıktı ortaya. Özellikle de Portekiz malı ama artık üretimden kalkmış mavi renkte defterlere.”

      “Eh, mavi güzel bir renktir. Dingin ve ağırbaşlı. Zihinde kalır. Öyle hoşlanırım ki maviden, tasarladığım kapakların hepsinde kullanmamak için kendimi bayağı tutmam gerekiyor.”

      “Renkler gerçekten de duyguları yansıtırlar mı?”

      “Elbette yansıtırlar.”

      “Ya ahlaki nitelikleri?”

      “Ne anlamda?”

      “Sarı korkaklık demektir. Beyaz saflık. Siyah kötülük. Yeşil masumluk.”

      “Yeşil kıskançlık.”

      “Evet, o da. Ama mavi neyin simgesidir?”

      “Bilmiyorum. Umudun olabilir.”

      “Ve hüznün.”

      “Masmaviyi unutma.”

      “Evet, haklısın. Mavi sadakattir de.”

      “Ama kırmızı tutkudur. Herkes kabul eder bunu.”

      “Büyük Kızıl Makine. Sosyalizmin kızıl bayrağı.”

      “Teslim olurken çekilen beyaz bayrak.”

      “Anarşizmin siyah bayrağı. Yeşiller Partisi.”

      “Ama kırmızı aşk ve nefrettir de. Kırmızı savaştır.”

      “Savaşa girerken renklerini yanında taşırsın derler, değil mi?”

      “Sanırım.”

      “Renk savaşı lafını duydun mu hiç?”

      “Bir şey çağrıştırmıyor.”

      “Çocukluğumdan kalma. Sen yaz aylarını Virginia’da ata binerek geçirirdin ama annem beni New York’un kuzeyinde bir yatılı kampa gönderirdi. Kızılderili şefi Pontiac’ın adını taşırdı kamp. Yazın sonunda bizi iki takıma bölerlerdi ve kamp bitene kadarki dört-beş gün boyunca her iki takımdan farklı gruplar birbirleriyle yarışırlardı.”

      “Hangi alanda?”

      “Beysbol, basketbol, tenis, yüzme, halat çekme, hatta kaşıkta yumurta taşıma ve şarkı yarışmaları. Kampın renkleri kırmızı ve beyaz olduğundan takımlardan biri Kırmızı Takım, öteki de Beyaz Takım olurdu.”

      “Renkler savaşı bu mu?”

      “Benim gibi bir spor manyağı için müthiş eğlenceliydi bu. Bazı yıllar Kırmızı Takım’da olurdum, bazı yıllar Beyaz Takım’da. Ama bir süre sonra üçüncü bir takım kuruldu, bir tür gizli dernek, aynı kafa yapısında olanların kurduğu bir kardeşlik. Yıllardır düşünmedim onu, ama o zaman benim için çok önemliydi. Mavi Takım.”

      “Gizli bir kardeşlik. Oğlanların saçma sapan bir şeyi gibi geliyor kulağıma.”

      “Öyleydi. Yo, aslında öyle değildi. Şimdi düşününce bana hiç de saçma gelmiyor.”

      “O zamanlar farklıydın herhalde. Sen hiçbir şeye katılmak istemezsin ki.”

      “Kendim katılmadım, seçildim. Aslında kurucu üyelerden biriydim. Onur duymuştum.”

      “Sen zaten Kırmızı ve Beyaz takımlara girmiştin. Mavi’nin özelliği neydi?”

      “İlk başladığında on dört yaşındaydım. O yıl kampa yeni bir gözetmen gelmişti, kadrodakilerden –çoğu on dokuz-yirmi yaşında üniversite öğrencileriydi– biraz daha büyüktü yaşı. Bruce… Bruce bir şey… soyadı sonra gelir aklıma. Bruce lisans eğitimini bitirmiş ve Columbia Hukuk Fakültesi’nde bir yıl okumuştu. Sporla yoğrulan bir kampta, atletizmle hiçbir ilgisi olmayan, kemikleri sayılan, bücür bir oğlan. Ama zeki ve espriliydi, sürekli güç sorularla insana meydan okurdu. Adler. Buldum. Bruce Adler. Herkes ona haham derdi.”

      “Ve Mavi Takım’ı o mu yarattı?”

      “Öyle sayılır. Daha doğrusu nostaljik olsun diye yeniden yarattı.”

      “Anlayamadım.”

      “Birkaç yıl önce yine gözetmen olarak bir başka kampta çalışmıştı. O kampın renkleri mavi ve griydi. Yazın sonunda renkler savaşı çıktığında Bruce Mavi Takım’a konulmuş, aynı takımda başka kimler var diye çevresine bakındığında en hoşlandığı, en saydığı çocukların orada olduğunu görmüş. Gri Takım ise bunun tam tersiymiş, ne kadar mızıkçı, sevimsiz çocuk varsa oradaymış, yani kampın döküntüleri. Bruce’un kafasında Mavi Takım sözü bir avuç önemsiz bayrak yarışından çok daha büyük bir anlama geliyormuş. Bu söz bir insanlık idealini temsil ediyormuş, hoşgörülü ve duygudaş bireylerin oluşturduğu birbirine sıkı sıkıya bağlı bir birlikmiş. Düşlenen kusursuz toplummuş.”

      “Tuhaf bir hikâye, Sid.”

      “Biliyorum. Ama Bruce bu konuyu ciddiye almıyordu. Mavi Takım’ın güzelliği de buradaydı. Her şey şaka gibiydi.”

      “Hahamların

Скачать книгу