GEVEZE ÇIZGILER. ASUMAN PORTAKAL
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу GEVEZE ÇIZGILER - ASUMAN PORTAKAL страница 1
Çeşitli karma sergilere katıldı, iki kişisel sergi açtı. Eserleri Türkiye, Yunanistan, İsveç, İrlanda ve Japonya’da özel koleksiyonlarda yer almaktadır.
İlk kitabı Çok Komiksin Margarita ile 2009 Ayfer Öneysan Çocuk Yazını Birincilik Ödülü’nü aldı. 2009 yılında Hızın ve Devrimin Sanatı Fütürizm isimli kitabın yazarları arasında yer aldı.
Bir edebiyat dergisine çocuk okurlarından gelen öykülerden ve çocuklarla yaptığı söyleşilerden oluşan Çocuklar da Yazar köşesini hazırlamaktadır.
Yetişkinler için yazdığı öykü ve denemeleri çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlanmıştır.
www.asumanportakal.com
Pınar, Kaylan ve Deniz’e.....
ŞAKACI YILDIZ
Bu gece o kadar sıcak ki eve girip uyumak imkânsız. Ama bahçemiz çok serin. Annemle babam arka bahçedeki çardakta çay içip sohbet ediyorlar. Biz de ablamla ön bahçede oyun oynuyoruz.
Her oyunda mızıkçılık yapan ablam, yine aynısını yaptı. Daha oyuna yeni başlamıştık ki, “Hadi böcekleri dinleyelim!” diyerek hemen oyunu bıraktı.
Geveze cırcır böcekleri öyle ötüyorlar ki bu gece, sanki bahçede koskoca bir koro var. Böceklerle birlikte ablam da cırıldamaya başladı. Ben de koroya katıldım. Gülüşerek, “Cıırrr, cıırrr, cıırrr” diye ses çıkardık bir süre.
Yine canı sıkılan ablam, “Hadi gel!” diyerek dut ağacına doğru koşmaya başladı. “Önce ben!” diye bağırıp bir çırpıda salıncağa kuruldu. Önden o binince bana da onu sallamak düştü.
“Daha hızlı salla Rüya!”
“Ya düşersen!”
“Düşmem düşmem. Salla sen!”
Ablam bayılır sallanmaya. Kollarım kopana kadar salladım onu, ama salıncaktan ineceği yoktu. “Salla!” diye emirler yağdırıp duruyordu.
“Hadi artık in abla! Biraz da ben bineyim.”
“Tamam canım. Salla sen!”
“Sıkıldım ama, kollarım da yoruldu!”
“Öff Rüya! Ne kadar da nazlısın!”
“Sen de çok bencilsin ama.”
“Kim, ben mi? Hadi ordan!”
Ablama laf yetiştirmek zordu. Sonunda sallamaktan vazgeçtim. Ablamı salıncakta bırakıp arka bahçeye, annemlerin yanına gittim. Meyve tabağından bir salkım üzüm alıp koruda yürümeye başladım.
Evimizin önündeki bahçe küçük, ama arkadaki koruluk çok büyük. Babaannemden kalan bu kocaman koruluktaki evde yaşadığımız için çok şanslıyız.
Ağzıma attığım siyah üzümlerin çekirdeklerini sağa sola tükürerek yürüyorum koruda. Annem görse bir güzel azarlar beni. Çekirdekleri de çiğneyip yutmamızı söyler hep. Ama üzümler bal gibiyken, çekirdekler o kadar acı ki… Nasıl olsa annem görmüyor diye çekirdekleri tükürmeye devam ediyorum.
Ablam geceleri koruda dolaşmayı pek sevmez, ama ben bayılırım. Zaten karanlıktan da hiç korkmam. Neden korkayım ki? Çenesi düşük cırcır böcekleri hâlâ ötüyorlar. Onların sayesinde kendimi hiç yalnız hissetmiyorum.
Uzaktan annemin sesi geliyor. “Rüya yine saatlerce takılıp kalma koruda!” diye sesleniyor. Huyumu bilir; koruya bir daldım mı, dünyayı unuturum.
Gökyüzünü rahatça görebileceğim bir yere gelince başımı kaldırıp yıldızlara baktım. Havada hiç bulut yoktu. Yıldızlar o kadar yakın görünüyorlardı ki…
Birden bir yıldız kaydı! Hemen bir dilek tuttum.
Hayret! Minik yıldız gökyüzünde tuhaf kavisler çiziyordu. Merakla izlemeye başladım. Aman Tanrım! O da ne? Galiba yıldız son hızla üstüme doğru geliyordu.
Hemen geri dönüp eve doğru kaçmak istedim, ama yapamadım. Taş kesilip olduğum yere çakılmıştım. Kalbim korkudan küt küt atıyordu. Nokta kadar yıldız ise yaklaştıkça hızla büyüyordu. Gözlerimi bir türlü ondan alamıyordum.
Rengârenk ışıklar saçarak üstüme üstüme gelen yıldız sanki beni büyülemişti. Sonunda bir uçan daire gibi gelip karşımda durdu. Aslında pek uçan daireye benzemiyordu. Sanki koskocaman bir kar kristali gibiydi.
Havada dönen yıldız o kadar parlaktı ki… Işıkları ok gibi gözlerime saplanıyordu. Canım fena hâlde yanmaya başladı. O can acısıyla gözlerimi kapadım. Ama yıldızı o kadar merak ediyordum ki…
Ellerimi alnıma siper edip tekrar bakmaya çalıştım, olmadı. Canımın acısından gözyaşlarına boğulmuştum. Gözlerimi silip avazım çıktığı kadar, “Işıklarını kıssana biraz!” diye bağırdım.
Hayret! Yıldız hemen sönmeye başladı. “O kadar da değil canım!” der demez yine ışıldadı. Ama tekrar kıstı ışıklarını. Yanıp sönerek ayar yapan yıldıza gülümseyerek bakmaya çalıştım. Uygun parlaklığa gelince, “Tamam, şimdi oldu!” diye bağırdım.
Derin bir nefes alıp gözlerimi ovuşturdum. Artık onu daha rahat görebiliyordum. Ağzım açık, aval aval yıldızı seyretmeye başladım. O kadar güzeldi ki… Hayatımda hiç böyle bir şey görmemiştim. Çok sevdiğim havai fişekler bile bu yıldızın yanında hiç kalırdı.
Ben aval aval yıldızı seyrederken o hâlâ havada fıldır fıldır dönüyordu. Renkten renge girerek acayip şekiller çiziyordu gökyüzüne. Bunlar daha önce hiç görmediğim tuhaf şeylerdi…
Esneyip gerilerek şekilden şekle giren yıldız birden durdu. “Acaba şimdi n’olacak?” diye merakla beklemeye başladım. O ise tekrar yükseldi. Sonra korkunç bir sesle patladı! Olduğum yerde öyle bir sıçradım ki, az kalsın küçük dilimi yutuyordum. Kısa bir sessizlikten sonra yıldız tuhaf sesler çıkararak yine patlamaya başladı.
Havai fişekler gibi patır patır patlayan yıldıza bir şeyler oluyordu şimdi. Rengârenk ışıklar saçarak kümelere bölünüp çoğalıyordu. Gökyüzüne dağılan her kümeden küçük yıldızlar doğmaya başladı.
Havaya saçılan minicik yıldızlar, kısa bir süre uçuşup durdular. Sonra tekrar birleşerek yeni şekiller oluşturmaya başladılar. Binlerce, belki milyonlarca yıldızcıkların meydana getirdiği bu şekilleri biliyordum. Bunlar harflerdi!
Başımın üstünde oynaşan kocaman harflere soluğumu tutarak baktım. Yıldız harfler ise ışıldayarak dans ediyorlardı. Ama birden hepsi durdu! Sonra da tuhaf bir şekilde sıralanıp garip bir sözcüğe dönüştüler. Bu, anlamsız bir sözcüktü.
“E H B M A R A” şeklinde havada sıralanmış harflere öylece bakakaldım. İşte şimdi kafam karışmıştı! Ama bilmecelere bayılırdım. Hemen gözlerimi kısarak harflerin yerlerini değiştirmeye başladım.
Aman Tanrım! Galiba yıldız bana, “MERHABA.” diyordu. Gözlerimi kırpıştırarak havada asılı duran sözcüğü bir daha okudum. Sevinçle zıplayarak, “Merhaba!” diye bağırdım. Yıldız, harflerini döndürerek tekrar, “E H B M A R A.” dedi.
Neşeyle