GEVEZE ÇIZGILER. ASUMAN PORTAKAL

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу GEVEZE ÇIZGILER - ASUMAN PORTAKAL страница 2

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
GEVEZE ÇIZGILER - ASUMAN PORTAKAL

Скачать книгу

oyun oynuyordu.

      Yıldızıma gülümseyip, “Nereden geldin?” dedim.

      “TSÜ OLYU!” diye cevap verdi.

      “Süt yolu mu? Biz ona ‘Samanyolu!’ deriz.”

      “MANSAOLYU!”

      “Mansaolyu değil, Samanyolu!”

      “SAMANYOLU!”

      Şakacı yıldızım tam harfleri doğru sıralamaya başlamıştı ki, annemin sesiyle irkildim.

      “Ne yapıyorsun burada Rüya?”

      “Yıldızımla konuşuyorum.”

      “Hiç yıldızla konuşulur mu? Hadi artık uyku zamanı!”

      “Konuşulur tabii anne!”

      “Ah benim hayalperest kızım!”

      Yıldızıma sessizce veda edip annemle birlikte eve doğru yürümeye başladım. Annem sıcaktan, sineklerden, cırcır böceklerinden şikâyet edip söyleniyordu. Bense, şu annem ne tuhaf, diye düşünüyordum. Fatma teyzenin fallarına inanan annem, hayallerime hiç inanmıyordu…

      REPLİKÇİ AMCA

      “Oyun konsolu” diyorlar şimdi. Biz eskiden “atari” derdik. O yıllarda bizim evde atari yoktu. Kardeşimle Tiyatro Sokağı’ndaki salona gidip oynardık. O zamanlar oyunun saati bir liraydı.

      Atari salonunun tam karşısında eski bir kitapçı dükkânı vardı. Sahibi yaşlı, tuhaf bir adamdı. Herkes ona, “Replikçi Amca” diyordu, ama neden böyle dediklerini bilmiyordum. Huysuz, aksi, çekilmez bir adam olduğu söylenirdi. “Turşu gibi ekşi bu Replikçi!” diyerek adamın arkasından laf ederlerdi. Haksız da sayılmazlardı yani.

      Replikçi Amca, atari salonuna giren bütün çocuklara, “Ne işiniz var o izbe salonda?” diye çıkışırdı. “En güzel oyunlar dışarıda, tıkılıp kalmayın oraya!” diye söylenip sinir ederdi bizi.

      Korkarak girerdik Tiyatro Sokağı’na, atari salonuna yaklaşınca iyice ürkerdik. Önce etrafı kolaçan edip Replikçi Amca’ya bakınırdık. Ortalıkta görünmüyorsa hızla koşup hemen içeri dalardık.

      Salondan çıkışımız da ayrı bir dertti. Bazen bir liralık süre bittiğinde fena hâlde bozulurduk. Oyuna doyamazdık, ama paramız daha fazlasına yetmezdi. Salondaki görevli, “Hadi bakalım zaman bitti!” der demez, kardeşim ağlamaya başlardı. Can sıkıntıma bir de onun mızıklanması eklenince iyice çileden çıkardım.

      “Bir daha seni buraya getirmeyeceğim!” diye söylenirdim ufaklığa. Sokağa çıktığımızda Replikçi Amca’ya rastlarsak bir de o azarlardı kardeşimi. Canımız iyice sıkılırdı, ama sesimizi çıkarmazdık.

      Yağmurlu bir günde okuldan sonra yine oyuna koştum. Annem babam bir duysa canıma okurlardı. Ama ikisi de çalıştığı için okuldan sonra ne yaptığımı pek bilmezlerdi. Evde bize göz kulak olan anneannemi kandırmak o kadar kolaydı ki… Zaten bir iki saat gecikmemi de pek sorun etmezdi.

      O gün kardeşim evde hasta yatıyordu. Ninem onunla uğraşırken beni unutur, diye düşünüyordum. Üstelik dört günlük harçlığımı da biriktirmiştim. Elimde tam dört liram vardı. O sevinçle koşa koşa Tiyatro Sokağı’na gittim. Ortalıkta Replikçi Amca da yoktu! Neşeyle salona bir daldım ki, dalış o dalış.

      Zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamamışım. Saatime bir baktım, altı olmuş! “Eyvah, şimdi yandık işte!” dedim. Annem bu saatte eve gelmiş oluyordu. Çabucak toparlanıp dışarı çıktım. Hava çoktan kararmış, üstelik buz gibi de soğumuştu. Yağmur daha da şiddetlenmiş, bardaktan boşalırcasına yağıyordu.

      Hemen montumun kapüşonunu kafama geçirdim. Okul çantamı sırtıma attığım gibi telaşla koşmaya başladım. Tam Tiyatro Sokağı’ndan çıkmıştım ki, o hızla biriyle çarpıştım. Önce ne olduğunu anlamadım bile. Sonra bir anda yerde buldum kendimi. Kaldırım taşına vuran kolum, korkunç bir acıyla çıtırdadı.

      Çarpıştığım adam, “Önüne baksana be evlat!” diye söylenmeye başladı. Bense, kolumun acısıyla bas bas bağırıyordum. Adam eğilip beni yerden kaldırmak istedi. “Kolum. Sağ kolum!” diyebildim yalnızca. Sonrasını hiç hatırlamıyorum…

      Gözlerimi açtığımda kocaman bir hastanedeydik. Başımdaki görevli, annemin babamın adını ve telefonlarını soruyordu. Canımın acısından zor nefes alıyordum. Ama evimizin telefon numarasını söyleyebildim, sonra da ağlamaya başladım. O sırada yanımda oturan birisi başımı okşadı. “Ağlama evlat. Hadi cesur ol biraz!” dedi.

      Başımı çevirip adama baktığımda yüreğim hop etti. Beni sakinleştirmeye çalışan Replikçi Amca’ydı. Meğer çarpıştığım adam o imiş! Ne diyeceğimi bilemeden sessizce ağladım.

      Annem gelene kadar beni hiç yalnız bırakmadı yaşlı adam. Annem geldiğinde kolumun röntgeni bile çekilmişti. Bir de ağrı kesici ilaç verdiler. Kolumu da alçıya aldılar.

      Replikçi Amca, hastanede işimiz bitene kadar yardımcı oldu bize. Sonra bir taksi çağırıp bizi evimize kadar bıraktı. “Hadi bakalım evlat, tekrar geçmiş olsun.” diyerek yine başımı okşayıp veda etti.

      Birkaç gün sonra kolumun röntgeni tekrar çekilecekti. Doktorun dediğine göre kırık kemiğim, beş altı haftada kaynarmış. Okula da gidemeyecektim. Doktor bir süre evde dinlenmem gerektiğini söyledi. “Oh ne güzel, tatil yapacağım.” diye içten içe sevindim.

      Eve gelene kadar annem başımı okşayıp elimi tuttu. Hiç sesimi çıkarmadım. O da hiçbir şey söylemedi. Aslında azarlanmaktan korkuyordum, ama alçılı koluma güveniyordum.

      Ertesi gün işler hiç düşündüğüm gibi olmadı. Önce annemden sıkı bir azar işittim. Babamsa, “Alçılı kolunla çekeceğin zorluklar, sana iyi bir ders olur herhâlde.” demekle yetindi. Babamın ne kadar haklı olduğunu birkaç gün sonra anladım.

      Tek kolla yaşamak ne kadar zormuş! Oyun oynamak dert, tuvalete gitmek dert. Giyinmek, yemek yemek, banyo yapmak daha büyük dert. Hele bir de alçılı kolum kaşınmaya başladı mı, acayip deli oluyordum. Üstelik sol elimle yazmanın zorluğu da cabası. On yaşındaki bir çocuk için yaşadıklarım epeyce zordu.

      Benden birkaç yaş küçük kardeşimin soğuk algınlığı da bir türlü geçmiyordu. İkimiz de evdeydik. Ninemin başına da iyice dert olmuştuk. Üstelik bir türlü rahat durmuyorduk. O hâlimizle bile evin içinde sürekli yaramazlık yapıyor, ele avuca sığmıyorduk.

      Ninem, her ikimize de bakmak zorunda kaldığından oflayıp poflamaya başlamıştı. Biz de onun sevgisine güvenerek şımardıkça şımarıyorduk. Üstelik doktor, beni uyarmıştı. İlk üç hafta kırık kemiğin yerinden oynama ihtimali varmış. Ama kolu kırılan sanki ben değildim. Evin içinde koşturup duruyordum.

      Zavallı ninem, arkamda dolaşıp beni uyarmaktan bıkmıştı. Sopayı eline alıp öbür kolumu da kıracağını söylüyordu, ama gülüp geçiyordum. Ninem bize bir

Скачать книгу