CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL. Celil Oker

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL - Celil Oker страница 22

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL - Celil Oker

Скачать книгу

değilim ben,” dedim cebimden sigaramı çıkarırken. Ayla Duman’a doğru tuttum paketi. Başını salladı. Taksici sesini çıkarmadı.

      Sigaramı yaktım. Yanımdaki pencereyi açtım. İçeri İstanbul’un neye benzeteceğimi o an bilemediğim havası geldi. Dumanı içime çektim.

      “Başı belada mı bu kızın?” dedi Ayla Duman.

      Saldığım duman giderek hızlanan sarı Hyundai’nin yarattığı hava akımının peşine takıldı, pencereden uçtu.

      “Hem de oldukça belada,” dedim. “Galiba…”

      Yüzüme baktı.

      “Şu sizin Begüm’ün burnu estetikli mi?” dedim.

      Ayla Duman gülümsedi. Sonu ameliyat masasında biten maceranın baş kısmını çok iyi biliyormuş gibi.

      “Evet,” dedi. “Siz görmediniz ama Begüm’ü, nereden biliyorsunuz?”

      “Galiba gördüm ama resmen tanıştırılmadık,” dedim.

      Ayla Duman yanında yatan örgü çantasına davrandı. Sırtını bana yarım dönüp içindekileri kurcaladı. Gördüğüm en büyük kadın portföylerinden birini çıkardı.

      “Bende bir resmi var,” dedi siyah deri nesneyi kurcalarken.

      Bekledim. Bir nefes daha çektim sigaramdan. Ucunda birikmeye niyetlenen külü pencereden silktim.

      “İşte,” dedi elindeki kartpostal boyutlarındaki fotoğrafı bana uzatırken.

      Kim olduğunu bilemediğim genç adamın yüzünü diğerlerinden önce gördüm.

      Yatak odasında sırtüstü zerre kımıldamadan yatan ceset, şimdi ayakta, Ayla Duman’la, atkuyruğunu açmış, neşeyle bize bakan Begüm Kalyon’un arasında halinden oldukça memnun görünüyordu.

      Yatarken iki yana açılmış kolları, şimdi iki yandan iki kızın omzuna atılmıştı.

      Al başına belayı Remzi Ünal dedim içimden. Galiba bekliyordun böyle bir şeyi biraz da.

      “Kim bu adam?” dedim Ayla Duman’a dönüp.

      Fotoğraftaki adamı Begüm Kalyon’dan önce sormam şaşırttı kızı. Kaşları yukarı kalktı. Sesinde ince bir değişim oldu.

      “Hastaneden bir doktor,” dedi. “İyi çocuktur. Adı Hilmi… Hilmi Akalın.” Yüzüme baktı.

      “Uzmanlığı ne?” dedim.

      Gözleri yüzümde sabit, cevap verdi.

      “Dahiliye,” dedi. “Neden sordunuz Hilmi’yi?”

      “Onu da tanıdım,” dedim. “Maalesef!”

      Gözlerindeki merak korkuya dönüştü hafiften.

      “Ne maalesefi?” dedi.

      İşte bir kere daha dedim içimden. Bir kere daha bir insana yakın olduğu başka bir insanla ilgili verilebilecek en kötü haberi vermek üzeresin. Bunu birkaç kez yaptın geçmişte. Mecburen yaptın. Olanlar hiç hoşuna gitmedi.

      Sigaramdan bir nefes daha aldım. Sonra attım pencereden. İlkokul öğretmeni kılıklı taksicinin dikkati yoldaydı. Derin bir nefes aldım. Ayla Duman’a döndüm.

      “Size kötü bir haber vereceğim,” dedim. “Begüm Hanım’ın başının nasıl bir belada olduğunu siz de anlayacaksınız.”

      “Uzatmayın, ne oldu?” dedi Ayla Duman.

      “Hilmi Akalın’ı Firdevs Işın’ın evinde gördüm,” dedim. “Tanışamadık maalesef çünkü konuşacak hali yoktu.”

      Ayla Duman’ın dudakları titremeye başladı. Bir şey söylemeye çalıştı ama başaramadı. Devam etmekten başka çarem yoktu, devam ettim.

      “Zor biliyorum ama sakin olmalısınız,” dedim. “Başınız sağ olsun. Onu bulduğumda maalesef ölmüştü.”

      “Nee?” diye bir çığlık attı Ayla Duman. Cevap vermemi gerektirmeyecek cinsten bir çığlıktı.

      Verdiğim lanet haberi sindirsin diye bekledim. Başımı hafif öne eğip gözlerimi yüzüne diktim. Yüzündeki bütün kaslar titredi Ayla Duman’ın. Geliyor dedim içimden.

      Geldi. Ellerini yüzüne bastırıp ağlamaya başladı. Ağzından ses çıkmıyordu hıçkırıklardan başka. Koyu, yoğun, gerçek bir ağlamaydı. Gördüğüm kimi sahte ölüm ağlamalarına benzemiyordu. Omuzları sanki birisi acımasızca sarsıyormuş gibi hareketliydi. Ayağını taksinin tabanına vurdu iki üç kere.

      Biraz daha bekledim. Söylenecek hiçbir söz olmadığını biliyordum. Sustum. Elimi omzuna atıp kendime çeksem mi diye düşündüm, sonra vazgeçtim.

      Taksici sağa, öne doğru eğildi. Galiba radyonun altındaki mendil kutusundan, birkaç kat kâğıt çekip bana uzattı. Hiç konuşmadan. Mendilleri aldım. Kucağımda, Ayla Duman’a doğru tuttum.

      Hıçkırıklar giderek azalmaya yüz tuttu. Omuzları hâlâ sarsılıyordu ama daha uzun aralıklarla. Kâğıt mendilleri konuşmadan yüzüne doğru kaldırdım. Tek bir hareketle aldı Ayla Duman. Hemen gözlerine götürmedi ama. Avucunda sıktı, yeni bir hıçkırık krizine kapıldı. Hıçkırıklarına direnmeye çalışıyordu ama bunda çok başarılı değildi. Biraz daha bekleyeceğiz dedim içimden.

      Sonra ellerini çekti yüzünden. Başını kaldırdı.

      Gözünde önceden tespit edemediğim makyajın bir bölümü fazla sulandırılmış suluboya gibi yayılmıştı. Gotik bir görünüme bürünmüştü neredeyse yüzü. Farkındaydı durumun, buruşmuş kâğıt mendilleri gözlerine götürdü. Sildi. Sonra burnuna götürdü kâğıtları.

      “Bir sigara verin bana,” dedi kırık sesler çıkararak.

      İkiletmedim. Paketimi çıkardım. Titreyen elleriyle bir sigara aldı. Ağzına götürdü. Elinden düşürdü sonra. Kucağından alıp yeniden götürdü ağzına. Bana doğru döndü. Bekledi.

      Sigarasını yaktım.

      İlkokul öğretmeni kılıklı taksici özenli bir vurguyla konuştu.

      “Hanımefendi su isterse bende var,” dedi. “Hiç açılmamış.”

      Ayla Duman başını salladı. Sigarasını bütün dünyaya düşmanmış gibi çekti içine. Öksürdü sonra.

      İyi dedim içimden. Öksürmesi ağlamasından iyidir.

      Açık pencereden dışarı baktım. Mecidiyeköy meydanını geride bırakmış, E-5’e çıkan yan yola girmiştik. İçinde fırtınalar kopan taksi hızlanmıştı. Açık pencereden daha sert vuruyordu şimdi İstanbul rüzgârı. Ayla Duman sessizleşmişti. İki nefes sonra atmıştı

Скачать книгу