CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BEYAZ ELDIVEN SARI ZARF. Celil Oker

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BEYAZ ELDIVEN SARI ZARF - Celil Oker страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BEYAZ ELDIVEN SARI ZARF - Celil Oker

Скачать книгу

siz saklamadıysanız işin içinde Zülfikâr’ın olduğunda anlaşmıştık,” diye başladım. “Başkası olamaz. Gel gelelim, bunu bildiğinizi açık etmek istemiyordunuz, en azından yüzüne karşı. Zülfikâr’la ilişkiniz aşağı yukarı az önceki aikido pozisyonumuza benziyor. Siz onu ne kırmak istiyorsunuz ne de belgenin önemine uyandırmak. Onun size hizmete devam etmesini de istiyorsunuz zarfı bulmayı da. O da aynı durumda sanki. İşini kaybetmek istemiyor, ama belki şansını denemekte de bir tür fayda görüyor. En azından zarfın içinde önemli bir şey olduğunu sezmiş gibi. Bileğinizi her an bırakabilir ama.”

      Kadın sanki ikiye katlanmış gibi öne doğru eğilmiş beni dinliyordu.

      “Ben de yatılı okudum,” dedim. “Bir sürü abuk subuk şey öğrendim bu arada.”

      Sesini çıkarmadan yüzüme bakıyordu gözlüklerinin arkasından.

      “Bunlardan biri de şu: Bir şeyi araklamak istiyorsunuz. Bir yerden. Herkesin ortak kullanımında olan bir yerden. Ama işin sizi işaret etmesini de istemiyorsunuz. Zamanınız da var. Ne yaparsınız?”

      “Ne yaparım?” dedi kadın lafım biter bitmez.

      “Alıp götürürseniz hemen belli olur,” dedim. “Fırsatınız olduğu anlaşılırsa herkes dönüp size bakar. Size bakmasalar bile kim aldıysa çıkarsın şu bilmem neyi teklifi yapılır ortalığa. O yüzden hemen alıp götürmezsiniz.”

      “Ne yaparım be adam?” diye bağırdı kadın.

      “Basit,” dedim. “Yerini değiştirirsiniz.”

      “Ne?”

      “Yerini değiştirirsiniz,” dedim. “Kimse ses çıkarmazsa bir süre sonra koyduğunuz o yerden alıp gidersiniz. O yer neresiyse… Başkaları da girip çıktıkları için zanlıların sayısı denetlenemeyecek kadar çoğalır. Kimse kimseye bir şey diyemez. İş biter. Yok kıyamet koparsa vazgeçersiniz, o şey neyse bulunur, karizma çizilmez.”

      “Rüzgâra göre,” dedi.

      “Aynen öyle,” dedim.

      “Peki, nerede?” diye sordu. “Ben bakılabilecek her yere baktım. Nerede?”

      “Tek başınıza aradığınızda hayatta bulamayacağınız bir yerde,” dedim. “Ortalığa çıkması gerekirse kolaylıkla çıkabilecek bir yerde üstelik.”

      “Allah Allah!” dedi kadın. “Allah Allah!”

      Elimi uzattım sağ elindeki para tomarına doğru. Önce anlamadı. Biraz salladım elimi. Ne yaptığının farkında değilmiş gibi bıraktı avucumun içine tomarı.

      Parayı aldım. Ayağa kalktım. Paltomun cebine soktum.

      “Eee?” dedi.

      Kısa kesmeye karar verdim.

      İki adımda tekerlekli iskemlesinin arkasına geçtim.

      İskemlenin arkalığındaki kromajlı boru ile vinileks kaplamanın arasına sıkıştırılmış küçük sarı zarfı çektim çıkardım. Elimde evirip çevirmedim bile. Başının üstünden kucağına bıraktım.

      “Aaaa!” diyebildi yalnızca kadın. Bir de yutkundu. Başka bir şey demesini beklemiyordum. Demedi de.

      Kısa kesme kararımı hatırladım.

      “Yolu biliyorum,” dedim girdiğim kapıya doğru ilk adımımı attığımda. “Başka bir şeye ihtiyacınız olduğunda telefonumu biliyorsunuz. Hoşça kalın.”

      Arkama bakmadan yürüdüm. Attığım her adım beni sokağa kavuşur kavuşmaz yakacağım sigaraya yaklaştırıyordu. Daha epey yolum vardı ama.

      Habil ya da Kabil

      Giriş

      İçinde oturduğu mekâna bu kadar uygun düşmeyen bir adam görmemiştim daha önce. Oturduğu masa formika kaplamaydı. Adamın ipek bir kravatı vardı. Ceketinin cebinde de mendil. Usulüne göre katlanmış. Buluşmamıza aracılık eden kuyumcunun tarifi yeterliydi. Yanılmam imkânsızdı. Ona doğru yaklaştım. Masasının önünde dikildim.

      Kafasını kaldırdı.

      “Remzi Ünal?” dedi. “Tam saatinde.”

      “Remzi Ünal,” dedim.

      “Adımı illa bilmek istiyor musun?” dedi.

      “Çek yazmayacaksanız hayır,” dedim.

      Cevabımı beğenmiş olmalı ki güldü. Dolgun yanakları hopladı. Sergilediği dişleri düzgündü.

      “Otursanıza,” dedi. İlk raundu kazandığımı düşündüm.

      Karşısına oturdum. Son üç aydır oturduğum en rahatsız sandalyeydi. Hoparlörde son bir yıldır duyduğum en saçma sapan şarkı çalınıyordu. İkisine de alışmaya çalıştım. Tam karşımdaki duvarda burada sigara içenlere ve içilmesine izin veren işletme sahibine verilecek para cezalarını bildiren kocaman bir pano asılıydı. Panonun altındaki masada oturan deri montlu iki adamdan kafası sıfır numara tıraş edilmiş olanı sigarasının külünü önündeki tablaya silkti. Cebimden paketimi çıkardım. Masaya koydum.

      “İçmezseniz sevinirim,” dedi adam. Gülümsemesinden bir iz vardı hâlâ yüzünde.

      Başımı salladım. Paketi cebime koymadım ama.

      “Benimle iş görüşmeleri hep zor olmuştur…” dedi. Arkasını getirmedi.

      “Bu aralar boşum,” dedim. “Sigarasızlığa da dayanabilirim.”

      “Sizden isteyeceğim işi tuhaf bulabilirsiniz ama,” dedi sonra bu kez gözlerimin içine bakarak.

      “Bir sürü tuhaf işle karşılaştım,” dedim. “Kalkmak kolay. Önemli olan oturmaktır.”

      Bunu da beğendi. Yüzümü ilk kez dikkatle incelediğini hissettim. İzin verdim baksın.

      Tepemize bir garson dikildi. Garsondan çok otopark kâhyasına benziyordu. Bir şey söylemedi. Sadece yüzümüze bakarak öylece duruyordu. Sipariş verecek olursam doğru alıp alamayacağı şüpheliydi. Sesimi çıkarmadım. Adam elini sallayarak gitmesini işaret etti. Garson sessizliğini koruyarak çekildi.

      Adam bana döndü.

      “Problemimi çözerseniz zengin bir adam olacağınızı biliyorsunuz, değil mi?” dedi.

      “Aracınız söyledi,” dedim. “Ama eve giderken cebimde taksi param olsun isterim.”

      “Avans…” dedi. “Evet, avans.”

      Sesimi çıkarmadım.

      “O kolay,” diye tamamladı sözünü.

      Ceketinin

Скачать книгу