CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BEYAZ ELDIVEN SARI ZARF. Celil Oker

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BEYAZ ELDIVEN SARI ZARF - Celil Oker страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BEYAZ ELDIVEN SARI ZARF - Celil Oker

Скачать книгу

miktarı sormayacak mısınız?”

      “Size güveniyorum.”

      Sağ eliyle para konusunun şimdilik kapandığını belirten bir hareket yaptı. Sonra ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Aramızdaki sessizliği onun bozacağını biliyordum. Bekledim.

      “Bana yakışıklı bir ölüm planlamanızı istiyorum,” dedi sonra ellerine bakarak.

      “Tuhafmış gerçekten,” dedim. “Kimin ölmesini istiyorsunuz?”

      “Kendimin.”

      “Bunun için kimseye ihtiyacınız yok,” dedim. “Bana da. Bir sürü yol var herkesin bildiği.”

      “Ama ölümüm intihar gibi gözükmemeli,” dedi. “Birileri beni öldürmüş olmalı.”

      “Belirli birisi mi?”

      “Hayır,” dedi. “Tam aksine. Sonsuza kadar belirsiz kalacak birileri olmalı. Faili meçhul bir cinayete kurban gitmeliyim. Bunu bana garanti etmelisiniz.”

      Hoparlörde çalan müzik değişti. İlkinden daha berbattı. Aklıma gelen ihtimali ortadan kaldırmak istedim.

      “Bu sonuca fiilen katkıda bulunmamı istemeyi düşünmüyorsunuz umarım?” dedim. “Öyleyse avans gider.”

      “Hayır,” dedi. “O kadar salak değilim. Sizden yalnızca proje geliştirmenizi bekliyorum.”

      “Ve gerçekten ölmelisiniz?” dedim içim zerre kadar rahatlamadan. “Bu proje gerçekleştiğinde. Meğerse ölmemiş olan ölü adam Türk filmlerinde olur.”

      “Hayır,” dedi. “Mezardan geri gelmeye hiç niyetim yok. Gerçekten ölmeliyim. Ama bakanlar beni bilinmeyen birileri öldürdü sanacak. Polis falan. Dosya kapanacak.”

      “Neden?” diye sordum.

      Müşterilerimin, müşteri adaylarımın, müşterimin işi yüzünden yoluma çıkan insanların bazı sorularıma doğru cevap vermelerini beklemem. Cevap vermeleri yeterlidir. Doğru bir cevaptan bir şeyler çıkarırsınız. Bütünüyle palavra bir cevap da işe yarar. Sonradan öğrendiğiniz kimi gerçeklerle çarpıştırdığınızda hatırlayacağınız bir cevap yani. En azından başka sorulara yol açar. O yüzden karşımda oturan kravatlı adamın konuşmadan önce gözlerini masanın üzerinde ne varsa onların üzerinde gezdirmesini yadırgamadım. Elleri, içinde ne olduğunu asla bilemeyeceğim türden bir sıvı olan rakı kadehi, sigara paketim, boş kül tablası, önceki buluşmalardan kalmış lekeler… Yüzünde çoktandır alıştığı ama aklına her geldiğinde onu daha da yıpratan gerçeğin izini görür gibi oldum. Galiba doğruluk oranı yüksek şeyler duyacaktım. Şimdilik.

      “Zaten çok yaşamayacağım,” dedi.

      Buna nasıl cevap verilir bilemedim. Bekledim yalnızca.

      “Kimse bilmiyor,” dedi. “Doktorum, iki oğlum ve şimdi sizin dışınızda. Beynimde bir tümör var. Kelek türden. Kelek yerde. Çok kelek türden, çok kelek yerde. Şu masadan kalkamadan bile ölebilirmişim, bırak ameliyat masasını. Öyle diyor.”

      “Neden savaşmıyorsunuz?” dedim. “Tıp ilerledi. Anladığım kadarıyla paradan yana da sıkıntınız yok.”

      “Hayatım boyunca sonunda avantajlı çıkamayacağım hiçbir işe girmedim,” dedi adam benden çok kendisine konuşuyormuş gibi. “Şimdi sonucu belli bir kavgada sürekli dayak yemek istemiyorum. Yenilgiden hiç hoşlanmam. Bir başka derdim de karım.”

      Tanımadığım birisinin bu durumda ne hissedeceği konusunda yorum yapmak gereksizdi. Bekledim devam etsin diye.

      “Hastalığımı açıkladığımda kıyamet kopacak evde. Elbette en iyi tedaviyi görmem için harekete geçecek karım. O doktor, bu hastane. Her sabah nasılım diye gözümün içine bakmalar. Üzüntüsünü bana çaktırmamak için tiyatrolar. Yalanlar, umut pompalamalar. İstemiyorum.”

      “Allah’tan umut kesilmez,” dedim. Diyebildim sonunda.

      “Kesilir!” dedi sanki bu lafı ettim diye bana değil, lafın kendisine kızmış gibi bir ses tonuyla. Alçak sesle bağırdı resmen. Defalarca içinden söylemiş, ilk kez seslendirmek zorunda kalınca daha da sinirlenmiş gibi. Sigara içemediğime ilk kez canım sıkıldı.

      “Pardon,” dedim.

      Ne dediğimin üzerinde zerre kadar durmadan devam etti.

      “İstemiyorum,” dedi. “Bana acınmasını istemiyorum. Tanıdıklarımın durumuma kahrolmasını istemiyorum. Kendi kendime kahrolmayı istemiyorum.”

      Burada teknik bir soru sormam gerekiyordu.

      “Ama sizi kaybettikten sonra da üzülecekler,” dedim.

      Hafifçe, ama çok hafifçe gülümsedi.

      “Geçer,” dedi. “Ölenle ölünmediğini iyi bilirim. Tamam, üzülürler falan, biraz yas. Sonunda geçer. Hayatlarına devam ederler. Herkes öyle yapar. Ben de yaptım. Onlar da öyle yapacaklar. Ne kadar süreceği belli olmayan bir eziyet sürecinin içinde yaşamaktan iyidir.”

      Bir teknik soru daha vardı aklımda.

      “Madem tedaviyi düşünmüyorsunuz, neden her şeyi oluruna bırakmıyorsunuz?” dedim.

      Akıllıca bir soru sormuşum gibi başını salladı.

      “Basit,” dedi. “Beklersem, eninde sonunda bir belirti verecek hastalığım. Saklayamayacağım bir belirti. Bir yerde bir şey olacak. Düşeceğim. Bayılacağım. Her neyse. Saklamam mümkün olmayan o belirti nefretlik bir tedavi çukuruna mecburen düşürecek beni. O zaman geri dönüşü yok. Önceden halletmem lazım.”

      Kovaladığımız garson yeniden tepemde belirse isteyeceğim sade kahve yerine papatya çayı getirse gözüm kapalı içebilecek durumda hissettim kendimi. Ya da ekinezya çayı.

      Bir teknik soru daha kurtardı beni.

      “Diyelim dediğinizi yaptık. Birileri öldürdü sizi. Öldürüp kaçtı. Mutlaka yaparlar. Otopside beyninizdeki her neyse ortaya çıkmayacak mı?”

      “Çıksın,” dedi. “Ne önemi var?”

      Doğruydu bu galiba. Adam devam etti.

      “O gürültünün arasında çok önemli olmayacak bir bilgi bu. Kocam hastaymış. Zaten ölecekmiş. Belki rahatlatıcı bir düşünce bile olabilir bu. Yas süresini uzatmaz. Hayatına devam eder.”

      Savunma konuşmasını bitirmiş bir avukat gibi sustu. Yüzüme, konuşma sırası sende, dercesine baktı. Konuşma sırası bendeydi ama ne diyeceğimi tam olarak bilemiyordum. Aslında biliyordum. Soracağım öteki soru işi kabul ettiğim anlamına gelecekti, bunu yapmayı istediğimden çok emin değildim ama.

      Adam fazla düşünme payı bırakmamaya kararlıydı.

      “Ne diyorsunuz?” dedi.

      Arkama yaslandım.

Скачать книгу