Kanaldaki Kadın. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kanaldaki Kadın - Пер Валё страница 5
Martin Beck oturdu, sigarasını ve kibritini masaya koydu, yeşil dosyayı önüne alıp raporları karıştırmaya başladı. Raporlarda, Ahlberg’den öğrendikleri haricinde yeni bir şey yoktu.
Bir buçuk saat sonra sigarası bitti. Sonuç vermeyen birkaç telefon görüşmesi yapmış, emniyet amiri ve yorgun ve baskı altında gibi görünen Başkomiser Larsson’la konuşmuştu. Tam boş sigara paketini elinde buruşturmuşken Kollberg aradı.
On dakika sonra otelde buluştular.
“Tanrım, kasvet basmış seni,” dedi Kollberg. “Sigara ister misin?”
“Hayır, teşekkürler. Sen neler yapıyordun?”
“Motala Times’dan bir adamla konuştum. Borensberg’li bir editör. Bir ipucu bulduğunu sanmış. Linköping’den bir kız on gün önce Borensberg’de işe başlayacakmış ama hiç gelmemiş. Bir gün öncesinde Linköping’den yola çıktığı düşünülüyor ama o günden beri kendisinden haber alan olmamış. Genelde sağı solu belli olmayan bir kız olduğu için kimse kayıp ihbarı yapmamış. Bu gazeteci, kızın işverenini tanıyormuş ve kendi çapında soruşturmaya başlamış ama kızın eşkâlini sormak aklına gelmemiş. Ben sordum ama. Aynı kız değil. Bu şişman ve sarışınmış. Hâlâ kayıp. Bütün günümü aldı.”
Koltukta arkasına yaslanıp bir kibrit çöpüyle dişlerini karıştırmaya koyuldu. “Şimdi ne yapıyoruz?”
“Ahlberg birkaç kişiyi kapı kapı gezmeye gönderdi. Onlara yardım etsen iyi olur. Melander gelince emniyet amiri ve Larsson’la oturup üstünden geçeriz. Ahlberg’e git, sana ne yapacağını söyler.”
Kollberg sandalyesini düzeltip ayağa kalktı.
“Sen de geliyor musun?” diye sordu.
“Hayır, henüz değil. Ahlberg’e söyle, bir şey isterse, ben odamdayım.”
Martin Beck odasına girince ceketini, ayakkabılarını ve kravatını çıkarıp yatağın kenarına oturdu.
Hava açmıştı ve gökyüzünde beyaz pamuksu bulutlar geziyordu. İkindi güneşi içeriyi aydınlatıyordu.
Martin Beck ayağa kalktı, pencereyi biraz açtı ve ince sarı perdeleri kapattı. Sonra ellerini başının arkasında birleştirip yatağa uzandı.
Boren’in dibindeki balçıktan çıkarılan kızı düşündü.
Gözlerini kapatınca tam fotoğraftaki haliyle kızı gördü; çıplak ve terk edilmiş, dar omuzlu ve koyu renk saçları boğazını sarmış vaziyette.
Kimdi bu kız? Ne düşünmüştü? Ne yaşamıştı? Kiminle karşılaşmıştı?
Gençti ve güzel olduğundan emindi Martin. Kesin bir seveni vardı. Ona ne olduğunu merak eden bir yakını. Arkadaşları, iş arkadaşları, anne babası, belki kız ya da erkek kardeşleri vardı. Hiç kimse, özellikle de genç ve çekici bir kadın, ortadan kaybolduğunda yokluğunu hissedecek bir yakını olmayacak kadar yalnız olamazdı.
Martin Beck bunu uzun uzun düşündü. Kimse kızı sorup soruşturmamıştı. Kimsenin özlemediği bu kıza üzüldü. Nedenini anlayamadı. Belki de kız çekip gidiyorum demişti? Eğer öyleyse nerede olduğunu merak etmeleri için bir süre geçmesi lazımdı.
Asıl soru şuydu: Ne kadar uzun bir süre?
5
Saat on bir buçuktu ve Martin Beck’in Motala’daki üçüncü günüydü. Erken kalkmıştı ama bu pek de işine yaramamıştı. Şimdi küçücük çalışma masasında oturmuş, not defterini karıştırıyordu. Birkaç defa eli telefona gitti, evi araması gerektiğini düşündü ama yapmadı.
Başka yapmadığı bir sürü şey gibi…
Şapkasını taktı, odasının kapısını kilitledi ve merdivenlerden aşağı indi. Otelin lobisindeki sandalyeler ve koltuklar bir sürü gazeteciyle doluydu ve askıyla bağlanmış, katlanmış tripodları olan iki fotoğraf makinesi çantası yerde duruyordu. Basın fotoğrafçılarından biri girişe yakın bir duvara sırtını dayamış sigara içiyordu. Çok genç bir adamdı. Sigarasını ağzının kenarına aldı ve vizörden bakmak için Leica marka fotoğraf makinesini kaldırdı.
Martin Beck grubun yanından geçerken şapkasını yüzüne indirdi, başını omzuna doğru içeri çekti ve dümdüz yürüdü. Sadece refleks olarak yaptığı bu hareket her seferinde birini gıcık ediyor gibiydi çünkü muhabirlerden biri, şaşırtıcı derecede asık bir yüz ifadesiyle şöyle dedi:
“Eee, bu akşam soruşturma ekibi liderleriyle yemek olacak mı?”
Martin Beck ne dediğini kendisi bile anlamadan bir şeyler mırıldandı ve kapıya doğru ilerlemeyi sürdürdü. Kapıyı açtığı an, fotoğrafçının fotoğraf çektiğini bildiren klik sesini duydu.
Makinenin görüş alanından çıktığını düşünene dek hızlı hızlı sokaktan aşağı yürüdü. Sonra durdu ve on saniye kadar kararsız bir şekilde bekledi. Yarısı içilmiş sigarasını mazgala attı, omuz silkti ve taksi durağına gitti. Arka koltuğa yığıldı, sağ elinin işaret parmağıyla burnunun ucunu ovuşturdu ve otele doğru baktı. Şapkasının kenarından, lobide onunla konuşan adamı gördü. Gazeteci otelin hemen önünde dikiliyordu, taksinin arkasından baktı. Ama sadece bir saniyeliğine. Sonra o da omuz silkip otele girdi.
Basın mensupları ile Ulusal Polis Teşkilatı’nın Cinayet Masası personeli çoğu zaman aynı otelde kalırdı. Bir suçu çabucak ve başarıyla çözdükten sonra sık sık son akşamı hep birlikte yemek yiyip içerek geçirirlerdi. Yıllar içerisinde bu bir geleneğe dönüşmüştü. Martin Beck bundan hiç hoşlanmazdı, oysa birçok meslektaşı aksini düşünüyordu.
Pek fazla kendi başına kalmamış olmasına rağmen yine de burada bulunduğu kırk sekiz saat içinde Motala hakkında bir şeyler öğrenmişti. En azından sokak isimlerini biliyordu. Taksinin geçtiği sokakların isimlerini takip etti. Sürücüye köprüde durmasını söyledi, parasını ödeyip arabadan indi. Elleri korkuluklara dayalı kanala doğru baktı. Orada dururken sürücüden yol parası için makbuz almayı unuttuğunu, kendi doldurmaya kalksa ofiste kesin saçma sapan bir pürüz çıkacağını fark etti. En iyisi dilekçe yazmaktı, böylece talebi daha dikkate alınırdı.
Kanalın kuzey tarafındaki yol boyunca yürürken aklında hâlâ bu mesele vardı.
Sabah saatlerinde birkaç kez sağanak yağış olmuştu, hava temiz ve ferahtı. Yolun tam ortasında durdu, havayı içine çekti. Yabani çiçeklerin ve ıslak çimenlerin serin, temiz kokusunu hissetti. Ona çocukluğunu anımsatmıştı, tabii sigara dumanı, benzin kokusu ve balgam yüzünden koku alma duyusu körelmeden önceydi bu. Bu günlerde bu keyfi pek sık yaşamıyordu.
Martin Beck beş kanal havuzunu geçti ve deniz suru boyunca yürümeye devam etti.